“Eğer kalbimiz hayatı tüm detaylarıyla sevebilecek kadar geniş olsaydı, yaşadığımız her anı bir veren bir de yağmalayan olduğunu görürdük.”
Fransız filozof Gaston Bachelard bu cümleyi 1929 yılında insanlığın çelişkili zaman deneyimi üzerine söylemişti. Geçmişte yaşanmış olanla gelecekte yaşanacak olan arasındaki zihinsel zaman yolculuğu dışında hiçbir yerde zamanla ilgili bu kafa karıştırıcı ikilem belirgin bir şekilde ortaya çıkmıyor. Günler tıkır tıkır ilerleyip bizler potansiyel gelecek ve bununla ilişkili geçmişin ucundan tırtıkladıkça, büyük bir merakla bizleri sürükleyen zamanın gösterdiği yönde güçlükle yürüyoruz. Kişisel kimliğimizin kendi çocukluğumuzla nasıl bağlandığı üzerine mistik düşünceler geliştirirken, bir yandan da gelecekteki halimizin nasıl olacağını düşlüyoruz.
Avustralyalı teorik fizikçi Paul Davies, 1995’te çıkardığı About Time: Einstein’s Unfinished Revolution (Zaman Hakkında: Einstein’ın Bitmemiş Devrimi) isimli kitabında bu muammayı merak uyandırıcı bir şekilde anlatıyor. Davies şöyle diyor:
“Çocukken bazı geceler uyuyamazdım. Bunlar genellikle hoşuma gitmeyen veya korkutucu bir şeyler yaşadığım günlerin gecesinde olurdu. Dişçiye gittiğimiz günler gibi. Böyle gecelerde beni 24 saat sonraya götüren bir düğme olsun isterdim. Ertesi gece ise bu büyülü düğmenin gerçek olduğunu ve işe yaradığını düşünürdüm. 24 saat sonrasında ise dişçiye gittiğimizi hatırladığım halde bu aslında bir deneyim değil, sadece yaşadığım bir deneyimin anısı olarak kalırdı.
Pek tabii bir başka düğme de beni zamanda geri götürebilirdi. Bu düğme de beynimi ve hafızamı önceki haline geri getirirdi. Tek bir düğmeyle çocukluğuma geri dönebilir, dördüncü yaş günümü tekrar yaşayabilirdim.”
Nobel Ödüllü psikolog Daniel Kahneman bu karmaşayı kendi geliştirdiği “kendini deneyimleme ve kendini hatırlama” modeliyle anlatmıştı. Ancak Davies için daha ilginç olan deneyimlerle ilgili sadece psikolojik yaklaşımlar değil insanın zamanın fiziksel varlığını nasıl kabul ettiğiydi. Einstein’ın izafiyet teorisinden izler barındıran bu yaklaşım, psikolojik deneyime de şekil veren bir yaklaşım. Davies çocukluğunda kalan deneyimlerine geri dönerek şunları aktarıyor:
“Bu butonlarla birlikte aslında hayatımı oluşturan şey, olayların düzgün bir sırayla gerçekleşmesi. O halde istediğim gibi bir ileri bir geri zıplayabilirim, zamanda ileri-geri gidebilirim, hoşuma gitmeyen şeyleri hızlıca geçebilirim, güzel zamanları sıklıkla tekrarlayabilirim, ölümden her zaman kaçabilirim ve sonsuza kadar devam edebilirim. Rastlantısallıkla ilgili hiçbir kişisel izlenimim olmaz çünkü beynimin her bir aşamasında olaylar tam olarak tutarlı bir şekilde kodlanmış olur.
Sanılan deneyimler meselesinin çarpıcı yanı, bu düğmeye basma işi gerçekten devam ettiğinde hayatımın nasıl farklılaşacağı sorusu. Hayatımı zıplayarak, rastgele yaşadığımı söylemek gerçekten ne anlama gelirdi? Diğer deneyimlerle geçici ilişkisi ne olursa olsun deneyimlerimin her bir anı gerçek deneyim. Anılar da tutarlıysa hayatımın karmakarışık bir şekilde gerçekleştiği iddiasına nasıl bir anlam yüklenebilir?”
Davies, kitabının geri kalanında St. Augustine’den Einstein’a kadarinsan düşüncesi tarihinin nasıl oluştuğunu sorguladı. Bu öyle bir tarih ki, deneyimin doğasını basitçe yansıtmayan bir zaman modeli bıraktı bizlere. Oysa bilimden, gerçekliğin bu kafa karıştıran ölçütünü daha kapsamlı modeller sunmasını beklerdik.
Kaynak:
Brain Pickings
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
24 saat bana yetmiyor diyorsanız Newton zamanından Einstein zamanına geçin