Zihnin sınırlarını görmek iyileştirir: Şikayet etme hali bizi nasıl etkiler?
Şikayet aklını, aklın bedenini, bedenin hayatını yoruyor… En çok duyulan şikayetler arasında “İnsanları anlamakta zorlanıyorum veya beni kimse anlamıyor” cümlesi yer alıyor.
Peki, hiç düşündünüz mü insanları neden anlamadığınızı veya kimsenin niye sizi anlamadığını. Hatta bir de şuradan bakalım; herkes siz ne deseniz yanlış mı anlıyor veya konuyu hep çarpıtıyor mu? Ben çok düşündüm, hatta çok araştırdım çünkü hayatımın temel sorusuydu. Ya çok aptaldım ya da çok zekiydim gibi iki olasılığın içine kendimi sıkıştırdım. Çok sonraları fark ettim ki insanlarla ilgili bir durum yoktu, hatta benim zekâ seviyemle da hiç alakası yoktu. Tüm mesele şuydu: Ben gibi olmayanlardan ben gibi olmadıkları için şikayetçiydim.
Hayatımın keşfiydi bu, içimde karanlık, dramatikleşmiş ne varsa bir anda tuz buz olmuştu. Öyle ya hayatımda sorun olarak gördüğüm, düzeltmeye çalıştığım, kendime sahte sahte kendim olmayan alışkanlıklar kazandırdığım ve asıl olan bana körleştiğim her şeyin sebebi “ben olmayanlardan ben gibi olmadıkları için şikayet etmekmiş”, her şeyi dramatikleştirip hayatımı zindana çeviren tüm meseleler bu bakış açımın bende yarattığı sahte benliğimin eseriymiş. Midemin yanmaları, böbreklerimin ağrımaları, hatta sivilcelerim bile bu sahte benliğimin şikayetleriyle bedenime uyguladığı baskıdan kaynaklanıyormuş.
Şimdi 51 yaşındayım ve tek bir hastalığım yok, sivilcem dahi yok çünkü şikayet eden bir tarafım yok. 35-40 yıl ilmek ilmek ördüğüm sahte benliğimden her gün biraz daha kendime uyanışa yönelik yaşıyor olmak, bedenimi özgürleştirdi. Bazen omzum ağrıyor, bazen bacağım ya da midem ara ara yine tutuyor ve hemen sahte benliğimden bir parça daha bulup kendime yöneldiğimde geçip gidiyor ağrılar. Hiçbir rahatsızlık bende kalıcı olmuyor; en kısa sürede sadece kendimi gözlemleyerek nerede kendim olmayan bir alışkanlık varsa onu bulup kendimi iyileştiriyorum.
“Her şey iyi güzel de, bunu nasıl yapıyorsun?” derseniz, daha büyük bir keşfimi sizinle paylaşabilirim. Üstelik benim yıllarımı alan ve sayısız insanı gözlemleyerek, küçük küçük deneme yanılmalarla keşfettiklerimi artık pratikleşmiş haliyle paylaşabilirim.
Bu tanımı bana Human Design yapıyor. Önceleri çok anlamasam da şimdilerde kabule geçtiğim benliğimle örtüştüğünü görüyorum. Human Design benim yaşam yolumum “deneme yanılmalarla nelerin yapılmayacağını öğrenip pratikleştirerek öğretmek”tir.
Nasıl ki her ülkenin kendine has bir dili var, her bölgenin kendine has bir aksanı varsa, her insanın da kendine has bir dili ve aksanı var. Bunu fark etmek aklımdaki şikayet yapbozundaki tüm parçaları tamamladı. Kendi alışkanlıklarımla, kendime dair oluşturduğum dil ve aksanla yaşam içinde hareket ederken, diğerlerinin de kendilerine has bir dili ve aksanı olduğunu kabul etmek ilk büyük adımımdı. Çünkü her insan çocukluk itibarıyla zihnin ezberlettiği sınırlarda sıkışıyor. Zihnin sınırlarıyla diğerleriyle aynı gibi olmaya çalışırken ne kadar farklı olduğumu böylelikle öğrendim.
Mesela, çok bilindik bir örnek üzerinden gideceğim. Menemen soğanla yapılır veya yapılmaz tartışması. Birini düşünün çocukluğunda bahçesinde soğanlar yetiştiği için her şeye soğan doğruyor. Bir diğeri de çocukken soğanlı yediği bir yemekten kusmuş ve bunun üzerine soğanın kendisine iyi gelmediği sonucunu çıkartıp soğanlı yemekleri yemiyor. Bu iki kişinin de evlendiğini var sayalım ve soğan seven kişi, evin yemeklerini yapan kişi olsun. Soğan seven, alışkanlığı doğrultusunda eşinin soğan sevmediğini unutup soğanı doğruyor. Sevmeyense şikayete başlıyor: “Bana hiç değer vermiyorsun, beni sevmiyorsun, sevmediğimi hala öğrenemedin mi?”
Seven de diyor ki: “Asıl sen beni sevmiyorsun, insan sevdiği için çiğ tavuk yer!” Bu şekilde süregelen bir tartışma o kadar büyümüş ki artık toplumun tartışacağı bir mesele olmuş gibi geliyor bana. Ardından eşler hasta, toplum hasta, hayat hasta; sebep soğanlı olur, soğansız olur.
Ne kadar basit şeylerin ne kadar büyük sonuçları olduğunu görememek ise “o üzülmesin, bu kırılmasın, şu yanlış anlamasın, bu sevsin, onun iyiliği için” gibi sözde iyi niyetlerden kaynaklanıyor. Sözde iyi niyet diyorum çünkü bu alışkanlıkların sürekliliğinde gelişen sahte benlikler buna gerçekten ikna oluyor ve ikna etmeye çalışıyor.
Böyle gelişmiş bir toplum alışkanlıklarının bağımlıları olarak da hiç kendini sorgulamayan insanların çaresizliklerini dinlemek bana artık hiçbir şey hissettirmiyor. Şikayetlerimin artıkça arttığı dönemlerde ise ahlarım vahlarım bitmezdi.
Kıssadan hisse: Ne oluyorsa zihnin sınırlarında oluyor. “Ben yapmadım o yaptı. Onun yüzünden. Onun için. O böyle olsaydı… O bunu yapsaydı…” diyen sınırları aşmak, sınırların arkasındaki kendini keşfetmek, benim bildiğim bedeni ve hayatı iyileştirmenin günümüzdeki tek çözümü. Çünkü bendeki iyileşmeler sadece bu sınırların ardını görünce başladı. Kontrolüm dışında gelişen tüm denklemleri zihnimin sınırlarını aşmaya başladıkça çözdüm.
Zihnin sınırlarını görmek hayatınızı iyileştirir; yoksa şikayetlerle aklınızı, aklınızla bedeninizi, bedeninizle hayatınızı yorarsınız. Sahte benliğinizi fark edip öz benliğinizle var olmanız dileğim.
Hayat sanıldığı kadar zor ve acımasız değil. Hayatı zor ve acımasız yapan sahte benliklerin bitip tükenmek bilmeyen beklentileri.
Kontrolünüz dışında gelişen denklemleri çözmenin püf noktası zihnin sınırlarını aşmak. Zihninizin sınırlarını aşmanın püf noktası ise beklentilerinizi kendi dilinizde ve aksanınızda ifade ettiğinizi, diğerlerinin de kendi dilleri ve aksanları doğrultusunda algıladığını kabullenmek. Algıladığınız gibi algılanmadığınızı çözmenin püf noktası ise şikayetlerinizde saklı.
Gelişim sürecine dair günlük püf noktalar almak isterseniz @nalan_kahraman Instagram sayfasını takip edebilirsiniz.
Sevgilerimle…
İlginizi çekebilir: Doğru zamanda, doğru yerde, doğru soruyu sormak hayat kurtarır