Zihnin hapishanen de olabilir özgürlüğün de; seçim senin
Kapadokya’ya geldim bu sabah en erken uçakla. Sabah 05:00’te uyandım, şu an saat akşamüstü 17:00. Tek başımayım. Otele geldim, kitap okudum, kuşları dinledim, dağ taş izledim, uyudum, uyandım. Fark ettim ki 12 saattir kimseyle konuşmuyorum birebir. Ağzımı açmamışım. Telefonum olmasa bu sessizliğin tam hakkını vermiş olacaktım belki de ama iki mesaj sohbeti var tabi arada. Sessizliğimde deneyimliyorum bugün hayatı. Farklı oldu benim için, değişik.
Kendi başımayken şu an zihnimin girip çıktığı yerleri fark ettim az önce. Bir hayallerde, bir geçmişte, bir sorgulamalarda, bir boşlukta, her yerde… Farkına varmasam o genelde bildiği yola gitmeyi tercih ediyor; geçmişe. İçine girdikçe en ince detaylara kadar tekrar aynı durumları, aynı hisleri yaşatabilecek geçmişe… İçine girdikçe kaybolacağımız geçmişte dolanmayı oldukça seviyor.
Fark ettim ki sadece zihnimizle özgür de olabiliriz, delirebiliriz de. Şu an oturduğum kuş cıvıltılarının asla kesilmediği, aslında harika huzurlu yerde içim sıkışıp ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilemediğim noktaya da gelebilirim; ya da aynı yerde kendimi çok hafif de hissedebilirim. Ortadayım ben şu an. Yargılamadan gözlemleme halindeyim kendimi. İzliyorum uzaktan sanki kendimi. Bu da enteresan bir deneyim. Tavsiye ederim çünkü insan kendi kendine ağzını bile açmadan çok ilginç şeyler keşfediyor kendisiyle, hayatla, varoluşuyla ilgili.
Bu ara sürekli zihnin gücü hakkındaki sohbetlerin ortasında buluyorum kendimi, ya da okumaya başladığım kitaplar tam da bununla ilgili çıkıyor. Şimdi bir de böyle sessizce bakarken kendime, bir şeyler oturuyor yerli yerine.
Geçen gün kendimi iyi hissetmiyordum. Kardeşimle konuşuyorduk. “Gamze” dedi, “sürekli beyninde aynı şeyleri döndürüp döndürüp duruyorsun, sonunda delirteceksin kendini. Enerjini yanlış yerlere yönlendiriyorsun. O düşünüp durduğun yerden böyle çıkamayacaksın. Kaynağına in. Nedenine bak. Seni korkutan ne, seni oralarda döndüren ne oraya bak.”
Sonra anladım demek istediğini. Korkularımı gördüm, asıl sebepler çıktı su yüzüne. “Bundan sonra her aynı şeyi düşünmeye gitmek istediğinde zihnin, dur orada. Bil ki seni oyalamak için yapıyor sadece. O an seni oraya yönlendiren korkularını söyle yüksek sesle kendine. Yüksek sesle söyle ki kendin duy. Sıkışmasınlar, sıkıştırmasınlar seni daha fazla”.
İşte hayatımı kurtaran bir diyalogtan bir parça. Bu konuşmadan beri ne zaman zihnimi geçmişe koşarken yakalasam dur diyorum. Sonra başlıyorum kendime korkularımdan, endişelerimden, kaygılarımdan bahsetmeye. Ne oldu biliyor musunuz? Özgürleştim. Hafifledim. Korkumu dillendirdikçe daha da büyüyecek diye korkuyordum. Aksi oldu. Dillendirdikçe beni terk etmeye ve bana alan yaratmaya başladılar. Artık zihnimde geçmişte saatlerce kaybolup ruhumu sıkıştıracağıma, anında fark edip o gücü kaynağına yöneltiyorum ve ruhumu özgürleştiriyorum.
Daha önce hiç böyle hafif hissetmemiştim. Bu benim için çok yeni bir yol. Ama işime yaradı. Çok iyi geldi bana yüzleşmek, yüksek sesle: “ödüm kopuyor şundan bundan, şu/bu konuyu ya hiç yapamazsam…” diyorum ve hoop gittiler bile görüldükleri an! Bana alan açtılar. Artık sıkışmak, ağırlaşmak yok; hafiflik, özgürlük var.
Stefan Zweig’in Satranç isimli kitabını okudum dün. Birkaç saatte bitti zaten. Okumayanınız varsa tavsiye edeceğim bir kitap olur. Anlatmayacağım ama bir adamın sessiz bir odada aylarca kendisiyle kalıp zihnini yönlendirmeleriyle neler yapabildiğini görüyoruz aslında. Çok acayip! Orada da o kuvveti görünce etkilenmemek elde değil. Aynı şekilde başka odaya konan insanlardan delirenler de oluyor, ama bu adam zihniyle satranç oyununa öyle bir tutunuyor ki.. Sonrasını siz okuyun, söylemeyeceğim tabii ki.
İnsan dışarıda da olsa kapalı bir odada da olsa -evet koşullar tabii ki etkiliyor ama- beyin, zihin öyle bir şey ki… Aslında görüyoruz ve fark ediyoruz ki biz yaratıyoruz, biz kendimiz yaşıyoruz o kendi yarattığımız gerçekliği. Çevre, yaşadığımız olaylar sadece illüzyon oluyor bir noktadan sonra.
Korkutucu. Hem inanılmaz bir mucize ama hem de korkutucu. İnsan kendi zihninden korkar mı? Eğer neler olduğunu fark edemiyorsa, gücünü eline alamıyorsa korkmalı bence. Adamı batırır da çıkarır da. Sadece zihin gücüyle bir hayatın en derinden değişebileceğini anlamaya başladığım bir dönem bu. Sürekli oturup pozitif düşünmekten falan da bahsetmiyorum. İşinize yarıyorsa ne ala ama bazen bende işlemiyor. İşte tam da o noktada korkularımla yüzleşmek bende yeni bir yol açtı, benim yeni ışıklı yolum oldu.
Her şeyden önce ne var ise olduğu gibi kabul etmek. Öyle bir noktaya geldim ki ne isteğim var, ne hayalim; ne de bunların getirdiği beklentim. Bıraktım her şeyi. Geçen gün arabada: “Tamam Allah’ım teslimim sana ne yapıyorsan yap, kabul” diye yüksek sesle konuştuğum an hafızamda şu an hala. İçine hayallerimi yazdığım kolyemden de çıkardım dileklerimi. Bomboş şu an ve hala boynumdan çıkarmıyorum. Gelecek her şeye kabul olduğumu, açık olduğumu, bıraktığımı hatırlatıyor bana.
Tabii ben de bu sırada oturmuyorum kös kös. Sevdiğim şeyleri yapmaya odaklandım bu sırada sadece. O an bana keyif veren, içimden gelen her şeye. Ve hiç böyle yaşamamıştım daha evvel. Gözlerimle görüyorum ki ben bıraktıkça ve “ne olacaksa olsun amaan” dedikçe, hiçbir beklentiye girmedikçe hayatıma inanılmaz mucizeler akmaya başladı! Gerçekten inanamıyorum bunları gördükçe! En basitinden ben çok programlı bir tipimdir normalde. Yaz tatillerim kıştan ayarlanır, belli olur. Öyle rahat ederim. Bu defa öyle bir bıraktım ki hiçbir şey planlamadım. Hatta insanlar bana; “program yapsana yaz geldi, tıkılıp kalacaksın İstanbul’da” diye sürü uyarılarda bulundular. Ama bana bir şey oldu ve “yok ya giderim bir yerlere bakalım hayat ne getirecek” diye bu sefer de bana göre aşırı bir rahatlığa girdim. Ne oldu peki? Şu an hayatımda olmadığı kadar yazın tatil programlarım var. Nasıl oldu anlamadım ama hepsi ayrı ayrı şekilde önüme geldi ve bana sadece tamam deme kısmı düştü o kadar. Bu en basit örnek ve bunun gibi milyon şey akıyor şu an hayatıma. Ve ben heyecanla izliyorum!
Gerçekten “bırakmak” ne demek bu sıra anlıyorum. Bırakınca neler olabiliyor şimdi görüyorum. Hayat çok acayip. Zihnimizle inat edip tutunmazsak bildiklerimize; o en kolay, en rahat, en tatlı şekilde bambaşka eğlenceli şeyler sunuyor önümüze. Güvenmek lazım.
O güven de öyle kolay olmuyor biliyorum. Ben bu noktaya gelene kadar nerelerden geçtim bilseniz. Sonunda zaten yorulup pes edip; “ne oluyorsa olsun daha fazla uğraşamayacağım, her şeye tamamım” noktasına geldim. Evveli baya zihin tutulmaları. Ama oralardan geçmesem buraların ne demek olduğunu anlamazmışım. Oralardan öyle sert geçtim ki; o zihin tutulmalarından; bırakmanın özgürlüğünün ne demek olduğunu o yüzden iyi anlıyorum, hissediyorum bence şu an.
Demem odur ki zihnimiz bizi gerçekten delirtecek noktaya götürebilir de, özgürlüğümüze büyük katkılarda bulunabilir de. Çok, çok, çok kuvvetli bunu bilin. Dikkat edin. Onu, bunu, şunu yapın demeyeceğim. Kolay iş değil bırakmak. Ama gözlemleyin diyebilirim. Yargılamadan sakince gözlemleyin kendinizi. Bir şeyleri anlamaya başladığınız noktada gücü zihnin elinden alıp hayatınıza yepyeni kendi isteğiniz doğrultusunda bir sayfa açabiliyorsunuz zaten. Yaşasın hafiflik ve özgürlük!
Darısı başınıza…
Çok çok bol bol sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Hayatta var olmanın en güzel yolu: Merkezinde kalmak