Amerikalı meşhur cerrrah ve yazar Leonard Shlain, Leonardo da Vinci’nin zekasının kaynağını açıklamak için “Onun benzersiz beyin ağı, kendisine dünyayı daha yüksek boyutlu bir noktadan görme fırsatını tanıdı” diyor. Peki bu yüksek bilince sahip olmak, insanın ne olduğunu anlamak için batıl ve ruhani inanışları bagajımızdan atıp dünyevi algılarımızı zenginleştiren bir şey olabilir mi?
Günümüzdeki çağdaş filozoflaın çok az bir kısmı, felsefenin eskiden olduğu gibi kamusal hayata rehberlik etme ve kişisel gelişim için pratik bir araç olma görevlerini yeniden canlandırmak için birçok çalışma yaptı. İnsanın mutluluğu için sanatın rolünün ne kadar büyük olduğunu savunan Alain de Botton veya zorlukların karakterimizi nasıl geliştirdiğini öğreten Nietsche buna örnek verilebilir.
De Botton’un Tim Ferries ile yaptığı fantastik konuşma da insana yüksek bilinç konusunda çok şey anlatıyor:
“İnsan olarak yaşamımızın çoğunu düşük bilinç seviyesinde davranışlar sergileyerek geçiriyoruz. Genellikle kendimize dair endişeler taşıyoruz. Kendi başarılarımızı, kendi hayatımızı dar bir çerçevede tanımlıyoruz.
Sıradan bir hayat pratik, içe bakıştan yoksun ve sadece kendini gerekçelendiren bir görünüm ortaya çıkarır. Bu da “düşük bilinç sahibi olmanın” göstergesidir denilebilir. Nörobilimcilerin bahsettiği ve alt zihin diye adlandırdıkları beynin alt kısımları, bizlere vurulduğunda misilleme yapmayı, başkalarını suçlamayı, hemen yanıt gerektiren soruları bastırmayı, serbest çağrışımlarda başarısız olmayı ve kim olduğumuz, nereye gittiğimiz konusuna takılıp kalmayı öğütler.
Oysa nadiren de olsa, bize karşı herhangi bir suçlama veya tehdit olmadığı zamanlarda, belki gece geç saatlerde veya sabah erken saatlerde, bedeniniz ve tutkularınız sakinleştiğinde yüksek zihnimize girebilme ayrıcalığını yakalarız. Nörobilimciler bu alana neo-korteks diyor, yani hayal gücü, empati ve tarafsızlığın merkezi. İşte bu zamanlarda kendi egolarımızı serbest bırakıp, daha az önyargılı ve daha çok evrensel bakış açısına sahip insanlar oluruz.
Böyle zamanlarda zihin kendi çıkarlarının ve ihtiraslarının ötesine geçer. Başkalarını hayal gücünün kapılarını daha çok aralayarak düşünmeye başlarız. Onlara eleştiriler yöneltmek veya saldırmak yerine, davranışlarının ilkel zihinlerin baskısıyla ortaya çıktığını ve bize karşı herhangi bir kasıt içermediğini düşünürüz. Onların huysuzluklarının, “kötü niyet” değil, sadece geçmişte aldıkları yaraların semptomları olduğunu görmeye başlarız.
Yavaş yavaş gerçekleşen bu dönüşüm, insanı hayretler içinde bırakan ve başkalarının davranışlarının bizi nasıl etkilediğini değil, nasıl oluştuğunu düşünmemizi sağlayan bir gelişim. İnsanlığa karşı verilmesi gereken doğru yanıtın korku, kin veya öfke değil, her zaman sevgi olduğunu algılarız. Böyle zamanlarda dünya çok daha başka bir görünüme bürünür. Acının ve yetersiz çabanın, sesini duyurmaya çalışan, başkalarını ezen insanlarla dolu bir yer olmaktan çıkıp sakin, güzel ve kırılgan bir yer haline gelir.
Yüksek bilinç hali maalesef kısa sürelidir. Bunu uzun süreli hale getirmek mümkün değil çünkü günlük hayatta ihtiyacımız olan birçok önemli görevin gereksinimlerini karşılamıyor. Ancak bu tür durumlar ortaya çıktığında fırsatı kaçırmadan yüksek bilinç örneği sergilenebilir. Yüksek bilinç, ilkel zihin üzerinde elde edilmiş muazzam bir zaferdir. Aslında bu yüksek bilincin avantajlarına karşı biraz daha uyanık olursak, hayattaki deneyimlerimizi gereksiz bilinmezliklerden kurtarıp daha işlevsel hale getirebiliriz.”
Kaynak:
Brain Pickings
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Dünyayı nasıl algıladığınızı biliyor musunuz?