“Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı…”
Şems-i Tebrizi
Bu yazıda geçmişe yönelik sözler olmayacak. Bu yazıda sizleri “Neredesiniz? Burada mısınız?” diye yoran cümleler de olmayacak. Bu yazıda sadece hayat olsun istiyorum bugün. Dünü ve yarını düşünmeden, bu an, şimdi, hemen olsun istiyorum. O yüzden sizinle birlikte bu yazı boyunca hep beraber bu anda kalacağız. Siz bu yazıyı okuduğunuz an benim için geçmiş olacak fakat sizler için halen an yaşanmaya devam edecek! İşte bu kadarı bile buna değer…
Gelelim an konusuna. Şu anda bu yazıyı okurken aklınızdan hangi fikirler, hangi planlar, hangi işler geçiyor? Hemen tahmin edeyim: “Evi temizlemem lazım, markete gitmem lazım, çocukları doyurmam lazım, yemek pişirmem lazım, toplantıya yetişmem lazım, yarına planlama yapmam lazım, haftasonuna program yapmam lazım…” Evet, lazım, hayatımızda ne yazık ki bu an her şey lazım…
Şimdi bu yazımı okurken arkanıza yaslanmanızı ve derin bir nefes almanızı istiyorum sizden. Şu an bu yazı bittiğinde hayatımızın biteceğini bilseydik, şu an, yani olduğumuz bu anda ne düşünürdük? Lazım olanları mı, yaşadığımız hayatın güzelliğini mi veya bu dünyaya hangi noktada veda etmekte olduğumuzu mu? Gerçekten bu akış ile yüzleşseydik aklımızdaki ne olurdu? Ne olurdu o çok “lazım” olan hafta sonu planlarına, ne olurdu o çok lazım olan koşuşturmaya, yetişmeye, telaşa, yoğunluğa?
Hayatımın bir döneminde yaşadığım bazı yoğun üzüntülerden sonra uzun süre kendi kendime kalma imkanı bulmuştum. Bir gün boyunca sabah elime bir kitap alıyor ve gün boyunca başka neredeyse hiçbir şeyi düşünmeden, yorulmadan, yetiştirmeye çalışmadan (hafta sonularımda) o kitaba odaklanarak aynı gün içerisinde kitabı bitiriyordum… Bu, hafta sonunu iple çekmeme sebep olacak bir anlayış olmuştu. Daha önceleri beni oradan oraya sürükleyen hayat, adeta beni ıssız bir kıyıya atıp bir sürü kitabı da yanıma vermişti!
Çokça düşündüğüm bu zamanlardan sonra, yani bu sakinliğe kavuştuğumda, ne yetişmeye çalıştığım mekanlar, ne memnun etmeye çalıştığım insanlar, ne de “Eğleniyorum, evet” dediğim zamanlarda bile içimi kaplayan yorgunluk hissi kalmadığında, ne geçmişi, ne geleceği, ne sonrayı kendime dert edinir olduğumu gördüm. Gördüm ki o an sadece o andır; yarına üzülerek bugünü, bu sakinliği, bu oluşu, bu zamanı, biz bu “yaşanmaz”, “yetişilmez”, “yakalanamaz”, “her ne yaparsak yapalım yeterli olamadığımız” hale getirmekteyiz…
Buna gerek var mıdır? Hayatımızı gerçekten bu kadar yorucu, bu kadar üst üste, bu kadar çok fazla, bu kadar “Her şeyi yaptım” diye başkalarına göstermek üzere yaşamaya gerek var mıdır? Hayat ben değil midir, an değil midir? Yarına, ondan önceye, daha sonraya, bugün olmayan her şeye üzülmeye ve hatta bugün olmayanlar için bir de bu hayata kırılmaya gerçekten gerek var mıdır?
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız kendinize bakmanızı dilerim. Hayata yetişemiyor musunuz? Bugün yapamadıklarım diye bir listeniz mi var? Ya bugün o son gün olsaydı? O listeyi yırtıp da bir kenara atmaz mıydınız? Ben olarak geldiğimiz ve ben olarak gideceğimiz bu hayatta benden başka neye bakmaktasınız, o diğerlerinin takdir etmesi mi önemli sizin için, o diğerlerinin hoş görmesi mi önemli, o diğerlerinin uygun görmesi mi önemli? Ben bir sır vereyim, sizden öte yar yok!
İlginizi çekebilir: Hayat her daim iyi olanı verir: İyiyi görebilmek için doğru yerden bakabilmek