Uzun bir süredir bu çok hassas konu üzerine yazmadım. Bu dönemde bana bu konuda çokça soruyla geldiniz. Affetmek, affedememek, affedemedikçe daha çok içine gömülmek, ne yapacağını bilememek, ne yapacağını bilemedikçe daha da kaybolmak…
Sonunda nefret bile edemez hale gelmek ama yine de işte “affettim” diyememek. “Asla affetmeyeceğim” demeyi seçmek… Çok daha kolay olana kaçmak… Affetmekle savaşmaya devam etmek, affedemedikçe bu duyguyla her an yaşamak durumunda kalmak…
Ben bu yazımda tekrar bu konuyu farklı bir şekilde ele alalım istiyorum… Size affedin diye öneride bulunmayacağım, tahmininizden farklı olacak bu maceramız. Affetmemeyi “yaşayalım” istiyorum sizlerle. Hiç ama hiç affedemeyeceğimiz durumlarla yüzleşelim. Bakalım sonuç ne olacak (şu anda ben de sonunda bu yazı bizi gerçekten hangi cevaba götürecek bilemiyorum)?
Hemen kendimden, birçoğumuzun “asla” diyeceği bir örnekle başlayacağım. Bizi en hassas yerimizden vuran bir şeyden… Çokça soru aldığım, “bunu nasıl bu kadar kolay anlatabiliyorsun?”, “bu noktaya nasıl geldin?” diye sordukları bir “affedemem” örneğinden; aldatılmaktan geleceğiz. Evet, aldatıldık, birçoğumuzun başına geldi. Affedebilenlerimiz var, affedemeyenlerimiz var, “sözde” affedebilenlerimiz var (ki bu en kötüsüdür, özde affetmedikçe hiçbir şeye yaramayacaktır).
Aldatıldığımızı düşünelim ve asla affetmiyoruz, sizce hayatımız nasıl olur? Ben hemen bu süreci ve bu “affetmemek” inadını yaşamış biri olarak kendimden “hayat nasıl olur?”u size anlatmak istiyorum. Şu düşünceler tekrar tekrar döner beynimizde yankılanır; “ben bunu hak etmedim”, “bana bunu nasıl yapabildi?”, “benim suçum neydi?”, “benim neyim yetmedi?”, “ben onu çok sevdim, bu yalanları hak etmedim”, “ben neden beğenilmedim?”, “ben çirkin miyim?”, “ben suçlu muyum?” “ben yetersiz miyim?”… Ve bunlara benzer, öznesi “ben” olan birçok soru…
Şimdi yeniden bakalım sorularımız ve özellikle dikkat etmenizi isteyeceğim “kendi kendimizi” ne kadar “kötü” ve zorlayıcı bir bakış açısıyla yorumlamakta olduğumuza… Gerçekten başka birinin yaptığı bir seçim (evet, aldatmak bir ilişkide bulunmamayı tercih etmektir yani var olan ilişkinizden çıkmak anlamındadır) sizin “yetersiz”, “çirkin”, “beğenilmeyen,” “yalnız kalmış”, “sevilmeyi hak etmeyen”, “güzel olmayan” olduğunuz anlamına gelir mi? Bu gerçekten doğru mudur?
Evet, affetmeyelim, peki içimizde dönen duran sorular bizi nereye götürür? Emin olabilirsiniz, çok sinirli, çok huysuz, çok kendinden memnun olmayan, kendini aşağı ve yetersiz gören, güvensiz bir kişi olursunuz… Yani affetmediğimizde aslında kendi kendimize bıçaklar saplamaya devam ederiz. Bizim kontrolümüzde olmayan bir durumu, başka birinin davranışıyla kendi kendimizi “cezalandırmaya” devam ederiz.
Evet, affetmeyelim, başka bir aşk ile karşılaştığımızda, biri bizi gerçekten sevdiğinde, sizce “anlamak” şansımız olur mu? Kafamızda “sevilmiyorum”, “güzel davranılmayı hak etmiyorum”, “beğenilmiyorum”, “ben çirkinim”, “ben yetersizim” gibi cümleler dönerken gerçek bir aşkı görebilmemiz mümkün müdür? Hayatın güzelliğini anlayabilmemiz, bir kişinin hayat seçiminin tüm insanlığa mal edilemeyeceğini bilmemiz mümkün müdür?
Bizler affetmekten uzaklaştıkça “geleceğe” bakabilmemiz de mümkün olmaz. Yaptığımız, ısrarla geçmişte yaşamayı tercih etmekten başka bir şey değildir. Geçmişteki hatalarımızı, başkalarının seçimlerini ve “artık değiştiremeyecek” olduklarımızı bugün yeniden yaşamaya devam ederiz. Ne yazık ki hayat bu şekilde tüketebilmemize zaman olmayacak kadar kısadır…
Bakın sevgili Nil Gün güzel eseri İçimizdeki Şaman; Duyguların Simyası ile affetmeyi nasıl yorumluyor;
“…Bazen geçmişini tekrar ederek yaşıyor duygusuna kapılıyor musun? Oyuncular değişse de geçmişte seni incitmiş olan anne babanın, eski sevgililerinin, eski arkadaşlarının, eski patronlarının yerini yine benzerlerinin almış olduğu duygusunu yaşıyor musun?
İncitilme ve reddedilme korkusuyla yeni arkadaşlıklar kurmaktan çekiniyor musun? İnsanların sana yaklaşmasını önlemek için etrafına koruma duvarları ördüğünü ama bu duvarların arkasına kendini de hapsettiğini fark ediyor musun? Bu yüzden kendini yalnız, başkalarından uzak ve yabancılaşmış hissediyor musun?
…İnsanlara genel anlamda güven duymuyor musun? Yaşamında her şey olsa bile, yine de tam olmadığını, bir şeylerin eksik olduğunu hissediyor musun? İçinden bir türlü atamadığın suçluluk duygusu ve değersizlik duygusu enerjini tüketiyor, motivasyonunu ve kontrol duygunu kaybettiriyor mu?
Bu sorulardan birine ya da daha fazlasına “Evet” yanıtını verdiysen, yaşamında kendini ya da başkalarını affedemediğin kızgınlık, incinme, öfke halatı ayaklarına dolanmış ve seni ileriye adım atmaktan alıkoyuyor olabilir.
Bu duygu enerjini çalıyor, kendini sevmeni engelliyor, yaşam hazzından seni mahrum ediyor, geleceğe umutla ve coşkuyla bakmanı engelliyor. Affetmemek, bizim iyileşmemizi, sağlıklı ve doyumlu bir yaşam sürmemizi engelliyor. Yoksa sen seni inciten insanların, seni iyileştirmesini mi bekliyorsun? Affetmek, geçmişi geçmişte bırakıp, anı yaşama ve geleceğe umutla bakma özgürlüğünü verir bize. Affetmeye yanaşmıyorsun çünkü affetmediğinde hayatında yanlış giden şeyler için onları suçlamaya devam edebilirsin. Mutsuz yaşamının sorumlusu da suçlusu da onlardır.”
Affetmemek de affetmek kadar bir “seçimdir” güzel hayatlarımızda… Hangi tarafı seçeceğimiz tamamen bize kalmıştır. Ne yaşadığımızı, ne kadar üzüldüğümüzü, nasıl kırıldığımızı, kendimizi nasıl çaresiz hissettiğimizi evet sadece biz biliyoruzdur fakat affetmemeyi seçtiğimiz her an “o eski zamanda” kalmaya devam ederiz… Oysa can-ım hayat tüm muhteşemliğiyle devam etmektedir.
Bugün affetmek de affetmemek de sizin tercihiniz, zor olan “sizin” için en güzel olanı seçmektir… Zor olanı kolaylıkla seçebilmeniz ve “yürekten” yaşayabilmeniz dileklerimle…
İlginizi çekebilir: Dillere destan bir hikaye olmak için: Aşk meydan okumayı sever