Zengin olabilmenin yegane anahtarı: Vermek ve paylaşmak
“Doğru sözler kulağa hoş gelmez, hoş sözler doğru değildir.
Doğru olan gösteriş yapmaz, gösteriş yapan doğruluktan sapar.
Gerçek akıl çok öğrenmekle elde edilmez, çok öğrenen az akıllıdır.
Bilge istifçilik yapmaz, verdikçe zenginleşir, zenginleştikçe verir.
Gökyüzünün Yol’u, kesmeden keskinleştirmek;
Bilgenin Yol’u, çabalamadan yapmaktır.”
Lao Tzu, Tao Te Ching, Yol ve Erdemin Kitabı
Sahip olmak, sahip olmaya çalışmak, sahip olduklarımız ile tanımladıklarımız, bir ev bir araba sonra bir ev bir araba daha… Her zaman daha fazlasını ister olduğumuz bir an gelir çatar hayatımızda. O noktaya nasıl geldiğimizi anlayamayız bile… Nasıl memnuniyetsiz olduğumuzu, hangi noktada “gerçekliği” kaçırdığımızı… Hep “daha fazlası” diye düşünerek elimizdekinin varlığına şükretmekten yoksun kaldığımızı…
Evet, bugün zenginleşmek konusundan bahsedelim istiyorum. Zenginleşmek dediğimizde illa ki milyonlardan bahsetmemize gerek yoktur. Elimize geçen ve her zaman daha da fazlasını istediğimiz para da olabilir, mal varlığı veya sadece sahip olduğumuz müdür, yönetici, kıdemli müdür gibi sıfatlar da olabilir.
Ben bugün sizlerle birlikte tüm bu hayat akışı yaşanırken tüm bu değişiklikler daha fazla olurken ve evet bizler daha da fazla zenginleşirken unuttuklarımıza bakalım istiyorum biraz. Hemen bir ana götürmek istiyorum sizleri, ay sonunu nasıl getireceğimizi kara kara düşündüğümüz öğrencilik yıllarımıza… Hepimiz yaşamışızdır annemizin babamızın verdiği miktar ile belki aldığımız burs ile simit mi yesek börek mi yanına iki çay daha içsek bu bütçe nereye gidecek diye sorduğumuz günleri… Sonra bizler, evet o “aynı” bizler bugünlere ulaşırız; koskocaman adamlar ve kadınlar oluveririz. Unuturuz o can-ım öğrenci olduğumuz, elimizdeki ile güzel güzel yetinmeye didindiğimiz günleri… Çokça paramız olmuştur, iyi bir işimiz vardır, iyi bir hayatımız vardır ve tabii ki iyi bir maaşımız vardır. Daha fazlasını düşünmeye gerek var mıdır?
Ben işte bu soruya bakalım istiyorum sizlerle… Daha fazlasını düşünmeye, geçtiğimiz yolları hatırlayarak “bir zamanlar” benim yürüdüğüm o yolları şimdi yürüyen bir can var mıdır diye düşünmeye… O günlerimizi azıcık bir katkının bile o bizim bütçemize olan “etkisini” hatırlamaya gerek var mıdır? Peki, şöyle soralım, bizler daha da zenginleştikçe, para bize geldikçe ve büyüdükçe paylaşmak ve verebilmek kavramları üzerinde yeterince düşünüyor muyuz?
O çok büyük “banka hesaplarımız” dolup taşıyorken, dışarıda bir yerde okula gitmek için burs bekleyen, tedavi olmak için bir güzel kalbin kendisine ulaşması ve bu tedavinin masraflarını karşılaması için için için dua eden küçücük yavrular olduğunu yeterince hatırlayabiliyor muyuz? Evet, bizler zenginleşiyoruz doğrudur, fakat dışımız zenginleşirken sizce içimizin daha da kuruması bize düşen midir? Bizler elimizdekini paylaşmadıkça, vermekten kaçındıkça ve hatta aklımıza bile getirmedikçe, sizce bu dünyanın bize akıtmakta olduğu bu sınırsız bereketi yeterince doğru şekilde kullanmış olabiliyor muyuz?
Biraz da verdikçe zenginleşmek özelinde bakalım konuya. Bu bölümü hemen kendimden birkaç örnek vererek açıklamak istiyorum. Hayatım boyu elimde o an gerçekten param olmasa da bir yardım için “var” olduğunu düşündüm… O an zorlanacağımı bilsem de mutlaka bir güzel kalbe yararı dokunacaksa bunu göze alıp hareket ettim… Bugüne kadar bu tercihlerimin bir tanesinde bile verdiğimden daha azı bir şekilde dönüp dolaşıp da beni bulmadı… Her daim (ve gerçekten her seferinde) neyi kalben, tamamıyla ve samimiyetimle paylaşmaya açıldıysam, sevgili güzel bir güç beni gördü gibi daha fazlasıyla bana ulaştı…
İşte bizler verdikçe zenginleşiriz. Vermek bir çikolatayı paylaşmak olabilir, bazen kahvaltı etmeye bir yere oturduğunuzda yanınıza yaklaşan güzel iki göze bir elma hediye etmek kadar basit olabilir, vermek bir üniversite öğrencisine elinizden ne yardım geliyorsa bunu gerçekleştirmek de olabilir… Yeni doğmuş bir bebeğin güzel bahtı için bir dilekle bir bağış yapmak da olabilir veya çocuklarını okutmak için gecesini gündüzüne katan bir babanın dertlerine biraz olsun ortak olmak da olabilir… Vermek, “zamandan” vermek de olabilir; can-ım bir kadının o güne kadar hiç tanışmasanız da işte buradan kederlerine, hayatına ve hayata dair anlatacaklarına ortak olmak için bugün bu yazımı okumaya ayırdığınız zamanınız da olabilir… Bazen vermek maldan değildir, candan geçer. Kritik bir anda kan yetiştirirsiniz bir organ bağışlayabilirsiniz… Canınızla bir güzel kalbin canına can katabilirsiniz. Vermek belki de anlatmaktan geçer kimi zaman, gece sadece o minicik evladınıza okuduğunuz Küçük Prens hikayesidir verdiğiniz; merhamettir, vicdandır, güzel ahlaktır… İşte bilirsiniz, her ne vermekte iseniz, ışıl ışıl parlarsınız…
Bugün bu yazımı okuyorsanız, sahip olduğunuz zenginliğe berekete ve bolluğa yepyeni gözlerle bakmanızı dilerim… Hayatın size yeterince getirmediğini mi düşünmektesiniz? Peki ya getirmiş oldukları? Onlar için hiç teşekkür ediyor musunuz? Hayatın verdiklerini paylaşıyor musunuz? Sağlıkla, afiyetle, güvenle devam ettirdiğiniz yaşamınızda “diğerlerine hizmet etmek” için yapabilecekleriniz sadece bu kadar mı? Neyi paylaşmaktasınız? Kalbiniz hangi gücünüzü gerçekten paylaşmak üzere açılabiliyor?
Gelin bugün bir değişiklik yapalım, sadece küçücük bir “an” bile olsa, bu muhteşem zenginliklerimizden birazcık olsun paylaşmaya vermeye ve karşılık beklemeden, düşünmeden gerçekten vermeye bir adım atalım… Siz verdiğinizde siz zenginleşirsiniz; çünkü siz verdiğinizde o sihirli güçlerin hepsi size “daha fazlasını verebilmek” üzere harekete geçecektir…
İlginizi çekebilir: Kalbimizde ne varsa bugün, şu anda tam olarak oyuzdur