Hayatımızda doğduğumuz andan itibaren bir şeyler yaşamaya ve deneyim oluşturmaya başlıyoruz. Bebeklik çağında farkında olmasak da (bu yaşlarda yaşadıklarımız da bizi şekillendiriyor), özellikle belli bir yaşa geldikten sonra etrafımızı taklit ederek, bir kişilik yaratıp onu oynuyoruz. Tüm öğrendiklerimizi ve deyimlerimizi, kendi kimliğimiz adı altında kocaman bir BENLİK algısı ile var ederek, her gün yaşamaya devam ediyoruz. Peki sana çok basit bir soru sorsam cevaplayabilir misin acaba?
Tüm o yaşadığın deneyimlerini ve sıfatlarını bıraksan şu anda SEN kim olurdun?
Hikayelerimiz ve bunlar üzerinden tariflerimiz bizi biz yapan en önemli öğeler. Ne yazık ki birçok hikayemiz işe yaramayan cinsten. En azından bu hayat deneyiminde ilerlememiz için pek de kullanışlı değil. Neden mi? Şöyle bir basit örnekle açıklamaya çalışayım. Misal sen daha küçük bir çocukken (farkındalık denen kavramdan bile haberin olmayıp her yaşananı doğru olarak kabul ettiğin ve her şeyin sana gerçek olarak geldiği dönemde) sana bir öğretmenin yaptığın ödevin yetersiz olduğunu söylüyor, sınıfta seni azarlayarak küçük düşürüyor. Sen de bu deneyimden o kadar çok etkileniyor ve bunu o kadar içselleştiriyorsun ki, işe yaramaz, yetersiz biri olduğun yargısını otomatik olarak DOĞRU kabul ediyorsun.
Bu kabul üzerinden bir sonraki ufacık bir yetersizlik deneyiminde hemen bir önceki deneyimi hatırlayarak bu durumu perçinliyorsun. Ve defalarca bu durumu tekrar ettiğin için, bu senin için o kadar büyük bir DOĞRU hikaye haline geliyor ki artık bir şeyi yapmadan önce “YETERSİZ” olduğunu bildiğin için, onu yapmaya bile uğraşmadan, otomatik olarak yenilgiyi ve başarısızlığı kabul ediyorsun.
Bu küçük örnekte olduğu gibi çok basit bir olayla başlamış bir hikaye, devamında tüm hayatını etkileyen kocaman bir DOĞRU halini alıp senin kişilik özelliğin olabiliyor. Ve düşün ki deneyimlerimiz sonucu kendi kendimize doğru kabul edip, yarattığımız ne kadar çok hikaye mevcut. Ben “SEVİLEMEM”, “DEĞERSİZİM”, “ÖNEMSİZİM”, “KUSURLUYUM”, “ÖZGÜR DEĞİLİM” ve bunun gibi DOĞRU kabul ettiğimiz birçok hikaye…
Peki hikayeyi anlatan kim? ZİHİN.
Ya hikayeyi dinleyen kim? KENDİN.
O zaman burada bir gariplik yok mu? Aslında zihnin de sana ait bir yapı değil mi? Onu da rahatça kontrol edebilmen gerekmiyor mu?
Ne yazık ki süreç böyle işlemiyor. Hepimize küçüklüğümüzden beri ne yapmamız, ya da ne yapmamamız gerektiği o kadar güzel öğretildi ki. Fakat kafamızın içinde konuşan hikaye anlatıcıyı nasıl yönetebileceğimiz öğretilmedi. Bunun için kimseye kızamayız, çünkü bilmedikleri bir şeyi bize öğretmelerini bekleyemeyiz. Sadece bunun farkına varıp anlayabilmiş ve bu süreçten geçmiş birisi size bunları anlatabilir ve öğretebilir. Tabi eğer şanslıysanız böyle birisiyle tanışmışsınızdır. Yok eğer tanımıyorsanız da üzülmeyin çünkü bu yazıyı okuyorsunuz!
Kendi hikaye anlatıcınızı ve size anlattığı hikayeleri anlamak istiyorsanız sadece bunun için FARKINDALIK sahibi olabilecek bir şeyler yapmalısınız. Ben kendi adıma bunun için YOGA pratiği yapıyorum. Özellikle düzenli meditasyon sayesinde, zihnimde bana hikayeler anlatan hikaye anlatıcının anlattıklarına inanmamaya ve daha çok işime yarayan yeni hikayeler oluşturmaya başladım.
İlk adımda eski hikayeleri bırakıyorsun, ikinci aşamada ise seni yolunda ilerletecek yeni kullanışlı hikayeler yazıyorsun ve onları oynuyorsun. Evet, yanlış okumadın; yine bir hikaye oluşturuyorsun, ta ki hiçbir hikayeye ihtiyacın olmadığını ve kendini tanımlamak için hiçbir şeye ihtiyaç duymadığını idrak ettiğin o aşamaya gelene kadar.
Eski yazıtlardan birisi olan Şiva Sutralar’da da belirtildiği üzere “Bilgi esarettir” (Jnanam Bandaha). BENLİK bilgisi ya da diğer bir değişle BENLİK hikayesinden özgürleştiğin o noktada, bütün bu esaret ortadan kalkacak. Senin için ortada ne bir hikaye anlatıcı kalacak, ne de onun tatlı ve acı hikayeleri…
Tüm hikayelerden ve konseptlerden özgür olabildiğin o noktada, ÖZ’de buluşuncaya kadar sevgiyle kalman dileğiyle…
İlginizi çekebilir: Zihnini sustur: Sen hiç sessizlikteki saadeti yaşadın mı?