Yürümek: Bu hayatta insana bahşedilmiş en kutsal eylem
Bu yazım yürümek üzerine. Belki de hayatta biz insanlara bahşedilmiş en muhteşem eylemlerden bir tanesi. “Bunun neresi farklı?” diyeceksiniz ama ben bugün yürümeyi size farklı bir açıdan anlatmak istiyorum. Ayaklar yere basmalıdır yürümek için. Her iki bacak aynı anda koordine olmalıdır. Ne daha önce ne daha sonra. Sinir sistemimizden gelen hareket etme mesajı doğru algılanmalıdır ve biz aslında tek bir adım bile atarken vücudumuzdaki onlarca kas, sinir ve hücre o hareketin bir parçası olmak üzere enerji harcayacaktır.
Yaklaşık 3 yıl önce, çok yoğun uzun koşu çalışmaları yaptığım dönemde üçüncü kez ayağım kırılmıştı. Fakat bu sefer o kadar kolay sıyrılamayacaktım. Bu kırık alçıya alınmadan iyileşemeyecek kadar derin bir kırıktı. Doktoruma ilk sorduğum soru ne zaman tekrar koşmaya devam edebileceğim olmuştu. Aldığım cevap ise beni hiç tatmin etmemişti, en az 6 hafta ayağımda kocaman bir alçı ile yaşamak durumundaydım.
Ben ve yürüyememek, koşamamak ve hatta oturduğum yerden kalkıp düzgün bir adım bile atamamak… O altı hafta hayatımın en uzun ve en çok öğrendiğim haftasıydı. Attığımız bir adımın bile ne kadar büyük bir mucize olduğunu öğrenmiştim. Bir adım atabilmek için geceler ve gündüzler boyu beklemeyi öğrenmiştim. O bir ayağın tüm vücut için ne kadar önemli bir parça olduğunu öğrenmiştim. O dengenin tek ayakla, asla iki ayakla olduğu gibi kurulamayacağını öğrenmiştim. Ve en önemlisi yemyeşil ağaçların altında bir parka özgürce gidebilmek ve o ormanda sadece kendimle baş başa yürüyebilmek eyleminin ne büyük bir lütuf olduğunu öğrenmiştim. Evet, yürüyebilmek bu hayatta bizlere bahşedilen en özel eylemlerden bir tanesiydi.
Yürüyerek yapılabilen ne çok güzel şey vardı. Örneğin okula gitmek, örneğin bir öğleden sonra kahve içmeye çıkabilmek, sevdiğim bir arkadaşımı görmeye gidebilmek veya işe gidebilmek gibi. Oysa yürüyemediğinizde kaybedilen ne çok zaman vardı, hareketsiz, gidilememiş, yapılamamış ne çok zaman.
O dönem sevgili arkadaşlarım beni görmeye eve gelmişlerdi ve ben bugünlerde çokça yaptığımız üzere toplantılara uzaktan katılır olmuştum. Uzakta bir sesten ibarettim adeta. Hareket edemiyordum, yürüyemiyordum ve geçici de olsa en kötüsü bir yere bir başkasına ihtiyaç duymadan gidebilmek özgürlüğümden olmuştum! Koltukta istediğim yere oturabilmek kadar basit bir eylemi bile yardımı almadan yapamaz halde olan benim için çok ama çok ciddi bir öğrenim süreciydi bu yürümenin hayatımdan çıktığı haftalar.
Ve altı hafta sonunda ek bir üç hafta daha beklemek durumunda kalmıştım. Alçı çıkarılmış olsa da ben ayağımın üzerine basamayacaktım. Ve tüm bu süreç bittiğinde ise kendime yepyeni spor ayakkabılar aldım. Onlarla o günün gelmesini bekledim, ayağım iyileştiğinde onlarla yeniden yürümeye başlayacaktım. Öyle de oldu, tekrar sokağa çıkabildim, bahara karışabildim, koşmaya, yürümeye başlayabildim.
Bu hafta okuma listemde olan çok önemli bir eserden konuyla ilgili kısa bir bölüm paylaşmak istiyorum, sevgili Frederic Gros’un Yürümenin Felsefesi eserinden sizler için;
“Ağırdan almak namına şimdiye dek yürümekten daha iyi bir şey bulunamamıştır. Yürümek için iki bacağınızın olması yeterlidir. Gerisi fasa fisodur. Hızlanmak mı istiyorsunuz? O halde yürümeyin, başka bir şey yapın; tekerlekleri kullanın, kayın, uçun! Yürümeyin. Ve unutmayın, takdire şayan tek şey gökyüzünün parlaklığı, manzaranın görkemidir. Yürümek spor değildir.
Bir kez ayakları üstünde dikildi mi, olduğu yerde kalamaz insan.”
Bu yazımda bana eşlik ediyorsanız, güzel bir yürüyüşe çıkmanızı öneriyorum. Bu yürüyüş boyu ayaklarınızı, bacaklarınızı düşünün. Onlara sizinle oldukları için teşekkür edin ve o an yürüyebildiğiniz için kocaman bir şükran gönderin göklere. Çünkü bir kez ayakları üstüne dikildi mi, olduğu yerde kalamaz insan!
İlginizi çekebilir: Hayat yolunda strateji üzerine: Benim yolum değerini bilmek!