‘Yürekte kırk mum’: Yas dönemi ve kederin ardından gelen kabullenme
“Yürekte Kırk Mum” adlı kitapta “Yaşam, kayıplar ve kazançlarla dolu bir serüvendir.” diye yazmıştır Erguvan Tuğba Özel Kızıl. Yaşamı ele aldığımızda bunu çok net gözlemleyebiliyoruz. Doğuyoruz anne rahmini kaybediyoruz ancak dış dünyayı kazanıyoruz. Büyüyoruz bakım verenimize/verenlerimize daha az ihtiyaç duymaya başlıyoruz ve bağımsızlığımızı kazanıyoruz. Bu serüvende belki de insanın canını en çok yakan yaşantılardan biri olan yası deneyimliyoruz.
Hepimizin sevgi ve güvene dayalı sosyal ilişkileri vardır. Sosyal ilişki kurduğumuz kişilerle hayatımızı paylaşır onlarla derin bir bağ kurarız. Varlıkları ile hayatımızda önemli bir yer kaplayan kişileri kaybettiğimizde keder, üzüntü, korku, kaygı, suçluluk gibi yoğun duygular ortaya çıkabilir. İşte bu tepkilere yas tepkileri adı verilir. Yas döneminde yaşanan durumun gerçekliğine inanmakta güçlük çekebilir hatta inanmayabiliriz. Hissizlik, suçluluk, öfke ya da çaresizlik gibi duygular etrafımızı sarabilir. Ya da kaybedilen kişiyle ilgili düşüncelerden kaçınmaya çalışabiliriz. Halüsinasyonlar görebilir, kaybettiğimiz kişiyle ilgili rüyalar görebilir ya da unutkanlık, dikkat dağınıklığı yaşayabiliriz.
Kayıplarımızın ardından yas tutmak her ne kadar acı verici olsa da yaşanması gereken bir doğal süreçtir. Kayıptan sonra yaşanan keder, verilen tepkilerin şiddeti kişiden kişiye ve kayba göre değişkenlik gösterebilir. Kaybedilen kişi ile kurulan bağ, onunla biriktirilen anılar ve geçmiş yaşantılar, yarım kalmış bir şeyler ile birlikte yas dönemi oldukça öznel deneyimlenen bir dönemdir. Hatta Vamık Volkan’a göre “Yaslarımız parmak izlerimiz kadar kişiseldir. Geçmişteki yitim öykülerimiz ve ilişkimizin özellikleri tarafından belirlenir.’‘
Yas tutmak, tedavi edilmesi gereken bir durum değil aksine kayıplardan sonra hayata devam edebilmek için yaşanması gereken bir olgudur. Yas tutmak, kaybettiğimiz kişiyle kurduğumuz ilişkinin yaşamımızdaki önemini yeniden anlamlandırmak, geçmişte kurulan bağların bazı kültürel ritüeller aracılığıyla devamlılığını sağlayarak kaybın zorluğuyla birlikte yaşamaya devam edebilmek için ihtiyaç duyduğumuz bir yaşantıdır.
Yas döneminde olan kişileri avutmak amacıyla bazı söylemler geçmişten beri anlatılagelmiştir. Onlardan biri de yürekte kırk mum yandığı söylentisidir:
“Bir insan sevdiği birini kaybederse, yüreğinde kırk tane mum yanarmış. Her gün bu mumlardan biri söner, ama kırkıncı mum sonsuza dek yanık kalırmış…”
Bu söylenti her ne kadar kıymetli olsa da bazılarımızı tanımlamayabilir. Bazılarımızın içinde belki de o kırk mumun kırkı da yanmaya devam edebilir. Tıpkı Şermin Yaşar’ın tarif ettiği gibi:
“…Dediler ki sevdiğin ölünce kalbinde kırk mum yanar, her gün biri söner. Kırkıncı gün hepsi söner, biri bekler. O tek mum ebediyen yanar, acını o tek mum tutar. Ben buna inandım. Hayalimde otuz dokuz mum söndürdüm her gece üfleyerek, içimdeki cılız nefeslerle. Göğsümdeki sızı hafifler, kalbim tekrar toplanır, ciğerime derin bir nefes girer diye kırk gün bugünü bekledim. Sabah uyandım, kendimi yokladım. Öğlen tekrar baktım. Kırkıncı ikindiyi beklerken kırkikindi yağmurları boşandı gözlerimden. Gecesini bekledim ve gece yarısını. Hiçbir şey olmadı. Yalanınız batsın dedim. İçimde tek bir mum kalacaktı hani; peki ne bu yürekteki bin dönümlük orman yangını?”
Söyleyeceğim o ki parmak izi kadar kişisel yas dönemimizi yaşamalı ve kayıplarımızın canımızı yaktığı armağanları zamanla kucaklamaya başlamalıyız.
Yazı ve yas dönemi ilgili sorularınız için [email protected] adresinden ya da @psikologaytulyuksel Instagram hesabımdan bana ulaşabilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Sağlıklı bir ilişkide olup olmadığınızı nasıl anlarsınız?