X

Zamane halleri çarelenir mi?

Malum kış.

“Bu sene de amma çok soğuk yaptı bilader” lafını her 10 Türkten 8’i ediyor bilimum toplu taşımalarda, avm’lerde, arkadaş sohbetlerinde.

Zaten saatlerin ileri geri oynatılmama kararından sonra milletçe akşam mı sabah mı, ne idiği belirsiz günlere uyanarak depresyonumuzu çarpı üç beş yapmışız, güneş de ortadan kaybolunca hepten tadımız tuzumuz kaçtı, yalan mı?

Arada bir güneş kendini gösterir olduğunda da, kutupta yaz gibi şarkısındaki hasretten hareketle, sosyal medyada tatlı bir “güneş be olley”, “oh şöyle orama da burama da”, “ayy ne halika bi hava” ishali yaratmak hepimizin boynunun borcu oluyor. Görevden sayılır şimdi, yapmasak olmaz!

Buraya kadar bir sorun göremiyorum, hepimiz ortalama ve sade vatandaşlığın keyfine varmaya çalışıyoruz sonuçta.

Tam bu esnada bir arkadaşımın Instagram hikayesindeki “ohh şöyle D vitamini biraz piliiiz” isimli güneşli günler  çalışmasına, “yalnız xyz hanım, bu enlemde ve mevsimde D vitamini yok, insanları yanlış bilgilendirmeyin istirham ederim” konulu bir kütüphane mesajı gelmiyor mu…

İşte o an ben, “ışınla beni scotty” deyip gitmek istiyorum buralardan.

Neden ey insan?

Neden bildiklerinin ışığında kalarak mutlu olmana, neşelenmene, eğlenmene izin yok?

Hadi senin yok, bizim izinler ne zaman iptal edildi?

Şahane şeyler biliyor olabilirsin.

Ama bildiklerini başkalarının açığını, eksiğini ya da yanlışını yakalayarak kamuya sunuşun üzerimizde sandığın gibi bir aydınlanma etkisi yaratmıyor, bilakis buz gibi soğuyoruz o ilimden, fenden sevgili dostum…

İlla enlem boylam olmasına da gerek yok!

Bizim için büyük, insanlık için küçük görünen her söz ve fotoğrafımızda, “yalnız o yanlış, aman bunu ben bin yıldır yapıyorum, bunun nesi bu kadar şey” önermeleriyle hevesi kursağımıza koyuyorsun ya.. olmuyor arkadaşım.

Ne sana ne bana, ne kimseye  bir fayda, mutluluk getirmiyor bu anlık kendini rahatlatma halin.

Bu konu özelinden yola çıkarak yazmak istedim Uplifers için ilk yazımı, çünkü, belki siz de farkındasınız, bu sıkça karşılaştığımız bir “düzeltme, eksik bulma, yanlışsın yanmışsın” durumu olmaya başladı.

İyi niyetlerle; belki sadece kendini göstermek, belki birilerine ilham olmak için yazılan, öylece sanal dünyaya bırakılan ve beğenmezsen kapatmak  seçeneğin olan anlarda, bilgiyi  ispata  ve muhattabı  yergiye geçmek en çok gözlemlediğim sosyal medya ve insan davranışlarından biri son dönemde.

Konunun birkaç boyutu var benim için:

Birincisi, öğrenmekle ve yaşla azalan o çocukça neşelenmek halini, hayata hayreti, sevinci kaybedişin bir göstergesi olması.

Bir diğeri;  iyiyi, güzeli ve doğruyu tebriği atlayıp, pusuda hep hatayı beklemek, ve yerli yersiz, fırsat eline geçince de affetmeden okları çıkarır olmak.

Başkasının mutluluğundan kendine mutsuzluk çıkarmak kısmına ise değinmek bile içimden gelmiyor, inanın.

Belki motivasyon olur diye paylaştığın spor ve beslenme düzenini, “yalnız kollarınız sıkı değil sallanıyor, biraz triceps biseps şaapın” diye karşılamak bir bakış açısıdır, unutmayalım.

Bardağın boş tarafını görmek, gerçekleri görmek demek değildir. Farkında olalım…

Ne yazık ki, eğitim sistemimiz de hata yapmaya izin vermiyor.

“Saçmalama, abuk subuk konuşma, kendini rezil etme” ile büyüyerek kendimizi ortaya koymaktan, ifade etmekten korkar oluyoruz.

Bu korkuyla birlikte, korktuğu şeyi başkasının başına getirmeye çalışarak neleri  bastırıyor ya da açığa çıkarıyoruz acaba?

Ya daha çok bilip “en iyi ben bilirimci”, ya az bilip “ben bilmiyorsam kimse bilmesinci”, ya da (sistem sağ olsun) sürekli eksik, yarım, az hissedince, “madem ben üzülüyorum seni de üzeyim, toplu depresyon olsuncu”…

Bunları ona, öbürüne değil, kendime ve hepimize hatırlatmak için yazıyorum.

Acımasızca eleştirmek ama neyi?

Neşeli, hatalı veya neysen o kendinle de iyi insan olabilme şansın elinden alınınca, ne büyük hayaller kuran büyük adamlar  çoğalıyor memlekette, ne de sadece kendi olmaktan mutlu, bunu paylaşan insanlar…

Sürekli hata, eksik, yanlış bulmak yarışında, 3 yanlış 1 doğruyu silip götürmesin lütfen!

1 doğrumuz, güzel ve iyimiz alkışlansın ki, ne yapsam olmuyor hissetmeyelim hiçbirimiz.

Sonra beni eleştirdiğinde bileyim ki doğrum doğru, yanlışım yanlış ve hayat toplamında böyle bir şey!

Bileyim ki hata yapmak, yanlış olmak ve eleştirilmek kişiliğime bir saldırı değil. Çünkü aynı sen, beni takdir de edebiliyorsun yeri geldiğinde.

Ya da kendi içimde emin olayım ki, “biri” olmak için senin, kimsenin kabulüne, onayına ya da reddine ihtiyacım yok aslında!

Bir mobil telefon reklamı vardı, tevellütü tutanlar hatırlar:

“…… connecting people”

siz de bağlayın birinizi diğerinize, sürekli

“correcting people” değil, “connecting people” olun.*

Kanatlandırır!

Sevgiyle.

(*İnsanları düzelten değil, birbirine bağlayan)

Ayşe Özgür Köroğlu: İki ismimi de hep gururla, içime sindirerek taşıdım. Yemek seçen, kan verince bayılan, köpeğin ısırdığı, kedinin cırım cırım tırmaladığı, bahçede sokakta oynarak büyüyen bir çocuktum. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık’ı “ben nasıl olsa orada Tiyatro Kulübüne postu sererim” diye yazıp kazandım. Dans Kulübüne serildim. Evli barklı çocuksuz; müziğe, dansa, sahneye aşık, gün doğumu ve batımına hayran, sağlıklı yaşamla kopmaz bir bağlantıda, tek mal varlığı gezip gördüklerinden ibaret, işte yani biraz hepimiz gibi bir insan evladıyım. Hikayelerim, ya da hissetiklerim bana bazen kocaman geliyor. Yazayım istedim. Belki sen de seversin.
İlgili Makale