“Kılavuzun daima kalbin olsun, omzun üstündeki kafan değil…”
Şems-i Tebrizi
Birçoğumuzun inanmadığı bir gerçektir… Veya inanmak istemediğimiz bir gerçektir diyelim. Neden diye sorgularız, neden istediklerimiz o “anda” olmaz? Neden isteriz ve isteriz ve isteriz, yine de o iş, o ev, o araba, o sevdiğimiz kadın veya adam çıkıp da gelmez! Halbuki bir kenara bıraktığımızda, hayırlısı ne ise o bana gelsin dediğimizde ve evet aslında “zamanını” beklediğimizde yani diğer bir deyişle zamana bırakıverdiğimizde o “şey” döner dolaşır ve bize geliverir!
Neden aslında biz “olmuyor”, “olmuyor”, “olmuyor” diye söylenmeyi bırakıverdiğimizde her şey birden bire değişiverir? Neden biz “olmayana” istediğimiz anda “olmamış” olana, hala hayatımızda “gözümüzle göremediğimiz” bir değişikliğe odaklanmayı bir kenara bıraktığımızda her şey (evet ama her şey) birden değişiverir?
Ben bugün sizlerle birlikte hayatımıza verdiğimiz aslında “zamanın kendisine tanıdığımız zaman” kavramına bakalım istiyorum. Sizce bizler zamana, bildiğimiz akışa, bildiğimiz oluşa, bildiğimiz hayata “zaman” tanıyor muyuz? “İsterim ve zamana bırakırım; en iyisi, en doğrusu, benim için en güzel olanı mutlaka bana gelir” diyerek sırtımızı koltuğumuza yaslayabiliyor muyuz? Ya da yaptığımız bir arkadaşımıza “isteyip de” içimizden geçirip de bir türlü karşımıza çıkamayanları büyüte büyüte anlatıvermek midir? Yoksa yaptığımız günümüzün çoğunu “olmayanlara” odaklanarak bize gelmeyenlerden yakınarak geçirmek midir?
Şöyle bir örnekle başlayalım istiyorum. Gelin kendimizi zamanın yerine koyalım. Bir dilek duyuyoruz örneğin “yeni bir araba” istiyorum. Bu o anda olabilir miydi, evet olabilirdi… Fakat zamanın “prensibine” uymamız gerekir, eğer her şey aynı anda tezahür etseydi “canımı al” dediğimizde oracıkta can vermemiz, veya “hakkımızda kötü bir dua edildiğinde” anında gerçekleşmesi gerekirdi… Bu yüzden zamana zaman verdiğimizde o kendi bildiği gibi sadece “istediğimizi” bize getirmek üzere yola çıkacaktır… Evet, bir araba bir şekilde bir zamanda (ama illa ki gerçek doğru bir zamanda!) bize mutlaka kısmet olacaktır… Bize verilecektir… Zaman karşımıza öyle güzel bir kurguyla dikiliverecektir ki evet hep istediğim araba işte karşımda diye düşüneceğiz…
Fakat bunun tek kuralı var, ne istediğimizden kopmamak… Olmuyor diye “şu anda” tezahür etmemiş olan yerine bize gelmeye hazırlanan, bizim için yolları açılmış olan, bize bahşedilenlere odaklanabilmek… Yani “zamana zaman tanıyabilmek”… Evet, beklemek, beklerken üzerimize düşeni gerçekleştirebilmek, dileğimizi kalbimizde günden güne bir gülü büyütür gibi büyütebilmek…
Birçoğumuz ne mi yapıyoruz? Burada anlattıklarımın tam tersini… Bir soru sorulduğunda küskünlüklerimizi anlatıveriyoruz örneğin, ne isterdin denildiğinde “istediklerim asla olmuyor ki” diye cevap vermeyi seçiyoruz… Nasıl olsun dilerdin diye sorulduğunda ise çoğunlukla “hiçbir şey benim istediğim gibi gerçekleşmiyor neyi anlatayım” diye geçiriyoruz içimizden… Ya zaman böyle işlemiyorsa, ya zaman gerçekten “zaman” verdiğimizde gerçekten doğru olan zamanda her şeyi ama her şeyi bize bahşetmeye hazırsa? Ya zaman bu evrende bize bahşetmek üzere programlanmışsa… Ya sadece biraz “zaman” vermek gerekiyorsa!
Bugün bu yazımda bana eşlik eden sevgili sen, bugün bir değişiklik yap istiyorum. Kocaman güzel bir şey dile, kendin için, kardeşin için, annen veya baban için… Sonra bunu tüm kalbinle tüm inancınla “zamana” teslim et… En güzelinin hatta düşlediğinden bile iyisinin sana geleceğinden emin olduğunu tekrarla… Ne zaman umutsuzluğa kapılırsan zamanın seninle senin yanında ve en önemlisi senin için burada olduğunu hatırla… Ne zaman ki dilediğin karşına çıkacak olursa işte o zaman, “zamana” teşekkür et!
Zamanı zamana bırakmaya hazır mısınız?