“Ah şu günü bir atlatsam…”, “Bu ay hemen bitsin…”, “Bu haftanın sonu gelir mi?”, “Keşke bir an önce cuma gelse…” gibi cümleler sizin için de tanıdık söylemler mi? Çoğu zaman bilinçli bir şekilde ya da farkında olmadan zamanı geçirmeye; bir an önce herhangi bir zaman diliminin sonuna gelmeye çalışıyoruz. Söylemlerimizle zamanı tüketmek istediğimizi sıkça vurguluyoruz. Bugün bitsin, bu hafta bitsin, belki de bu yıl bitsin istiyoruz. Peki, neden? Zamanın keyfini çıkarmak yerine zamana karşı tüketme duygusu beslememizin altında belki de “anlam” arayışımız vardır. Bu yüzden zamana anlam katmak konusuna odaklanmamız ve bunun için bir şeyleri değiştirmeye başlamamız şart.
Zaman geçerken vakit mi kaybediyoruz?
Bugüne kadar yaptığım tüm işlerde bir sonraki adımın planlamasıyla yola koyulup o an içinde bulunduğum koşulların üstesinden gelmeye çalıştım. Bir oyunun bölümlerini geçmek gibiydi benim için. Bu bitti, sıradaki; bu da bitti, bir sonraki… Yaşamın geçilmesi gereken bölümlerle dolu bir oyundan ibaret olmadığı gerçeği ne mutlu ki fazla uzakta değildi.
Okulları bitirmeye çalışırken, bir işten başka bir işe geçerken, yeni bir ilişkiye başlarken hep kafamızda beliren “Bu sefer olacak.” düşüncesi, bizi mutluluğu, hayatın anlamını hep bir sonraki adımda aramaya itiyormuş meğer. Engelleri aşarak, bitince bir sonraki görevi bekleyerek ya da işler bitsin diye cumadan cumaya yaşayarak bir hayatı dolu dolu geçirmenin mümkün olmadığını fark ettim.
Çünkü şu bitsin, bunu tamamlayayım, hafta sonu gelsin dedikçe aslında yaptığımız şey mutluluğu ötelemek ve içinde bulunduğumuz anın değerini fark edememekten başka bir şey değilmiş.
“An”, kıymetini bilmekte zorlandığımız ama biraz zaman geçtikten sonra da “Ah keşke o anı tekrar yaşasam…” diye hayıflandığımız, en kıymetli şey. Bazen uzun, bazen kısa ama kesinlikle değerli olan her “an”, yaşamımızın tadını çıkarmak için bize sunulmuş bir armağan.
Bizim zamanı geçirmeye, tüketmeye değil; geçmesin, bitmesin, daha çok deneyime alan yaratsın diye peşinde koşmaya ihtiyacımız var. Evet, belki bazen, bazı günler çok zordur, ağırdır, yoğundur, bitsin isteriz – ki bu da en doğal hakkımız– ama ne kadar sıklıkla yapabiliriz bunu? Her günü bugün bitsin diye yaşarsak elimizde ne kalır?
“İnsan balıklama dalmalı içine hayatın, bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına.” – Ataol Behramoğlu
Anlam arayışlarıyla geçen hayatımızda rengarenk ve doyasıya keyif aldığımız anlar yaratmak sadece kendi elimizde. Anlamın, sözlükte yer alan genel geçer bir tanımı olsa da herkes için farklı özellikler barındırdığı bir gerçek. O yüzden kendimiz için ne ifade ettiğini bulmalı ve yolumuza öyle devam etmeliyiz. Zaman kaybetmeden ama zaman kavramını da yitirmeden değerini bildiğimiz her anı başkaları için değil, kendimiz için anlamlı kılmalıyız.
Zamana nasıl anlam katarız?
1. Zamanınızı para gibi harcayın
Paranızı nasıl harcadığınızı düşünün. Hesap yapmadan, gelir-gider dengesi kurmadan, ihtiyaçlarımızı analiz etmeden nasıl ki paramızı harcamıyorsak zamanımızı harcarken de aynı tavrı takınmalıyız. Zamanı da tıpkı elimizdeki para gibi düşünmeliyiz. Bu sayede nelere harcayacağımız konusunda daha hassas ve seçici davranabiliriz. Bize fayda sağlamayan, hayatımıza bir şey katmayan hatta belki de zarar veren işlerle zaman kaybetmek yerine zamanımızı daha anlamlı kılabilecek uğraşlara odaklanabiliriz. Zamanın değerini daha iyi anlamak isterseniz Justin Timberlake’in başrolünde yer aldığı zamanın para ve güç demek olduğunu anlatan “In Time” filmini izleyebilirsiniz.
2. Monotonluktan uzak durun
Haftaları, ayları, belki de yılları aynı tempoda, farklılıktan uzakta geçen insanlar vardır ama bilmemiz gereken şudur ki, iki günü bile birbirinin aynı geçiriyorsak zarardayız demektir. Monoton devam eden, her biri birbirinin aynı olan günlerle dolu bir hayat yaşadığımızda zamanın anlamını yakalamayı kaçırırız. Monotonluk batağı bizi çekmeden bizim yüzeyde kalmak için bir şeyler yapmamız gerekir. Her günü bir önceki günden ufacık da olsa farklı kılmak için bir şeyler yapmalıyız, ki anlamını yitirmesin geçen zaman.
3. Hobilerinize zaman ayırın
Hobilerimiz, tıpkı ismimiz, mesleğimiz gibi bizi tanımlayan uğraşlar. Örneğin, bungee jumping yapan birinin cesur ve sınır tanımayan bir yapısının olduğunu söyleyebiliriz ya da düzenli olarak hiking yapan kimsenin doğa tutkunu olduğunu varsayabiliriz. Kendimizi bulmak, yeteneklerimizi keşfetmek konusunda yardımcı olacak, uğraşırken keyif alacağımız, zamanımızı harcadığımıza pişman olmayacağımız hobilerimiz ile zamanımıza anlam katabiliriz. Eğer sizin için anlam, üretmekse sadece ona ayırdığınız zaman bile çok değerli; çünkü çıktısından bağımsız olarak sadece sürece odaklanarak zamanınızı daha anlamlı geçirebilirsiniz. Akıp giden, geçen zamana odaklanın; zamanın bitimine değil. Sürecin tadını çıkarmak için zamanın sizin için anlamlı şeylerle dolu olduğundan emin olun; aksi halde bitiş çizgisine ulaştığınızda da aradığınız anlamı bulamayabilirsiniz. Resim yapmak size iyi geliyorsa resim yaparken hissettiklerinize, düşündüklerinize öncelik verin. Bitirdiğinizde ortaya çıkan eserin iyi olup olmaması, başkaları tarafından beğenilip beğenilmemesi sizin için bir kıstas olmasın.
Önemli olan zamana anlam yükleyebileceğimiz deneyimler yaşamamız. Deneyim dediğimde çok büyük şeyler gelmesin aklınıza. Huzurla içilen bir fincan kahve, sevdicekle yudumlanan bir kadeh şarap, anne-babayla geçirilen sohbet dolu bir saat, en yakın arkadaşla dertleşilen bir telefon konuşması, bağışlamak için ayırdığın kıyafetler, bir yabancıyla ilk tanışma sorusu, bambaşka alemlere götüren radyoda denk gelme ihtimali düşük bir şarkı… Hadi birlikte uzatalım listeyi: Kendimizle baş başa kaldığımız kısa bir mola, bizi geçmişten tatlı bir anıya götüren hoş bir koku, yeni biçilmiş çimlerin esintisi, sıcakların üzerine gelen bol serinlikli bir yağmur ve dahası… Belki de sonsuzluğa uzanabilecek bir liste varken önümüzde küçücük, kısacık bir zamanı bile anlamsız geçirmek hayat yolculuğumuza haksızlık değil mi?
“Mutluluk, varılacak bir yer değil; yolculuğun kendisi“ydi ya hani, o yüzden sürekli bir şeyleri bekleyerek geçmemeli zaman.
Bir yere varmak için değil yolculuğun tadını çıkarmak için dalmalıyız hayata. Yolculuktaki tüm durakların tadını çıkararak anlamlandırmalıyız geçen zamanı. Bir şeyleri elde etmek için çalışırken zaman elimizden kayıp gitmemeli. Mutluluk, yanımızdaki insandan, sahip olduğumuz eşyadan, gittiğimiz yoldan, yediğimiz içtiğimizden, cebimizdeki paradan, dolabımızdaki kıyafetlerden bağımsız, sadece kendi içimizde bulabileceğimiz bir olgu.
Tatmin dolu bir hayat sürmek için, şu da geçsin, bu da bitsin diye beklemeye gerek yok. Hemen bugün şu anda geçirdiğimiz zamanı anlamlı kılmak bizim elimizde. Okuduğumuz bir kitabın satırlarıyla, dinlediğimiz müziğin ritmiyle, kurduğumuz hayallerin gücüyle zamana anlam katmak mümkün.
O zaman anlamla yaşanacak tüm günlere şimdiden şerefe!
İlginizi çekebilir: Buda’dan yaşam felsefenizi değiştirecek 20 hayat öğretisi