Düşünceler…
Arabada gidiyoruz. Yol uzun. Değişen manzaranın hızında değişiyor düşüncelerim:
“Varınca evi hızlıca toplar, tuvalete girer çıkarım. Nişantaşı’nda trafik olur kesin. Zadig’in oraya bırakayım. Belki benim çanta indirime girmiştir. Alsam mı? Doktor da bekletmese bari. Ne diyecek acaba? Soğukkanlı olmalıyım. Acaba boyaya yetişir miyim? Saat 5 demiştik. Yılmaz yarın da yok, izinli. Off… Çişim geldi. Dursak mı?”
Ben öylece düşüncelerden düşüncelere zıplarken sordum:
“Çok sessizsin. Ne düşünüyorsun?”
“Hiiiç!”
Hiçbir şey düşünmemek mümkün mü?
Zihnimizin çalışma prensibi düşünce üretmek üzerine kurulu. Düşünmemek mümkün değil; kalbe kan pompalama demek gibi bir şey.
Hiçbir şey düşünmüyorum derken kasıt paylaşmak istememek ya da yukarıda benimkine benzer kakofoniden ayrıştırıp anlatmaya değer bir şey olmadığını ima etmek olabilir mi?
Kakofoni candır! 🙂
Kakofoniden şikayet etmeyelim; her ne kadar zihnin uyumsuz düşünce yoğunluğu, gürültüsü gibi duyulsa da zihnin belli bir konuda döngüye düşmesi daha ciddi ele alınması gereken bir konu. Ruminasyon deniliyor zihnin bu haline. Zihnin geviş getirmesi olarak da düşünebilirsiniz. (Metaforları severim.) Olumsuz bir düşünceye ya da geçmişte yaşanmış bir duruma takılı kalarak tekrar tekrar aynı şeyleri düşünme hali. Hepimiz hayatımızın bir döneminde rumine etmişizdir eminim ancak bu durum depresif düşünceleri ve kaygı bozukluğunu tetikleyecek boyuta gelebilecek kadar hassas bir konu olduğu için üzerinde konuşmaya düşünmeye olanı fark etmeye ihtiyaç duydum.
Hayatta kalma dürtümüz evrimimizin bir parçası olarak bugün kendini olumsuz düşüncelere verdiğimiz tepkilerde gösteriyor. Yaradılışımız tehlikeyi, olumsuzu yakalamak üzerine kurulu. Hayatta kalmak ancak tehlikeyi sezebilen ve tedbirini alabilene bahşedilmiş. İlkel çağlarda vahşi hayvanlara verdiğimiz tepkiye bedenimiz olumsuz düşüncelere de verebiliyor. Ayrışma ancak farkındalığı gelişmiş bir zihin ile mümkün.
Rumine eden bir zihin stres ve kaygı düzeylerini ateşler. Sürekli aynı olumsuz senaryoları zihin sinemasında oynatmak, olanı ve hatta olmayanı büyütür; büyüyen yer kaplar ve anı yaşamanızı engeller. Dahası bir sorun ile karşılaştığınızda o kadar stres ve kaygı içinde olursunuz ki yaratıcı düşünme becerinizi baltalar. Sorun olarak tanımladığımız şeyler genellikle bakış açımız değiştirdiğimizde, olumlu zihin yapısı ile yaklaştığımızda kendi kendine çözümlenir. Ruminasyon hali olumsuza ve pişmanlıklara takılı kaldığından sorun çözme beceriniz de zayıflar. Dahası sorunları çözecek kişi olan kendinize inancınız zayıflar. Geçmiş hatalardan sıyrılamadığınız için öz değerinizi düşük algılar ve çözümü kendiniz dışında “dışarıda” ararsınız. Bu da yetersizlik hissi ve öz güven eksikliği ile stres ve kaygı düzeyinizi ateşler.
Başa döndük!
Rumine ettiğini fark etmek ve zihni ana getirmek gerek aksi takdirde döngüsel bir şekilde başa sarıyor. Yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan misali!
Bu döngüden kurtulmak için neler yapabiliriz?
Ana gel ve topraklan. Nefes en doğal çapa. Her yerde seninle. Özel bir alet kutusu taşıman gerek yok. İçe dönebilmek için gözlerini kapat ve derin nefes ile bedeninde nefesin hareketine odaklan. Nefesin bedeninin içindeki yolculuğunu takip et. Çok değil 3 nefes ile ana gelebilirsin. Ana geldikten sonra o negatif düşünceleri tartabilirsin. Ne kadarı gerçek? Ne kadarını sen düşündükçe büyütüyorsun? Ruminasyon en kötü olasılıkları tekrar tekrar zihninde yaşatıyor sen de varsayımlarını gerçek gibi algıladığını için büyüttüğün ve beslediğin varsayımların. Varsayımları ayıkladıkça daha sakin olabilmek mümkün.
“Boş Kayık” hikayesi
Kaygılarından kurtulmak isteyen bir öğrenci Zen ustasına dert yanmış: “Zihnim ardı arkası gelmeyen düşüncelerle ve kaygı ile dolu. Huzur bulamıyorum. Ruminasyon döngüsünden kurtulmam gerek. Bana yardım et” demiş.
Zen ustası ise öğrencisine şu hikayeyi anlatmış:
“Bir kayıkta olduğunu düşün. Sakin bir gölde yüzüyorsun. Aniden sana doğru gelmekte olan bir başka kayık görüyorsun. Kayık boş, terkedilmiş. Yaklaştıkça senin kayığına çarpıyor ve gölün sakin sularında bir çalkantı oluşuyor.
Bu durumda ne yaparsın? Kaosa sebep olan boş kayığa lanet eder misin? Huzurunu kaçırdığını düşündüğün o boş kayığa mı kızarsın?”
“Hayır”, demiş öğrenci. “Boş kayığa kızmamın ne faydası olabilir ki? Küreklere asılıp kendi kayığımı uzaklaştırırsam çarpışmayı önleyebilir huzurla göldeki gezintime devam edebilirim.”
“Çok güzel söyledin”, demiş Usta.
“Boş kayık bizim düşüncelerimizi, kaygılarımızı temsil ediyor. Fırsat vermedikçe bizim üstümüzde bir etkileri yok. Ruminasyon işte o boş kayığın zihnine defalarca çarpmasına izin vermek gibi. Bu düşüncelere takılı kalmadan varlıklarını fark etmen ve gözlemlemen gerek. Aynı gökyüzündeki bulutlar gibi gelip geçmelerine izin vermen gerek.
Unutma ruminasyon kayığı sen izin vermedikçe seni sallayamaz, iç huzurunu bozamaz.”
Durduramıyorum diyenlere üzgünüm ama durdurmak için bir şey yapmıyorsunuz diyebilirim. Bilinçli farkındalık, gözlemci zihin sana doğru yaklaşmakta olan boş kayığı zamanında ufak müdahalelerle sadece gözlemleyebilir ve sürüklenmemeyi seçebilirsiniz.
Bu durumda zihnimizin kontrolü kimde?
İlginizi çekebilir: Tatil kafası: Şimdi, baltaları bileme zamanı olabilir