Zamanın kıyısında: Bir kavuşma düşünün hikayesi

Anne sütünden zehirlenmiş çocukların dağlanmış gözlerle dolaştığı bu karanlık sokaklar, hep bir kalp acısının ve zaman var oldukça asla ulaşamayacakları bir kavuşma düşünün tiksindirici tekrarını sayıklıyor. 

Vakitsiz, usulsüz ayrılıklar, doymamış karınlar, hep eksik kalan anlar, gözlerini dağladı çocukların. 

Gördüklerinin verdiği utançtan, acıdan ve yükümlülükten titreyen cılız bedenleri ile her şeye rağmen orada kalmalarını sağladı göz yumuşları…

Böylelikle uysallaştılar, böylelikle öldürdüler içlerinde koşturan yabani atları, tek tek.. Ta ki, atların varlığını kendilerine unutturana kadar, sımsıkı yumulmuş gözlerle orada kaldılar.

“O” memeden akacak bir damla süt için, güneşin doğup battığını hiç göremedikleri döngülerde belki saniyelerce, belki asırlarca beklediler. 

Anneler değişti, memelerden akan sütler değişti ama çocuklar orada titreyerek kalmaya devam ettiler. Ve her zaman, o bitmeyen zamanlarda bildiler ki; “O memeden sadece iki damla süt gelir!”

Daha fazlasını beklemediler, 

Daha fazlasını istemediler, çünkü isteklerinin ellerindeki iki damladan mahrum etmesinden korktular.

Sızlanmadılar, sızlanmaları zaten unutuldukları bu sayıklayan sokaklarda hiç bulunamayacaklarını fısıldadı kulaklarına…

Firar etmediler, çünkü kaçışın en sevdiklerine ve tek sahiplerine ihanet olduğunu düşündüler. 

Gözlerini hiç açmamak üzere dağladılar, çünkü açarlarsa daha büyük bir yalnızlık ve terk edilmişlik ile karşılaşmaktan korktular. 

Böyle böyle, içlerindeki yabani atların cansız bedenlerine sarılarak canlarından yitirdiler, her nefeste ve her asırda…

Yolu sayıklayan sokaklara düşmüş bazıları, yerde titreyen çocuklara bakıp süt dolu memelerinden bütün sevgilerini akıtmak istese de, iki damladan fazlasını içemedi çocuklar.

Çünkü bildiler ki, “gelen kendi anneleri değil” bu, beklenen “kavuşma” değil. 

Ne olursa olsun o kavuşmayı bekledi çocuklar, ne süte kandılar, ne soğuk bedenlerine dolanan şefkatli kollara.

İhtiyaçlarının karşılanması, o arzuyla beklenen kavuşmanın onlara sağlayacağı her tür tatminkar sonucu kucaklarına koysa da, bir omuz hareketinde devirdiler tüm üst üste bahşedilenleri…

Çünkü bu doyum hissi anlar ve asırlar geçtikçe bir tanrı öpücüğü kadar eşsiz, ulaşılırsa yaşamını sonlandıracağının kesinliğine dönüşmüştü. Sonrası için düşleri yoktu.

Ulaşılmaz olanın tanrılaşması ve bu düşün akıttığı tatminin, doyumu yaşamanın üzerine çıkmasıydı olan. 

Yalnızlıkları hiç bitmedi gözleri dağlanmış çocukların, çünkü içlerinde onları terk eden anneleri hiç dönmedi o zamandaki o bebeği beslemeye ve kucaklamaya…

Belki bir zaman zerreciğinde, içlerinden biri, sadece üşüdüğünü biraz fark ettiğinden, kendi kendini sarmayı ve ısıtmayı denemek istediğinden açtı o asırlardır açılmamış gözlerini. Küçük bir bebek battaniyesi arayan kocaman ellerini, uzun ve kalın bacaklarını fark etti. 

İlk defa sesini duydu kendi kulaklarından, ilk defa yerde ağlayan diğerlerini gördü hem kendinde, hem gözlerinde. 

Yürüdü.

Yürüdü.

Yürüyebildiğini bilmediği bacakları ile, 

İtemeyeceğini sandığı kapıları itiverdi kocaman elleri ile, 

Gözleri yandı çocuğun…

Dışarıda güneş vardı.

İlginizi çekebilir: Aşkı hep o ilk karşılaşma sandık; oysa aşk o ilk karşılaşma değil, birbirinin içinde yok olma haliymiş

Esra Uyman
Lise yıllarında başlayan kişisel gelişim, ruhsal gelişim ve metafizik konularına duyduğu yoğun merak onu yurt içi ve yurt dışında birçok özel eğitim çalışmalarına katılmaya ... Devam