Hayatımda çok özel bir yeri olan bu eylem için bir yazı daha yazmaya karar verdim. Yürümekle ilgili geçtiğimiz hafta paylaştığım yazıma gelen yorumlar aslında birçoğumuzun hayatında bu eylemin ne kadar sessiz kalmış, fakat bir o kadar da önemli bir yeri olduğunu bana bir kez daha hatırlatmış oldu. Bu yüzden bir haftayı daha yürümenin felsefesini değerlendirmeye ayırmak istedim.
Evet, yürümenin felsefesi olur mu? Sorumuz basit gibi gözükse de bize dönüp neden yürüdüğümüzü sorgulatıyor. Neden bulunduğumuz yerden ileriye gitmek istediğimizi, neden bir adım daha atmak istediğimizi, neyi aradığımızı, başlangıç noktasında neleri bıraktığımızı, ardımıza bakmadan ilerlediğimizde aslında geriye dönüşün olmadığının farkında olsak da çekinmeden neden ve nasıl devam ettiğimizi…
Sorularımızı sorduk, biraz da cevapları irdeleyelim… Neden yürümekteyiz? Kimilerimiz unutmak için der. Ben de o kişilerdendim. Hayatımın bir döneminde yaşadığım çok zorlu zamanlarda sabah karanlıklarında, bazen sabah dörtte, bazen sabah beşte çıkardım yürümek için. Yürümek unutmak demekti. Yürüdükçe düşünürdüm tekrar ve tekrar, neden, nasıl bu noktaya geldim? Her şey nasıl bu kadar kontrolden çıktı? Yürüdükçe tekrar yaşardım kafamda, sorgulardım, diyaloglar kurardım, ben sorardım, hesap sorardım, bazen yanıtlarını asla alamayacağım sorular sorardım…
Öyle uzun, öyle çok yürürdüm ki saatler nasıl geçerdi anlamazdım. Her şeyi ama içimdeki her şeyi o yürüyerek geride bıraktığım yollara akıtırdım. Ben yürüdükçe arkamda kalan izler gibi yollar hikayeme ortak olurdu, benimle konuşurdu, ben adımlarımı hızlandırdıkça onlar bazen daha da üzerime gelirdi, bazen sakince sadece dinlerlerdi. Ne yazık ki sorularıma cevap alamadım ama yürüdüm, yürüdüm ve yürüdükçe içimdeki tüm soruları bitirdim. Bir gün yürürken fark ettim ki hiçbir soru, hiçbir düşünce, hiçbir eski kalmamış. Ben sadece o andayım. Ve işte o gün yürümek koşmaya dönüştü ve ben koşmaya başladım.
“Neden yürümekteyiz?” sorumuza gelin bir de bu hafta okuma listemde olan sevgili Frederic Gros’un Yürümenin Felsefesi eserinden bazı bölümlerle cevap verelim:
“Yürürken düşünmek, düşünürken yürümek; sonra da yazmayı kısa bir mola anına indirgemek, yürüyen bedeni geniş, açık mekanları seyreylerken dinlenmeye bırakmak gibi.
Bu durum bizi Nietzsche’nin ayağa düzdüğü methiyeye götürür: Sadece elimizle yazarız evet, ama ‘sadece ayağımızla’ iyi yazarız. Ayak mükemmel, hatta belki de en sağlam tanıktır. Okurken öncelikle ayak ‘kulak kesiliyor’ mu, buna dikkat etmemiz gerekir çünkü Nietzsche’ye göre ayak işitir. Zerdüşt’ün ikinci dans şarkısında okuruz bunu: ‘Ayak parmaklarım dinlemek için dikiliyorlar çünkü bir dansçının kulakları ayak parmaklarındadır’; okurken keyiften titriyorsa, derhal dışarıya, dansa davet edildiğindendir.
(…)
Nietzsche gökyüzüyle, denizle, buzullarla yüz yüze olan hareket halindeki bedenin, tasavvurunda uyandırdığı her şeyi şurada burada karalayarak her gün yürüyordu. Ben bu yürüyüşlerin yukarı doğru yapıldığını düşünürüm hep. ‘Ben’, der Zerdüşt, ‘bir gezgin ve dağcıyım; düzlüklerden hoşlanmam ve görünüşe göre uzun süre kıpırdamadan duramam. Beni bekleyen kader her neyse, yaşayacak daha neyim varsa, yürümek ve dağa tırmanmak olacak içinde: Kişinin tecrübe edeceği her şey nihayetinde hep kendidir.’ Nietzsche için çıkmak, tırmanmak, yükselmek demektir yürümek.”
Ne büyük tesadüftür ki Zerdüşt’le tek başıma çıktığım ve çok ama çok keyif aldığım İspanya’nın Kanarya Adalarında Tenerife’de siyah kum kumsallarında tanışmıştım. Evimden, ailemden, işimden ve sevdiğim her şeyden uzaklara doğru çıktığım bu cesaret dolu yolculuklarımdan ilkinde bana yoldaş olmuştu. Sabahın çok erken saatinde çıktığım uzun mesafe koşularında hep onun özgürlüğünü ve yürümeye dair kelimelerini düşünmüştüm.
İşte yürümek böyle mucizevi bir süreçtir insanoğlu için. Ve evet, yürümenin mutlaka bir felsefesi vardır ve yürüyenler asla eskisi gibi olmazlar. Ve evet, bir kez yürümeye başladık mı geriye dönüş yoktur, yolculuk çoktan başlamıştır!
İlginizi çekebilir: Yürümek: Bu hayatta insana bahşedilmiş en kutsal eylem