Etrafınızdan bir övgü duyduğunuzda ilk tepkiniz ne oluyor? Belki de ilk soru şu olmalı: Övgüleri duyuyor musunuz, yoksa üstünüze oturmayan bir elbise gibi onları alelacele fırlatıp atıyor musunuz? “Aslında herkes yapar bunu”, “Abartacak bir şey değil”, “Kibarlık ediyorsun” gibi birbiri ardına o övgüye bahaneler mi üretiyorsunuz? Bizler kendimizi sevmekten çok dövmeye daha meyilli olduğumuz için dışarıdan negatif bir yorum geldiğinde ona yapışıp kalırız, olumlu yorumları ise gerçekçi bulmaz ve başımızdan savuştururuz. Peki nedir bu tutumumuzun tanımı? Dr. David Burns’e göre yaptığınız tam olarak “Olumluyu Geçersiz Kılma.”
Birileri sizi takdir ederken, yaptığınız katkıyı önemserken, seçimlerinizi beğenirken, siz eğer bu yaklaşımlara karşılık tüm bu özelliklerinizi yok sayıyorsanız ve hatta siz kişisel olarak pozitif yönlü katkılarınızı küçümseyip görmezden geliyorsanız Bilişsel Çarpıtmalar’dan Olumluyu Geçersiz Kılma maddesini uyguluyorsunuz demektir.
İnceledikçe, öğrendikçe görüyoruz ki bu tutuma Şema Terapistler kötü ebeveynlik (kendinize karşı ebeveyn olma hali kastediliyor) derken, Dr. Burns Olumluyu Geçersiz kılma diyor. Tanımları bir kenara koyarsak öncelikle bunun yaygın bir tutum olduğunu fark edebiliriz.
Bireysel hayatımızda ya da yakın çevremizde olumlu, teşvik edici cümleler duyduğumuzda elimizin altındaki ilk tepki bunun pek de abartılacak bir şey olmadığından yana oluyor. Bizler hangi aşamada kendimizi takdir etmeyi, güzel özelliklerimizi okşamayı, kıymetli katkılarımızı görmeyi atladık bilmiyorum. Ya bu özellik bize toplumsal kültür gereği hiç uğramadı ya da bu tutum ailemizde edindiğimiz bir yaklaşım olmadı. Belki de kendimizi takdir etme yönümüz vardı ancak; hayatta ilerlerken yolda bir yerlerde eskittik, yıprattık onu.
Bilişsel Çarpıtmalar’dan biri olan Olumluyu Geçersiz Kılma, olumlu özelliklerin yok sayılıp göz ardı edilmesini, hatta zaman zaman hızlı manevralar ile bunların olumsuza çevrilmesini açıklar. Olumsuz bir deneyimi çoğunlukla havada kapar ve kendimize bir şekilde ikinci sınıf muamelesi yapmaya meyil ederiz. Aksine olumlu bir olayda ise “Şans eseri oldu, sayılmaz” deriz. Bu tutumumuzda ödediğimiz bedel ise güzel anların, sahip olduğumuz kıymetli özelliklerin kıymetini bilmemek olur. Hayatın zenginliğini alıp götüren, üzerimizde gereksiz bir kasvet yaratan bu özelliği fark edip silkelenip onu üzerimizden atma zamanı geldi.
Duygularımız düşüncelerimizden besleniyorsa ve bizi sarmalayan duygular bir sonraki adımımızı şekillendiriyorsa, evet kişisel olarak kendimizden memnun olma hali oldukça önemli bir motivatör. Duygularımızın körüklediği bir sonraki adım, cesaretle atılan ileriye doğru bir hamle de olabilir, ürkekçe geriye doğru atılan bir adım da.
Genelde sevdiğimiz insanlara sıklıkla cesaretlendirici sözler söyleriz. Onlara yürekten inandığımız olumlu özelliklerini, başarılarını söylemekte cömert davranırız. Söz konusu cömertlik konu kendimize geldiğinde ise bir parça adaletten yoksun bile olabilir. Hep daha iyisini yapmayı diliyorsak; örneğin hayatımızı daha verimli, huzurlu, heyecanlı yaşamak istiyorsak, öncelikle bu güne kadar bu yönde attığımız adımları bir hatırlayalım. Tüm çabalar takdiri hak eder. Bugüne kadarki çabalarımızdan, başarılarımızdan, denemelerimizden cesaretle takdir edilesi her davranışımızın farkına varıp bir sonraki adımımıza giden bu yolda onların katkılarını fark etmeye başlayalım.
İlginizi çekebilir: Zihnimizin olayları çarpıtma gücü 3: Olumsuzluk “filtre”nizin farkına varın