Atatürk Havaalanı’na yapılan saldırı beni o kadar etkiledi ki, saldırıyı takip eden 2 gün boyunca; yayın yasağının imkân verdiği ölçüde olup bitenlerin detaylarını öğrenmekle ilgilendim. Doğal olarak üzüldüm, çaresiz hissettim ve öfkelendim.
Beni en çok kızdıran şey çaresizlikti. Böyle bir olayda “Elimden hiçbir şey gelmiyor” hissi gerçekten tepemin tasını attırıyor! Bu öfke giderek konuyla ilgili sorumluların sorumsuz açıklamalarına kayıyor ve odağımı benden uzaklaştırıp “ötekilerin” kabahatlerine yöneltiyordu.
Sonra yaptığım çalışmaları ve aldığım eğitimleri anımsadım. Bu konudaki sorumluluğun kimde olduğunu hatırlattım kendime: “Şu anda nasıl hissettiğinin tek bir sorumlusu var; o da sensin!”
Sorumluluk bende, çünkü öyle hissetmeyi farkında bile olmadan ben seçiyorum! Oysa farkında kalıp akıllıca seçimler yaptığımızda hayat sadece kendimiz için değil, herkes için farklı akmaya başlıyor. Gandhi söylemiş ya; “Dünyada görmek istediğin değişimin kendisi ol” diye. Buna hemen şimdi seçimlerinizle başlamaya ne dersiniz? Hadi buyurun; hemen şimdi uygulayarak hayatınızı değiştirebileceğiniz 7 basit seçim:
1. Diyet yapın
Yiyeceklerden değil, ruhunuzu zehirleyen toksinleri tüketmeyi bırakmaktan bahsediyorum. Mesela haberleri izlemeyi bırakmak size ne kaybettirir? Kimse bana; ‘Dünyaya olan bitene kulaklarımızı mı tıkayalım? Bunca acı olaya gözlerimizi kapatınca hepsi yok mu olacak?’ falan diye hamasi sorular sormasın. Emin olun siz haberleri seyrettiğinizde de o acılar kaybolmuyor ve onlardan haberdar olarak hiçbir şeye etki etmiyorsunuz. Kaldı ki 5 yıldır TV ve dolayısıyla haber izlemeyen bir adam olarak ülkede ve dünyada olan bitenden, en az her akşam haberleri izleyenler kadar bilgim var. Aradaki tek fark benim seçmediğim görüntü ve söylemlerin zihnime girişine izin vermiyorum.
- Suriyelilerin dramını bilmek için bir gemi dolusu boğulmuş cesede bakmanız veya
- Yaşadığımız savaş ortamının acılarını bilmek için zavallı bir şehit annesinin dövünerek ağlamasını izlemeniz ya da
- Ülkeyi saran cehaletin ne boyutta olduğunu bilmek için “Aymaz uzmanların” haber analizlerini dinleyip siyasetçilerin meydanlarda küfür-kâfir nasıl da birbirlerine “giydirdiklerini” görmeniz gerekmiyor.
Seçtiğiniz haberlerin, sadece ve sadece seçtiğiniz (bilgi sahibi olacağınız) kadarının zihninize girmesine izin vermeniz hiç beklemediğiniz kadar olumlu sonuçlar yaratacak.
Benzer bir diyeti sosyal medyaya da yapmaya ne dersiniz? Telefonu yarım metre tepeden tutup dudak büzerek poz verilen “selfie”lerden vazgeçip anda ve etrafınızın farkında kalmak mesela. Ya da gün batımı manzarasını panoramik formatta çekip bir an evvel Facebook’ta paylaşmaya çalışmaktansa sevgilinizin elini tutmak veya “Dostlarla keyifli bir yemek” yazıp leziz sofra görsellerini paylaşmak yerine gerçekten o yemeğin ve dostluğun keyfini çıkarmak…
Bir deneme yapmaya ne dersiniz?
Bir hafta boyunca her gün akıllı telefonunuz ve bilgisayarınızdan sosyal medyaya girdiğiniz toplam süreyi günlük 60 dakikayla sınırlayın; yarım saat sabah ve yarım saat akşam. Saatleri siz belirleyin ama kendinize dürüst olun; günde bir saati aşmak yok!
Bir haftanın sonunda da lütfen yazın:
- Duygusal durumunuzda ne değişti? Hiç haber izlemediğiniz ve sosyal medyayı 1 saat ile sınırladığınız bu bir haftanın sonunda kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Geçen haftaya göre fark nedir?
- Gün içinde ne kadar zaman kazandınız? Bu zamanı, zihinsel ve duygusal açıdan besleyici/geliştirici ne gibi aktiviteler için ayırdınız/ayırabilirsiniz?
- Çok güçlü bir şekilde sosyal medyada paylaşmak istediğiniz o anı, kayda alıp paylaşmak yerine; içinde kalıp değerlendirdiğinizde nasıl hissettiniz?
2. Gereksiz olandan kaçının
Gereksiz olan şeylerin başında beyninizin sürekli sorgulayıp yargılayan tarafı geliyor. Bazı konuları sorgulamamız ve içindeki dersi almamız önemlidir. Bununla birlikte “Benim hakkımda ne düşünüyorlar?”, “Salak durumuna düşer miyim?”, “Ya beni sevmezlerse” vb. birçok saçma sorgulama sürecinin bize hiçbir faydası olmadığını biliyoruz. Düşünün; yukarıdaki soruların hangisine sizi cesaretlendiren ve harekete geçiren bir cevap verebildiniz ki?
Ya da karşımızdakinin saçını, kılığını, iletişim biçimini, sesini, bakışını, gülüşünü yargılayıp eleştirdiğimizde ne kazanmışız? Alışık olmadığımız yaşam biçimlerini küçümsemek, tu kaka etmek, itmek neyimize yaramış?
O halde zayıflatan sorgulardan ve gereksiz yargılardan uzak durmak için doğru soruları sormaya başlamakta fayda var:
- Bu durumda/ilişkide/konuşmada karşımdakinin neye ihtiyacı var?
- Ben bu ihtiyacın ne kadarını karşılayabilirim?
- Ben tam olarak ne istiyorum?
- İstediklerimin ne kadarına gerçekten ihtiyacım var ve ne kadarı benmerkezci istekler?
- Bu durumu herkesin iyiliğine çevirmek için hangi kaynaklara sahibim (bilgi, kişi, deneyim vb.)?
Her durumda sorabilirsiniz bu soruları. Örnek olması açısından Atatürk havaalanı saldırısından sonra toparlanmak için bu 5 soruyu nasıl kullandığımı anlatayım:
- Saldırıya uğrayanların kana ve yardıma ihtiyacı var. İstanbul dışındaki dost ve akrabalarımın güvende olduğumu bilmeye ihtiyacı var.
- Her iki ihtiyacı da karşılayabilirim: Düzenli olarak kan verdiğim için beklemem gereken bir süre var, bu konuda bu gece bir şey yapamam. İstanbul dışındaki dostlarımın güvende olduğumu bilmeleri için Facebook’un devreye soktuğu “Güvendeyim” uygulamasını kullandım ve ayrıca yakın akrabalarımla telefonlaştım.
- Huzur istiyorum, barış istiyorum, güvende hissetmek istiyorum, mutlu olmak istiyorum, insanlar rahat, huzurlu, sağlıklı ve mutlu olsun istiyorum.
- Bunlara gerçekten ihtiyacım var. Hepsini sağlamanın tam anlamıyla benim elimde olmadığı gerçeğini kabul etmek stresimi azaltıyor. Bununla birlikte kişisel olarak yapabileceğim şeyler var.
- Bu durumu herkesin iyiliğine çevirmek için kişisel olarak yapabileceklerim arasında; bilgi ağının bir parçası olarak o gece ve devamında ihtiyacı olan kişi ya da kurumlara verebileceğim desteği vermek ve bu gibi durumlarda psikolojik anlamda insanların daha güçlü hissetmeleri için bildiklerimi bir makale olarak paylaşmak (ki şu anda o makaleyi okuyorsunuz).
- Düşüncelerinize dikkat edin (Negatif duyguların üstesinden gelin)
Daima anımsayın: Nasıl hissettiğinizi belirleyen en önemli şey nasıl düşündüğünüzdür. Korktuğunuz, öfkelendiğiniz ya da üzüldüğünüz anlarda ne düşündüğünüzü sorun kendinize ve o düşünceleri olumluya çevirin. Diyelim ki; çalıştığınız yerdeki o sünepe yönetici asistanı ya da mendebur müdür yardımcısı canınızı sıktı ve öfkenizi bir türlü atamıyorsunuz. O anda ne düşünüyorsunuz? “Bana bunu nasıl yapar?”, “Kendini ne sanıyor ki?”, “Ah şu kredi borcum olmasaydı tükürür yüzüne, basardım istifayı”…vs.
Fark edin! Cevap veremediğiniz için, istifayı basamadığınız için, karşı tarafın egosuna kapıldığınız için aslında kendinize kızıyorsunuz ve aslında o anda kızdığınızı düşündüğünüz kişinin etkisi altında olmanıza neden olan tek şey sizin kendi düşünceleriniz.
Ve lütfen dikkat! Negatif düşünce “pattern”leri sıklıkla kendimizle ilgilidir: Ya kurban rolünde ya gizli suçlu olarak ya da kendimize acımak suretiyle genelde kendimize odaklanırız. Üzgün, kızgın ya da korkmuş hissettiğinizde bunu anımsayın ve kendinizi kendinizle ilgili düşünürken yakalayın.
Odağınızı;
- O anda yaptığınız bir işe,
- Varsa evinizdeki kediye veya köpeğe,
- Mesela hep yapmak istediğiniz ve o maaşlı işe bağımlılığınızı kesecek olan ve erteleyip durduğunuz o projenize çevirdiğinizde
Sizi sıkıp duran o negatif düşünceden eser kalmayacak.
4. Katkıda bulunun
Odağın önemi yazılarımda çok sık tekrarladığım bir şey. Tony Robbins’ten öğrendiğim bu bilgiyi ne kadar tekrar edersem edeyim önemini vurgulamak için daha da fazla tekrar etmem gerekiyormuş gibi geliyor. Daha önce anlattığımdan biraz daha farklı ve basit anlatayım:
Eğer odağınız SÜREKLİ kendinizdeyse, (“Bu neden benim başıma geliyor?”, “Şu kadar para kazanmalıyım”, “Bugün şu işleri bitirmeliyim” vb.) muhtemelen orta vadede işler sizin için pek de iyi gitmeyecektir. Oysa eğer odağınızda sizden başka biri(leri) varsa işler bir anda değişir.
Eğer; arkadaşınız için, komşunuz için, aileniz için, toplum için, ülkeniz için ve hatta hatta sokakta bulduğunuz kanadı kırık bir kuş veya acıkmış bir kedi yavrusu için bir şeyler yapıyorsanız kötü hissetmeniz mümkün değildir. Büyük harflerle kocaman yazarak tekrar etmeme müsaade edin lütfen: KENDİNİZDEN BAŞKASIYLA YÜREKTEN İLGİLENİYORSANIZ KÖTÜ HİSSETMENİZ MÜMKÜN DEĞİLDİR.
Bu yüzden hayatta ne yapıyorsanız yapın, bütünün faydasına yaptığınızdan ve birilerine, bir yerlere, bir şeylere katkıda bulunduğunuzdan emin olun.
5. Sevin
Eşinizi, çocuğunuzu, köpeğinizi, arabanızı, doğayı, yolculuğu, komşunuzu, işinizi, eski okul arkadaşlarınızı, yeni tanıştıklarınızı, trafikte size yol veren aracın şoförünü, yaya geçidinde durup güvenle karşıya geçmelerini izlediğiniz insanları, evinizi, sabah akşam selamlaştığınız mahalledeki bakkalı… Sevecek o kadar çok şey var ki, aramamız bile gerekmiyor. Sadece sevgimizi hissetmek ve hissettirmek için küçük eylemlerde bulunmamız yeterli:
- Bakkala sabah “Hayırlı işler” diye seslenip el sallamak,
- Marketteki o sinir olduğunuz suratsız kasiyere “Nasılsın?” diye sormak,
- Yeni tanıştığınız birine, laf olsun diye değil, gerçek, samimi ve yürekten bir iltifatta bulunmak,
- Ofisteki çalışma arkadaşlarınıza bir kavanoz kurabiye götürmek,
- Hayatınızdaki özel insana hiç beklemediği bir anda küçücük bir sürpriz yapıp “Seni seviyorum” demek.
Zor mu? Sadece birkaç kelime ve bir iki ufak jest. Sonra da keyifle izleyin; sevginizi vermeye başladığınız anda her şey nasıl değişiyor. O suratsız kasiyer kızın yüzü nasıl aydınlanıyor; kurabiyeleri gören mesai arkadaşlarınızın ve dolayısıyla ofisin enerjisi nasıl yükseliyor, eşinizin gözü nasıl ışıldıyor.
Bunu yaparken de bir zahmet gülümseyin.
6. Gülümseyin
O kadar çok faydası var ki, bu başlı başına yazı konusu olur. Kaynak da göstererek kısaca sıralayayım, dileyen dönsün detaylara kaynağından baksın.
Endorfin
Oxford, Binghamton, Liverpool ve Amsterdam VU üniversitelerinden 8 öğretim görevlisinin, Royal Society için birlikte yaptıkları bir araştırmanın sonuçları, gülümsemenin ciddi oranda endorfin salgılamamıza yol açtığı ve böylece stresle birlikte endişeyi de azalttığını gösteriyor.
Gülümseme bulaşıcı
Sosyal medyada paylaşılan birçok video var görmüşsünüzdür. Siz gülümseyerek endorfin salgılayıp stresinizden kurtulurken, aynı şeyi etrafınızdakilerin de yapmasını sağlıyorsunuz. Almanya’da Tübingen Üniversitesi’nde yapılan araştırma bunun gerçek olduğunu kanıtlıyor. Araştırma okumak istemiyorsanız bu videoyu seyredin. Size meydan okuyorum; videonun sonunu falan beklemenize gerek yok; büyük bölümünüz 1. dakika dolmadan gülümsemeye ve sonrasında bir yerlerde de gülmeye başlayacaksınız!
Zorla güzellik olur!
Kansas Üniversitesi, Psikoloji Departmanı’nda yapılan bir başka araştırmanın sonuçlarına göre stresli ortamlarda yüzlerine gülümseme konduran denekler, nötr bir yüz ifadesi takınanlara oranla kalp atışından salgıladıkları hormonlara kadar her anlamda çok daha düşük stres belirtisi gösteriyorlar. Biliyorum zor zamanlarda gülümsemek zor ama gülümsediğiniz anda hem sağlığınızı koruduğunuzu hem de o zorlukları kolaylaştırdığınızı hatırlamak size yardımcı olabilir.
Bağışıklık sistemi
Gülümsediğinizde vücudunuzun hastalıklarla savaşmak üzere çok daha fazla akyuvar ürettiğini biliyor muydunuz? Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de enfeksiyon bölümünde yatan çocuk hastalar üzerinde yapılan ilginç bir araştırma var: İsmini “Smiling Hospital Research Team” (Gülümseyen Hastane Araştırma Ekibi) tanımının kısaltmasından alan ve masalcılar, kuklacılar ve eli işi sanatçılarından oluşan “SHORT” ekibi çocukların yanına girmeden 30 dakika evvel alınan kan değerleriyle ekip ayrıldıktan bir saat sonra alınan değerlerin karşılaştırılmasında bağışıklık sisteminin bu süreç içinde güçlendiğine dair önemli sonuçlara ulaşılmış.
Dahası var!
Gülümsemek sizi daha güzel gösterir, karşınızdakine güven verirsiniz, gülümsediğinizde daha rahat hissedersiniz, aynı zamanda sizi daha çekici kılar. Liderlik yeteneklerinizden pazarlama ve satış becerilerinize, ilişkinizden müzakere yetilerinize kadar her konuda çok daha başarılı olursunuz.
Aranızda hâlâ somurtan kaldı mı? Sanmıyorum ama yine de şunu hatırlatmam çok önemli: Gülümsemeye sabahleyin aynada başlayın, anlaştık? 🙂
7. Her şeyi kontrol edemeyeceğinizi kabul edin
Yukarıdaki şemaya bakın. Bu şemada bir “stres alanı” var. Bu stresli bir durumu temsil ediyor. Stresli durum her ne olursa olsun; o alana girdiğinizi hisseder hissetmez kendinize üç cevabı olan tek bir soru sormanız gerekiyor:
Bu durumda ve şu an içerisinde benim etkileyebileceğim ya da kontrolümde olan ne var?
Cevapları 3 başlıkta vereceksiniz:
- Hiçbir şekilde kontrol/etki edemeyeceğim şeyler.
- Bir miktar etkim/kontrolüm altında olabilecek şeyler.
- Tam anlamıyla kontrolüm altında olanlar.
Kontrol edemeyeceğiniz şeyleri zihninizde tanımladığınız anda o telaş ve panik duygusunun kaybolduğunu fark edeceksiniz. Bir miktar da olsa kontrol edebileceğiniz şeylerinse sizi biraz olsun rahatlatabileceğini söyleyebilirim. Böylece tam anlamıyla kontrol edebileceğiniz eyleme kolaylıkla odaklanabileceksiniz.
Örnekleyelim: Şirketinizin ve/veya kariyerinizin büyüyerek devam etmesi için çok ama çok önemli bir toplantıya katılmanız gerekiyor. Özenle hazırlanıyor, sunumunuzun üstünden geçiyor ve yola da normalden daha erken çıkıyorsunuz. Çok önemli bir gün bugün ve hayatınızı direkt olarak etkileyecek muhteşem bir sunum yapmak için hazırsınız; tatlı bir heyecanla yola koyuluyorsunuz.
Hiç beklenmedik bir şey oluyor. Günün o saatinde asla tıkanmayan, hiçbir geçişinizde trafik sıkışıklığına rastlamadığınız o bölgede, her ne olduysa trafik kilit ve adım ilerlemiyor. Toplantı saati yaklaştıkça ve dakikalar kat ettiğiniz metrelerden daha hızlı akmaya başladıkça o stres alanına giriyorsunuz. Öyle bir nokta geliyor ki, toplantıya zamanında ulaşamayacağınızı artık biliyorsunuz.
Hemen soruyu sorup cevapları verelim: Bu durumda neyi kontrol edebilirim, neyi edemem?
- Bir büyü yapıp da trafiği açmam mümkün değil, dolayısıyla bu konuda endişelenmenin anlamı yok.
- Duygu durumumu ve ruh halimi değiştirmek için bir iki şey yapabilirim. Şu bangır bangır çalan rock müziğini biraz daha rahat dinlenebilir, sakin ama yine de neşeli bir müzikle değiştirmek, küçük de olsa birkaç şeye etki edebileceğim bir eylem: Radyoyu kurcalamaya başladım bile!
- Tam anlamıyla kontrolüm altında olan durum ise toplantı yapılacak mekânda beni bekleyenleri gecikeceğim konusunda bilgilendirmek.
Güle güle stres! Formül de uygulaması da son derece basit!
Lütfen dikkat; yazdığım 7 maddenin çok önemli bir ortak özelliği var: Hepsi birer seçim. Sadece ve sadece siz seçer ve uygularsanız işe yarayacak seçimler. Sizden ricam seçimlerinizi dikkatli yapmanız çünkü hatırlayın: Bugün yaptığımız seçimler, gelecek nesillerin deneyimleri olacak.
Bana ulaşmak isterseniz her konuda tolga@powercoaching.us adresine yazabilirsiniz.