“Kader kalıbınıza örülü gelen her şeyi kabul edin, çünkü ihtiyaçlarınıza ondan daha çok ne uyabilir ki?” – Marcus Aurelius
Yılın son günlerinde beni bir telaş sardı. Aceleci, ama heyecandan kaynaklanan bir acele… Koşan bir kalp ritmi… Hani her yıl sonunda haber kuşağında ayın en önemli haberlerini art arda sıralarlar ya, bende de oldu bu. Zihnimin derinliklerinde, yüreğimin görülebilir kısmında…
Koskocaman bir yıl ve o yılın içindeki birçok günde yaşadığım birçok olay ve onun halen devam eden/yarım kalan duyguları; kırgınlık, iğneleme isteği, yaralar, suçluluk… Evet, yılın tam son bir buçuk ayına yayılan bir süreç oldu bu. Alakasız bir zamanda bambaşka bir sohbetin ortasında fincanımdan bir yudum aldığım o anda fark ettim ki; halen ne kadar öfkeliyim! Koskoca bir YIL geçti, ama öfkem içimde taptaze… Halen ne kadar kırgınım! Koskoca yüzlerce gün geçti ama üzüntüm içimde yeşeriyor. Koskoca 365 gün geçmiş. Doğumlar olmuş, ölümler olmuş, devrimler olmuş… Yeni yıla bu duygularla giremezdim, hayır. Girmemeliyim! Evet, tam olarak kahve içerken (pek de iyimser olmadığımı fark ettiğim bir anda) pırıldadı bu.
Kalbimin atış ritmini duydukça kulaklarımda, koşarak o günlere gidip hemen her şeyi değiştirmem gerektiğini hissettim. Geçmişe gidip ne kadar yarım kalanlarım varsa, hepsiyle vedalaştım, Onları olması gerektiği gibi, olması gerektiği yerde bıraktım. Kimi zaman beklediğim gibi olmadı ama bu bende yarım kalmaya meyil edecek yeni bir duyguya da sürüklemedi, nasıl sürüklesin ki? Geçmişte olanı kabul etmenin hafifliğini yaşarken? Beklentisizken…
Bu sene yeni yıla koşarcasına bambaşka duygularla girdim. 2017’ye şükreden, kalıplardan soyunan, kalıba ihtiyaç duymayan, olanı olduğu gibi kabul eden, kendini görmek için artık aynaya çok da ihtiyaç duymayan, çok daha sakin, yeniye açık, yeniye heyecanlı, yeniye koşarcasına, sevgiye daha çok yer açarak yüreğimde… 2018’deyim.
Düşüncelerimi pratiğe dökerek, yoga pratiğime daha da can katarak, kendi oluşturduğum alanımda, kendimle… Ve koşarak! Hayatında hiç koşmamış ben, buna rağmen içinde aylardır süregelen gelen koşma isteğini de pratiğe döktüm… Şaşkınım! -Ben de düşünüyorum günlerdir, neden içimde bu koşma arzusu? Halbuki gözümün önünde ve yaşıyormuşum, hiç fark etmemiştim- Çünkü ne olursa olsun içimde koşan bir şey olmamalı ancak bunu gerçekten koşarak yapabilirdim… Herhalde yapabilirim, bilmiyorum henüz, daha yaşayıp görmek lazım.
Yoga ile ilgileniyorsan bilirsin, içinde bulunduğun pozda derinleşmeye başlarsın, nefesinle oradasın ve sen o pozsun aslında. Bazı anlar gelir ki, pozda durmamak için zihnin koşar da durur. Belki acıyı hissedersin bir bölgende ve çıkmak istersin o an pozdan. Nasıl olsa yine yapabilirsin. Öyle değil mi? İşte hayatında her şey bunun üzerine kurulu. Nasıl olsa yine yapabilirsin ama peki ya sen vazgeçtiğinde ya da sen acıyı/gelen herhangi bir duyguyu fark ettiğinde onu orada, o şekilde kabullenmez isen, geri döndüğünde değişen ne olacak? Sen mi? Acının bir başka şekli mi? İşte bu senin hayattaki en büyük pratiğin. Her an, her saniye yaşadığın şeyde yaşadığın kadar var oluyorsun, aslında sen yaşadığın her ne ise, O’sun..
Geçtiğimiz yılın kattığı en büyük iki ders; “bırakmak ve kabullenmek” oldu. Eckhart Tolle’nın aşağıdaki sözleri ise; bu kelimelerin bir araya gelmesine vesile oldu, ne de olsa; artık olanı olduğu gibi kabul etmek niyetimle!
“Yapmanız gereken şeyi yapın. Olanı kabul edin. Zihin ve direnme eş anlamlı olduklarından, kabullenme sizi hemen zihnin hakimiyetinden kurtarır ve Var’lığa yeniden bağlar. Sonuç olarak, sizi bir şeyler “yapmaya” yönlendiren alışılmış ego güdülemeleri -korku, hırs, kontrol, sahte benlik duygusunu savunma ya da besleme- işe yaramayacaktır. Şimdi zihinden çok daha büyük bir zeka iş başındadır ve böylece sizin “yapışınıza” farklı bir bilinç niteliği akacaktır.”- Eckhart Tolle
Yürüdüğün yolda ardında bıraktığın ayak izlerin, ışık olsun o yola, yoldakilere… Yürüdüğün yol buralardan geçerse, beklerim, ışığını paylaşmaya…
İlginizi çekebilir: Sabah rutini: Güne başlarken 15 dakika yoga