Zıtlıktaki ahenk: Yaşamımızdaki zıtlıklara farklı gözle bakabilmek
Her şey zıttı ile birlikte bu hayatta. Yaz ve kış, yaşam ve ölüm, özgürlük ve tutsaklık, ayrılmak ve birleşmek, kaybetmek ve başarmak. Bu iki kutbun birlikte varolması sayesinde; hayatta bazı şeylerin değerini biliyoruz. Yaşam bu haliyle bize canlılık katıyor. Bir taraf coşkulu ve tutkulu yaşama heyecanını sağlarken, diğer taraf kendimizle yüzleştiriyor. Sorgulamamızı sağlıyor; bulunduğumuz yeri, taşıdığımız yükleri, gitmek istediğimiz noktayı… Tabii ki bu bakış açısıyla bakabilirsek hayata, görebilirsek ince çizginin ötesini…
Kış olmasaydı, yaz güneşinin kattığı enerjinin farkına varabilir miydik? Güneşin yokluğu, varolduğu zamanların değerini hissettirir oysaki… Ayrılıklar bu kadar zorlayıcı olmasaydı, birleşmek için çaba da harcamazdık ve bir araya geldiğimizde o denli heyecan duyabilir miydik? Sanki her şey zıttı olanla besleniyor ve büyüyor.
Ölüm olmasaydı, yaşamın ne kadar mutluluk kaynağı, mucizevi bir yer olduğunu bilemezdik. Sonsuza kadar yaşasaydık kim hayattan beklentilerini bir an önce gerçekleştirmek için hızlı davranırdı ki!? Ya da istediklerini yapabilmek için cesurca
risk alırdı? Nasıl olsa bitmeyen bir zaman dilimi içinde, bir gün olur diye beklerdi büyük ihtimalle. Öte yandan sonlu olduğumuz gerçeği en temel kaygılarımızın bir parçasını oluşturuyor. Kabullenmemiz gereken bu gerçek, aynı zamanda bize hayatın
gelip geçiciliğini, yaşadığımız tüm üzüntülerin de tıpkı canlıların hayatlarının bir sonu olduğu gibi bir gün son bulacağını bize anlatıyor.
Bizim de yapmamız gereken; bu zor duyguların içimizde evrilip bizi başka bir yola ulaştırmasına izin verecek tutumları benimsemek. Bazı şeylerin irademiz dışında, kendi ihtiyacı olan zamanda, yani bizim tam olarak bilmediğimiz bir anda
olabileceğine inanmak. Bizi çeken her ne ise onun peşinden tutkuyla ve sabırla gidebilirsek, hayat da bize istediğimiz kapıların açılması için fırsatlar çıkaracaktır. İyi olan sadece; görebilmek, fark edebilmek, harekete geçebilmek ve vazgeçmemek, asla
ve asla…
Kaybetmek ve başarmak kutbuna bakarsak… Hep başarmaya odaklanmışızdır. Hep zaferlerimizi kutlarız. Bu kutba daha yakın olursak daha mutlu olacağımıza dair bir iç görü kazandırmıştır toplum bize. Oysaki kazanmak kadar kaybetmek de çok insani,
hatta bize dair çok şey anlatıyor. Hatta kaybettiğimizi düşündüğümüz çoğu anda, acaba gerçekten yaşadığımız bir kayıp mı? Bize getirdiği gerçek bir başarısızlık mı?
Yoksa ezbere yaşadığımız için çoğu şeyi böyle mi algılıyoruz? Başarılı bir hayat tanımı yaparken, çoğu kişi işinin zirvesinde, evli, çocuklarını iyi bir okulda okutan, mutlu insan resimi çizer. Oysaki bu sıralama mutlu olmamız için ya da başarılı olarak
tanımlanmamız için gerekli midir? Bence değil. Neden mi? Örneğin işinin zirvesinde olmak, yüksek sorumluluk, uzun çalışma saatleri, performans kaygısı, dolayısıyla fazlaca stres, tahammülsüzlük, kendimize ve çoğu zaman da sevdiklerimize az zaman ayırmayı da beraberinde getirir. Sanılanın aksine her zaman bizi mutlu etmez. Kimse kariyerinin zirvesine tırmanmasın demiyorum tabii ki, ama gerçekten sana bu iyi gelecek mi? Önce kendi içinde sana getirdiği ve senden götürdüğü bu noktaları fark et. Mutluluğa sadece zirve yaparak ulaşabileceğini düşünme. Belki de daha sakin ve huzurlu, kendine daha çok zaman ayırabildiğin saat dilimlerinin olduğu farklı bir pozisyon senin başarılı olma anahtarın. Bunu senden başka kim bilebilir, kim belirleyebilir ki?
Belki de zıtlıklardan doğan ahenk; yaşamla ilgili kabullenmemiz gereken, isyan etmek yerine, her iki ucunda bize kattıklarını fark edebilmeye yarayan, yegane duygular seremonisidir. Cem Mumcu’nun “Zemindeki her şey çürüdü ama biliyoruz ki doğa çürümeyi yenilenme için kullanır” sözü çok şey anlatır bize ve sevdiğim bir boyuta ışık tutar. Yenilenme… Burada da yeni bir zıt kavram sunar hayat bizlere belki de, en dip noktandan yeniden doğma, dönüşebilme… Birçok felsefe de böyle yaklaşmıştır yüzyıl boyunca bu zıt bulunuşluklara…
İlginizi çekebilir: Zorlayıcı duygularla temas: Acının bize söyleyecekleri var