Zaman kavramı belki de hayatımızdaki en önemli kavramlardan biri. Neden diye düşündüğümüzde ise aklıma çok “gerçekçi” bir cevap geliyor; çünkü biz ona bu anlamı yüklüyoruz. Diğer bir şekilde anlatmak istersek, zaman bizler için önemli oluyor; “yaşlanmak” var bir kere o çokça korktuğumuz…
Evet bu yazımda yine bu hafta sıklıkla karşılaştığım özellikle sevgili bayanlarımızın diline dolanmış olan zaman kavramını ve sevgili zamana her günümüze yaş almamıza, güzelleşmemize, belki “yaşlandım”, belki “benden geçti” inancımıza yeniden sizlerle bakmak istiyorum…
Sadece kadınlar söz konusu değil yaşlanmak korkusu gelip de çattığı zaman… Peki neden korkuyoruz? Gelin cesaretle cevap verelim. Sorabilirsiniz “Pınar sen korkmuyor musun, yani yaş almaktan koskoca 33 yaşına gelmiş olmaktan ve hatta artık bazı şeyler için çoktan yaşı geçmiş olarak bile kabul edilebilir bir gruba dahil olmaktan”? Cevap veriyorum: kocaman bir “hayır” paylaşmak istiyorum sizlerle…
Ben bugün 33 yaşımda olmaktan ve gözlerimin altında oluşmuş kırışıklıklarımdan korkmuyorum. Bir düşünün bir kere eğer ben şu anda bu yaşımda bu şekilde bu yaşanmışlıkta olmasaydım, yani zamana karışmamış olsaydım hayatımın anlamı ne olurdu? Gözümdeki kırışıklıklar aynı elim kolum ve hatta gözlerim gibi ayrılmaz bir parçam, değiştirmeye ihtiyacı olmayan belki de o geride bırakılmış olan can-ım yılları anlatan en güzel hediyeler bana…
Aslında ben bu yukarıda yazdıklarımı size sesli olarak söyleseydim, neyin cevabı olurdu? Bu hafta birden fazla karşılaştığım “kırışıklıklarım gözüküyor” veya “giderek daha da bitiyorum” gibi cümlelerin çok açıkça itiraf edeyim… O beğenmediğimiz o hor gördüğümüz belki de bir türlü içtenlikle “kabul veremediğimiz” kırışıklıklarımız bizim can-ım detaylarımızdır aslında. Bizlerin ayrılmaz birer parçamızdır, güzeldir, muhteşemdir, bize bugünümüzü ve geçtiğimiz güzel yıllarımızı da gösteren hatırlatan ifadelerdir…
Şimdi gelin birlikte zorlu bir soruyu daha cevaplayalım, bugün size sihirli bir değnekle dokunuyorum hangi yaşta iseniz sabit kalacaksınız ve bundan sonra “yaşlanma” etkilerini görmeyeceksiniz diye size soruyor olsalardı kabul eder miydiniz, yani can-ım 70 yaşınızın “bembeyaz” saçlı halinizi görmeden, beliniz bükülmeden yürüyemeyeceğiniz ve hatta “hayatın” belki de bugün üzerinden alacak olduğunuz onlarca yılın sizi “yavaşlamaya” zorlamış olduğu, sesiniz titreyerek konuşacağınız, güzelim yanaklarınızın yer çekimine karşı koyamayarak yavaş yavaş aşağıya doğru sarktığı (ama yine de bir birim kırmızılık bırakıyorum o hayat enerjisi için) o güzel haliniz olmamaya ve yine 70 yıl yaşamış olup örneğin 33 yaşında “görünüyor” olmaya gönüllü olur muydunuz?
Benim cevabım “hayır”, çünkü yaşlanmak güzel, saçların beyazlaması güzel, yılların geçmesi güzel, çünkü akışta olmak güzel nasıl fotoğraflarda kendimizi 33 yaşında görüp gülümsüyorsak 70 yaşıma da aynı şekilde gülümsemek isterim… Ve hatta isterim ki saçlarım bembeyaz olsun, bazen kendime gülebileyim; hani hepimizin bildiği bir söz vardır; “bu saçları boşuna ağırtmadık” diyebileyim… Yine yazabileyim böyle sizler için (belki o zaman yavaş yavaş yazmak gerekir veya teknoloji ilerler hatta şimdi olduğu gibi kelimeleri söyleriz ve yazıya dökülüverir) ama ille de ben o 70 yaş halimi aynaya baktığımda “gülümseyerek, sevgiyle” ve hatta sonsuz bir “minnet ve kabulle” görebileyim…
Sonra bir kere sokakta gençler yanımdan hızlıca geçsinler, ben şöyle diyebileyim “biz de bir zamanlar gençtik hatta benim enerjime kimse yetişemezdi”… Ve şöyle de olabilir bu ifade “şimdiki gençler beni gençken göreceklerdi bir de”… Her zaman sabah kahvesi içmeye gittiğim bir kafe olurdu mutlaka, beni tanımalarını isterdim (hatta ben gelmediğim sabah artık endişelenebilirlerdi, yaşım çoktan 70 olmuş olacak çünkü)… Her sabah hayatıma gülen gözlerle, belki biraz kırışıklıkla, belki bilemiyorum tansiyon haplarını da kahvemin ertesine ekleyerek bakabileyim isterdim…
Belki artık ellerim çokça titriyor olurdu sonra, eskisi gibi yemek yapamamak olurdu, ruj sürememek veya bir yere gitmek istediğimde “hızlıca” hazırlanıp çıkamamak… İşte hayat derdim sana gençliğimde ve daha önce hiç bakmadığım kadar yakından ve “derinden” bakıyorum bu yaşımla birlikte… Her şeyi senin istediğin kadar yavaş yapıyorum… Ama illa ki o tek başına Kutupları görmeye gitmekten de eksik kalmazdım…
Kalça kemiğim belki birden çok kez kırılmış da olabilirdi (biliyorum ki epey bir zorlardım dağlara tırmanmayı, yolları koşmayı ve tabii ki tek başıma dünyanın bir ucunda kaybolmayı, insanlara karışmayı)… Sonra hepsi kocaman bir gülümseme olurdu işte gözlerimde, ne güzel derdim sonra 70 yaşımı da gördüm, demek böyle oluyormuş…
İşte kalpten inanıyorum ki, saçımızdaki beyazlarla, yüzümüzdeki çizgilerle bizler her gün daha da güzel oluyoruz aslında, her gün farklılaşıyoruz, öğreniyoruz, yol alıyoruz… Belki de “hayat bizi demliyor”, çok sevdiğimiz mükemmel demlenmiş bir çayın mükemmelliğine evriliyoruz aslında…
Bugün bu yazımda bana eşlik eden sen, kaç yaşında olursan ol, saçındaki beyazlardan ve yüzündeki çizgilerden hiç korkma… Onları her zaman deliler gibi sev, onları senin ayrılmaz parçaların gibi kocaman bir kalp ile kabul et… Bil ki olacağın her yaşın ayrı bir güzelliği, ayrı bir karizması ve en önemlisi ayrı bir “dem” hali var…
Sen önce kendini ve bu muhteşem hayatını çok çok sev…
Bu yazımda bana esin olan sevgili Ajda Pekkan’ ın 1990 yılına ait (ben henüz 6 yaşındayken seslendirdiği ve evet benimse ancak 33 yaşımda anlayabildiğim) güzel parçası “Her Yaşın Ayrı Bir Güzelliği Var” benim için dinlemenizi isterim: