Kaygı, korku, acı, utanç, üzüntü veya rahatsızlık hissetmemek için hayattan kaçtığınız oldu mu hiç? Ya da bir şeyleri kaybetmekten korktuğunuz için yerinizde saydığınız? Eğer bu şekilde bazı şeyleri yapmaktan, bazı ortamlardan ve kişilerden kaçınıyorsanız bunun bir adı var: Yaşantısal kaçınma. Yaşantısal kaçınma, belli bir bedensel duyumu, duyguyu, düşünceyi, anıyı, görüntüyü, davranışı deneyimlemek istememeniz durumunda ortaya çıkan olguya verilen isim. Yaşantısal kaçınmada, hayatınızı sınırlandırmasına ve size zarar vermesine rağmen, sırf bu deneyimden kaçınmak, sıklığını veya ortaya çıktığı bağlamı değiştirmek için her şeyi yapabilirsiniz.
Dil ve biliş kuramcıları ile ilişkisel çerçeve kuramcıları yaşantısal kaçınmayı şöyle açıklıyor: Buna göre, insan dilinin iki yönlülüğü, rahatsız edici sıfatlar aralığını büyük ölçüde genişletiyor, çünkü sembolik davranış, özel olayların kategorize edilmesine ve neredeyse her ortamda onlarla temas kurulmasına izin veriyor.
Örneğin, insanlara belli bir durumu, bedensel duyumları, davranışları ve benzerlerini “kaygı” olarak sınıflandırması ve bunları “kötü” olarak değerlendirmesi öğretiliyor. Bu “duygu” daha sonra dil aracılığıyla hatırlanabiliyor veya tahmin edilebiliyor: “Geçen hafta iş yerinde endişeli hissettim” ve “O yere gittiğimde endişeleneceğimden korkuyorum” cümlelerinde olduğu gibi. Ancak bu türden rahatsız edici durumlar dilin kendisi aracılığıyla içsel bir yaşantı haline getirildiği için yalnızca dışsal durumlardan kaçınmak suretiyle psikolojik acıdan kaçınılamıyor. İnsanlar, kaçınmanın odağı olarak olumsuz değerlendirilen içsel olayları, duygu düşünce ve deneyimleri hedeflemeye başlıyorlar.
Örneğin, “kaygı” ile bağlantılı düşünceler aktif olarak önlenmeye veya bastırılmaya çalışıldıkça bunlara daha çok odaklanılıyor. Yaşantısal kaçınma kendini; erteleme, sıkıntıdan kaçınma, dikkat dağıtma, bağımlılıklar, bastırma, davranışsal kaçınma, baskılama, inkar gibi farklı şekillerde gösterebiliyor.
Yaşantısal kaçınma aslında sorunlarla baş etmenin bir yolu. Ancak zorlu durumlara uyum sağlayamamaya, çevrenin değişen taleplerine göre bakış açısını ve davranışını değiştirememeye sebep olarak psikolojik katılığa yol açtığında psikolojik işlevselliği (iyi oluşu) bozuyor. Çünkü sonuçları kesin olmayan çabalara ve işlevsiz amaçlara yönelik kendi kendini tahrip edici davranışlara yol açıyor ve kişiyi istediği yaşamdan alıkoyuyor.
Psikolojik sorunların oluşmasında ve bu sorunların sürdürülmesinde de önemli bir rolü var. Araştırmalar yaşantısal kaçınmanın anksiyete ve depresyon gibi psikolojik sorunlarla ilişkili olduğunu gösteriyor (Biglan ve diğerleri, 2015). Yani yaşamda anlık olarak rahatsızlık veren bir durumdan kaçındıkça, psikolojik sorunlara davetiye çıkarabiliyoruz. Bu kaçınma durumu psikolojik işlevselliğimizi (iyi oluşumuzu) olumsuz etkiliyor. Bu noktada biraz da iyi oluş (well-being) kavramından bahsetmek istiyorum.
İyi oluş (well-being) nedir?
İyi yaşamın ve gerçek mutluluğun ne olduğu çok eski zamanlardan beri felsefecilerin üzerinde durduğu en temel soru. Yunan felsefesinden bu yana mutluluğa ilişkin iki temel yaklaşım olduğundan söz edebiliriz: Bunlardan ilki, bireyin öznel olarak yaşamdan ne kadar keyif aldığını vurgulayan hazcı yaklaşım. Diğeri ise kişinin gelişerek gerçek benliğini ortaya çıkarmak ve bu benliği ile uyumlu davranmaya dayalı bir iyi yaşamı vurgulayan ödomonik yaklaşım. Hazcı mutluluğa psikolojide “öznel iyi oluş” deniyor. Psikolojide iyi oluş ve mutluluğun sadece öznel iyi oluş (hazcı mutluluk) ile açıklanamayacağını savunan araştırmacılar iyi oluş kavramını açıklamak için iki temel model geliştirmişler.
İyi oluşu açıklayan modellerden ilki Carol Ryff’in (1989) psikolojik iyi oluş modeli. Bu modele göre psikolojik işlevselliğin (iyi oluşun) öz-kabul, diğerleriyle olumlu ilişkiler, özerklik, çevresel hakimiyet, yaşam amacı ve bireysel gelişim olmak üzere altı bileşeni var. Öz-kabul düzeyi yüksek bireyler kendilerine ve geçmişlerine karşı olumlu tutuma sahipler ve olumlu ve olumsuz tüm yönlerini kabul ediyorlar. Öz-kabul konusunda yetersiz kişiler ise olduklarından farklı bir kişi olmayı istiyor, geçmişlerine yönelik tatminsizlik duyuyorlar.
Diğerleriyle olumlu ilişkiler boyutu ise diğerleriyle ve özellikle aile ile sıcak ve güvene dayalı ilişkiler kurma ve başkalarının gelişimini önemseme gibi becerileri içeriyor. Bu özelliği düşük olan bireyler nitelikli ve doyum sağlayıcı ilişkiler kurma ve sürdürme konusunda yetersizler. Özerklik, bireyin içsel standartlarına göre davranış sergilemesi, davranışlarında başkalarının kontrolünden bağımsız olması ve başkalarının onaylarına bağımlı olmaması ile ilgili.
Çevresel hakimiyet özelliği yüksek olan bireyler, kendi değerlerine ve ihtiyaçlarına uygun çevreleri seçme ya da mevcut çevrelerini dönüştürme yeterliğine sahipler ve çevredeki fırsatları etkin bir şekilde değerlendiriyorlar. Yaşam amacı ise bireylerin yaşamlarındaki yön duygusu, belirli amaçlara sahip olma, şimdi ve geçmiş zaman arasında anlamlı ilişkiler kurabilmesi yeteneği. Yaşam amacı olan bireyler yaşamlarının bir anlamı olduğunu düşünüyor ve yaşamlarına anlam veren bir inanç sistemine sahipler.
Olmayan bireyler ise yaşamlarına yön veren bir anlam duygusundan yoksunlar, yaşamlarına anlam verecek inançları geliştirme ile ilgilenmiyorlar, yaşamın anlamsız olduğunu düşünüyorlar. Bireysel gelişim ise kişinin potansiyelini ortaya çıkarmaya ve yeni deneyimlere açık olmaya, kendisini daha etkin hale getirmeye ve kendini tanımaya ilgi duyması olarak tanımlanıyor.
İyi oluşu açıklayan ikinci yaklaşım ise Martin Seligman’ın PERMA Modeli. PERMA iyi oluş modeli hem hedonik hem de ödomonik iyi oluşu ve ilave olarak akış kavramını içeriyor. PERMA iyi oluş modelinin açılımı Positive emotion (olumlu duygu), Engagement (hayata bağlılık), Positive relationships (olumlu ilişkiler), Meaning (anlam) ve Achievement (başarı). Hem Ryff’in hem de Seligman’ın iyi oluş modellerine baktığımızda, ortak noktalarının hayattan kaçmamak olduğunu görüyoruz. Bu da kendini kabul etmekle başlıyor.
Kendini kabul etmek negatif duygu ve yaşantılardan kaçmayarak bunları yaşamaya izin vermek demek. Yazının başında da belirttiğim gibi, kişinin olumsuz duygu, durum ve yaşantıları yaşamamak adına hayatını sınırlandırması yaşantısal kaçınmaya yol açıyor. Olumsuz duygu ve durumları yaşamaktan kaçınan birinin, takdir edersiniz ki, iyi olması pek mümkün görünmüyor.
Sonuç olarak iyi olmak için acıdan kaçmamak, acıyla yüzleşmek ve onu kabul etmek gerekiyor. Çünkü kaçındığınız ve direnç gösterdiğiniz şey büyüyor. Kaçtığınız şeye tamam dediğinizde, onu kabul ettiğinizde paradoksal bir şekilde iyileşiyor ve değişiyorsunuz. Güzel başlayan bir ilişkinin bitmesinden çok korkuyorsanız, bu ilişkinize zarar vermeye başlıyor. Bu korkuyu kabul edip bu olasılığa baştan tamam dediğinizde paradoksal olarak değişim gerçekleşiyor ve ilişkileriniz daha tatmin edici hale geliyor.
Hayattaki en büyük korkunuz ne ise (ilişkinizin bitmesi, başarısız olmak, parasız kalmak, hasta olmak veya bir şeyleri kaybetmek) bunun olma olasılığına tamam demeden, bunu kabul etmeden iyi olmak mümkün değil. Yerinizde saymak ve aynı sorunu sürdürmek istiyorsanız korkunuzdan kaçmaya devam edebilirsiniz. Ancak artık canınıza tak ettiyse ve bir şeylerin değişmesini istiyorsanız yapacağınız şey çok açık.
Bu bir düşünme modeli de değil, aynı bir fizik yasası gibi. Direnç gösterdiğin şey ters yönde kuvvet kazanır ve bu kuvvet artarak sana döner. Kaçmak mümkün değildir. İsteseniz de istemeseniz de ötelediğiniz bu kuvvet bir gün karşınıza çıkar. Bunu değiştirmek için harekete geçilecek zaman tam da şu andır. Bunu yapmak tek başına zordur çünkü tüm direnciniz yüzeye çıkar. Bu konuda bir psikolojik danışmandan online veya yüz yüze profesyonel destek almak isterseniz bilgi için ayselkeskin2004@yahoo.com adresine eposta gönderebilirsiniz. Sevgiyle kalın.
Kaynaklar:
Biglan, A., Gau, J. M., Jones, L. B., Hinds, E., Rusby, J. C., Cody, C., & Sprague, J. (2015). The role of experiential avoidance in the relationship between family conflict and depression among early adolescents. Journal of Contextual Behavioral Science, 4(1), 30-36.
Kaya, Ç. (2019). Bağlamsal pozitif psikoloji yaklaşımına dayalı grupla psikolojik danışmanın psikolojik işlevsellik göstergeleri üzerindeki etkisi, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bilim Dalı, İstanbul.
Ryff, C. D. (1989). Happiness is everything, or is it? Explorations on the Meaning of Psychological Well-Being. Journal of Personality and Social Psychology, 57, 1069-108.
Seligman, M. E. P. (2011). Flourish: A visionary new understanding of happiness and well-being. New York, NY: Free Press.
İlginizi çekebilir: Hayatın karanlık yanını kucaklamak: İkinci dalga pozitif psikoloji ve iyi oluş (wellbeing) kavramı