Zaman dilimine biraz yaban mersini: Yeşilyurt Köyü, Assos, Kadırga Koyu ve Manici Kasrı
Bazen herhangi bir zaman diliminde herhangi bir şehirde bir minibüse bindiğimde, oradan bir Ege köyü lütfen diyesim geliyor. Her şekilde mavisi, insanı ve havası bu kadar mi insanı kaptırır kendine. Sonradan aşık olunmuyor Ege’ye, kesinlikle ilk görüşte aşk…
Kuzey Ege yollarına bir kez düşmek demek o yolun Bozcaada’ya çıkması da demek. Bunu artık yazılarımdan anladınız bence. Ada nasıl bir ada ise illaki bir “merhaba”yı kendine hak görüyor. Selamsız geçmek olmayacağından, biz de sadece kahvaltı için adaya geçtik. Adayı bir durak, bir uğrama noktası yapan sadece ben miyim acaba -tek olmadığımı düşünüyorum-? Evet sadece bir kahvaltı için yine ben Bozcaada’ya gitmeye üşenmedim ve geçtim. Ada klasiklerini artık biliyoruz: yeme, içme, alışveriş, fotoğraf çekimi ve feribot bekleme ile gecen bir süreç… Bu kısımları geçiyorum şimdilik diyerek asıl konuya geliyorum. Yeniden asıl rotaya dönüyoruz yani. Ege yollarında navigasyon hep aynı uyarıyı yapıyor: rota yeniden oluşturuldu! Mutlaka yoldan çıkarıcı bir dar sokak, bir deniz manzarası ve tatlı bir restoran çıkıyor bizi rotadan çıkaran. Bu yoldan çıkışlar bizi asıl yola sokanlar değil mi zaten?
Sonunda varış noktamız olan yere yani Yeşilyurt Köyü’ne öğleden sonra varıyoruz. Kaz Dağları’nın bol oksijenli, bol yeşilli köyü bu. Burada zeytin de başka zeytin ağaçları da bambaşka. Ah Ege Ah türküsünü içinizden geçirin lütfen…
Bildiğiniz köy bu evet -şaşırmamız bizim kendi eksikliğimiz bence- kendi içinde sessiz sakin olduğu aşikar ama ben gittiğimde yine bir tatili birleştirmiş olduğumdan -beyaz yakalı çalışan klasiği- kalabalık bir zamana denk geldim. Neyseki konakladığımız yer köyün bu kalabalığını geride bırakacak kadar uzaktaydı. O sesin sadece kuş cıvıltıları olduğu sakin sabahlara uyanabildik.
Hemen odalarımıza geçip köyü gezmek istediğimizden önce eşyaları bırakmak istedik. Kaldığımız otelin sahibi bizi bir konuda uyardı tabii hemen, kalmadığınız zamanlarda odanızda balkon, kapı ve oda pencerelerini açık bırakmayın. Böcek ve sincap girme olasılığı varmış. İşte şehirli insana bunu söylemekle iyi etmeyen saygıdeğer otel görevlisi sayesinde sanki Amazon ormanına düşmüşcesine bu 2 gün boyunca hatrı sayılır bir korku da yaşadık. Her an böcek istilası olabilirdi zira. Tabii ki burada “abartının dozunu iyice kaçırmışlar” olarak doğanın gerçekten de ne kadar uzağında kaldığımızı gördük. Maçka Parkı, Belgrad Ormanı ve Caddebostan Sahili değil doğa -tabii İstanbul için bunlara da şükür- asıl bu gibi cennet doğası olan yerler, ama nerede ve ne kadar sahip olabiliyoruz ki? Hem zaman hem de maddi olanakları kısıtlı çalışanlar olarak hepsi bir programın parçası. İşte böyle olunca da sudan çıkmış balık gibi kaldık doğayla “saçbaşa”… Keşke başbaşa desem. İnsan doğasında abartı hep var, biz de bunu yaşadık gerisi mis gibi doğa ve yeşillik içinde geçirilen nefis 2 gündü.
Dediğim gibi yeşilliğe ve sakinliğe uyandığımız ilk sabahımızda orman manzarasına karşı kahvaltımızı yaptık. Günü nasıl geçirelim diye düşündük ve araba ile sahil keşfi iyi olur diyerek yollara düştük. Küçükkkuyu-Edremit yollarında ilerlemek üzere köyümüze hem yakın, hem de merak ettiğimiz lokasyonlardan olması ile Assos’a uğradık. Meşhur dondurmacısında yaban mersinli dondurma denedik, burada ilk kez denedim, tadı tartışmaya açık. Hiç denemeyenin aklı kalacak renkte ama deneyenin de ekşiliği ile enteresan bulacağı tatta -keyfi ve havanın sıcaklığı ile denize girenleri izleyerek bir süre güzel zaman geçirdik. Assos da kendi halinde zamansız bir yer gerçekten, insanı hemen kendine çekiyor bu bağlamda. Burada vakit geçirmeyi yukarıda bahsettiğim o kalabalık turist kafilesi nedeniyle uzatamadık. Assos’un dar yolları büyük otobüs turlarına ve kişisel araçlara çok müsait değil maalesef, çıkmak tam bir kaos oldu ama neyseki tatil modumuz olduğundan keyfimizi bozmadık.
Sırada meşhur Kadırga Koyu vardı. Gidip, 2017’nin ilk deniz sezonunu biz de açtık. Nisan sonunda denize girildi evet, diyeceksiniz ki “oh keyfe bak” ama hayır arkadaşlar, su buz gibiydi ve macera olsun diye her şey de denenmemeli belki de… Bir şok havuzu gibi bir deniz için Nisan sonu Kadırga Koyu denenebilir. Bu öneriyi deneyenler olursa kulaklarımı iyi anlamda çınlatmayacaklarına eminim…
Günün sonunda köyümüze dönme vakti geldiğinde mola ve yorgunluk kahvesi tabii ki konaklamasak da Manici Kasrı’nda gerçekleşiyor yine “yeşil ve sessizlik seremonisi” hediyesi ile.
Konakladığımız yerde akşam yemeği ücrete dahil olduğundan günü akşam yemeği ile noktalıyoruz.
2. ve son sabahımızda yine o temiz havada bol yeşilli kahvaltı sonrası İstanbul’a dönüş vakti.
Burada kaldığımız o 2 gün boyunca tek düşündüğüm; hayat olması gereken zaman diliminde idi… Başka türlüsü mümkün değil ki, yani kaygılar bir süreliğine kışkışlanmış sen çiçek böceğe sarmışsın, ne yesek ne yapsak derdindesin işte… Yerlisi için basit, sakin hayat bizim içinse gerçekten lüks hayat (hem zaman hem de maddi olarak, yine belirtelim).
Şehir bastığında yine yollara düşmeli insan. Kısa ya da uzun fark etmez, bazen sadece yola çıkmalı. İşte o yol şarkılarıyla birlikte kendime tek dileğim; her bir seyahatte o zaman diliminde daha çok kalmak, biraz da yaban mersini tadında olmak…
İlginizi çekebilir: Apollon ile Zeus Bozcaada’ya karşı