Yaşamda en zor şey inandığın şeyin peşinden koşmak. Daha da zor olanı inandığın şeyin ne olduğunu bilmek, bilinç haline taşımak. İnandığın şeyin peşinden koşmak, insana kontrolsüz bir güç verirken aynı zamanda yalnız bırakıyor. İnandığın her ne ise orada teksin çünkü.
Özgürlüğümüzün peşinden koşan bizler için, yalnızlık kaçınılmaz bir sonuç, yine de bunu biraz yanlış anlamış olabiliriz. Buradaki yalnızlık hissi ve durumu, kimsesizlik değil! Bu, onay alacak, fikir soracak kimsenin olmayışı, kalmayışı demek. Çünkü, adı üzerinde içinden, tüm yüreğinle inandığın, sadece sana ait ve senin yaşamın, senin varoluşun için geçerli. Diğerlerinin dünya algısı, yaşam görüşü ve yolları için geçerli değil. Dolayısıyla her sistem dışı, genelleme dışı kararın ve isteğin bir şekilde “iyi niyetle” yargılanacak!
Senin işine gücüne bakış açın, genelinkine uymadığında başarısız olma ihtimalin (neredeyse kesinlik hatta) ile yorumlanacak. Binlerin aynı şekilde denediği ve pek azının mutlu sona ulaştığı yollar üzerine örnekler verilecek. Şaşırtıcı ki, bunlar sana da mantıklı gelecek! Çünkü mutlu sona ulaşan da aynı yoldan gitmiş, ulaşamayan da! Ulaşamayan, elbette birçok eksikliğe sahip! Mi? Ulaşan kadar da yeterlisin, aynı yolu denemekle ilgili bir sıkıntı yok o zaman! Mı?
Bu öyle bir hipnoz ki, bizi inandığımızın gerçekleşme ihtimalinden alıkoyar. Korkuya ve endişeye yol açar. Bizler, başkalarının gerçeklik algısını satın aldığımız anda ve kendi gerçekliğimizi bir kenara koyduğumuzda, endişe ile yürüdüğümüz kendi yolumuzun yabancıları haline geliveririz. Böylelikle bilmediğimiz diyarlarda kaybolur, androjen bir hal sergileriz.
Oysa olan basittir. Kendi hayalimizin, kendi varoluşumuzun arkasında durmamışızdır. Yaptığımızın yanlışlığından, söylenenlerin yanlışlığından değil, sadece kendimize ait olan gerçeklikten uzak kaldığımız için tökezleyip düşmüşüzdür.
Ay’da rahatça yürüyemeyiz, değil mi? Ay’da yürüyebilen de, Dünya’da rahatça yürüyemez. Hangimizin algısı yanlıştır bu bağlamda? Sadece başka bakışlara ve başka yaşam deneyimlerine sahip varlıklarız o kadar. Özgürlük, ne olursa olsun, kendi gerçekliğinin peşinden koşmaya bağlıdır.
Elbette bu her zaman kolay olmaz. İnandığın şeyi bilmeli, bilinç haline taşımaktan ve uygulamaktan korkmamalısın! En basit halleri, ailevi ve yakın çevrenin söylemlerini ipi göğüsleyerek yırtarsınız ama bu sefer, inanç, toplum ve binlerce yıllık bilgiye takılırsınız!
Birçok bilgiyi sorgusuzca kabul eden hallerimiz, bu bilgileri aşmakta, yok saymakta, tecrübe etmediği halde zorlanır. Hamurumuzun içine katılmış karbonat gibidir bunlar! Şiştikçe şişerler. Aslında her şey çok basittir. “İstediğin şeyi yapmalısın.” Ama biz istediğimizi yapacak kadar cesur değiliz.
Önünüzdeki engellerden biri de kendi yargılarınız
Cesaretimizi yeni kıran şeylerden birisi de kişisel gelişim adı altındaki yargılarımız ve yanlış okumalarımız. Kendini sabote mi ediyorsun? Gerçekten istiyor musun? Bu isteğin bütün için hayırlı mı? Yoksa yaşam seni sınıyor mu? Doğru cevabı mı veriyorsun? Her şey bir kafa karışıklığı…
Dışarıdan bize gelen bir etki yoktur. Elbette her zaman kendimizi sabote ederiz. Ama bu sandığımız gibi bir şey değildir, bir şeyi durdurmak, bir şey için direnmek değildir. Kendimize direnmektir. Kim ki, kendine direnir, dış aynalar onun direncinin kaynağına yönelik eleştirilerde bulunur. Kim ki, kendi kararını yargılar, dış aynalar bu kararının yargılanma şekli üzerinden sorgulamaya başlar. Dışarıdan bize doğru gelen hiçbir şey yoktur. Şeytan yoktur!
Bizim kendimizi, öz halimizi algılamaya olan direncimizden başka şeytan yoktur. Kendimizle dost olmadan, dışarıda olan biteni sakinleştirip durduramayız. Kendimizi sabote etme ihtimalimiz de yoktur!
Bu, şu demek: Sen olduğun şeyi yansıtırsın, eğer yeteri kadar olgunlaşmadıysan önündeki konu üzerinde, bir şekilde korkularının üstesinden gelemez ve hareket edemezsin. Durumun ciddiyeti geçtiğinde ise, bunun aslında geçmen gereken bir şey olduğunu düşünür (aslında geçebilecek olgunlukta olduğunu görür) ve kendini “başarısızlık” ile suçlar ya da görünmez travmalar yüzünden kendini “sabote” ettiğin sonucuna varırsın.
Aslında sadece o frekansta henüz titreşmiyorsundur veya basit bir anlatım ile, o olgunlukta değildir o kanunun meyvesi. İyi analiz etmek, iyi okumak gerekir. Kuran bile “oku” diye başlar. Oku dediği, kitap değildir, oku dediği bizzat sensindir, kendinsindir, yaşamdır. Okuma-yazma bilmeyen bir peygambere, ilk emrin oku olması sizce de manidar değil midir?
Oku!
Her şeye ve herkese rağmen kendi kurallarınızı koyun
Hem içerden, hem de dışarıdan oku. Senden başka hiç kimse yok, dışarıda kimse yok. Sadece sen varsın. Senin kendine attığın çelmeler var. Ama yine, bunlar cezalandırmak için değil. Bunlar senin içindeki kayboluşların, fark etmeyişlerin, kararsızlıkların, kendine olan yargın ve anlayışsızlığın.
Sen inanırsan eğer kendine, içinde bir barış hali olursa, kendin ile yürümeye gönlün olursa, dışarıdaki her şey ama her şey, sakin ve pürüzsüz olur. Sen, senden başkasının olmadığını bilirsen eğer, yalnızlıktan korkmaz, zincirleri koparmakta gecikmezsin.
Ve evet, kendi dünyanın kurallarını kendin koyarsın her şeye ve herkese rağmen. Sadece hiç vazgeçmemek gerekir hiç! İnanın ki yaşam değildir burada bizi test eden, içimizdeki şüphedir. Işığın hala orada olup olmadığını merak ettiğimiz hallerimiz. Kendimize olan inançsızlığımız, bizi kendimizi sürekli olarak test etmeye iter. Hem de en bilinçsiz hallerimizle. Kendimize duyduğumuz teslimiyet, sonsuz inanç ise, yaşamı coşku ve sürprizlerle yaşamayı verir bize.
Elbette tüm bunlar için, ruhumuzun en karanlıklarına kadar girip, sürekli dönüp duran duygu hallerini iyileştirmeliyiz. Ve bu konuda da, kendimize çok yardımcıyız. Sarkastik olarak söylemiyorum! Cidden, her şey yardım aslında. Direnmeden bakarsak, karşımıza sürekli olarak çıkan olayları, evet bizler kendi kendimize çıkarıyoruz ortaya. Görmeyi reddetmez ve o duygular ve durumlar ile bir masaya oturursak, elbette çözümlenecek, hiç yoktan iki üç adım ileriye gidecektir. Hareket her zaman vardır.
Geldik mi yine niyetin sağlamlığına! Kendine inanmaya koyduğun niyet bükülmez olmalı kardeşim. Sır bu! Ne olursa olsun, vazgeçmemelisin. Ne kadar korkarsan kork, kaç kere düşmüş olursan ol, tekrar ayağa kalkmalısın. Yola devam. Ama o ipi, kendine bağlı o ipi asla bırakmamalısın.
Oldukça uzun bir metafizik çalşmasında, bir filmi yorumluyorduk. O zaman filmde kendime dair gördüğüm bir olayı anlatırken “Ben de başardım” dedim. Eski kocam yanıma yaklaşıp, neyi başardın ki diye sordu. O gün anlatamadım neyi başardığımı, oldukça karışıktı duygularım. “Neyi başardın?” (Beni başarısız buluyor, onaylanmadım, aşağılandım, acaba başaramadım mı?) Sağ olsun, tek bir soruyla, kendime dair tüm yargı ve korkularımı çıkarmama vesile oldu.
Dönüp dolaşıp her bir değişimde bunu söylüyorum; İçimdeki ışığa olan inancımı korumayı başardım. Ve siz de, hala devam ediyorsanız, her şeye rağmen, ait olmadığınız yerlerden bir şekilde uzaklaşıyorsanız, atılıyorsanız, kaçıyorsanız, bırakıyorsanız, dönüp dolaşıp yine kendinize sarılıp “Haydi kalk, devam!” diyorsanız, başarmışsınız!
Yoksa başarı, beşeri dünyanın maaşı, statüsü filan değildir. Başarı, oyunu oynamaya devam etmektir, yetişecek bir şey yok, yakalancak bir durum yok. Oyun var. Siz varsınız. Başka da birşey yok. Geri kalan herşey illüzyon, ama siz gerçeksiniz.
Elbette bir şeye yetişme arzusu, yaşlanma ve ölüm korkusu, zaman algısının bize paket olarak sunduğu büyük korku illüzyonlarıdır ve bu korkuların refere ettiği “acelecilik, telaş, geç kalmışlık” hisleri tamamen illüzyondur. Gerektiği zaman her şey olması gerektiği şekilde olur. Sadece olma haline izin vermeliyiz. Kendimizi ifade etme, varlığımızı dışa vurma, olduğumuz saf hali yaşama haline izin vermeliyiz.
Bu hem kolay, hem de zordur, nasıl olduğunu biliyorsunuz! Bir soğan zarı gibi soyunmalıyız, sürekli ve sürekli. Çıplaklık güzeldir!
Ve eğer özgürlük istiyorsanız, hayallerinizi özgür bırakın gerçekleşsinler!
Yolunuz aşk olsun!
Sorularınız, yaklaşan çalışma ve kamplar için @esrauyman ve @magicalchildoftheworld@esrauyman adreslerini takip edip, bana ulaşabilirsiniz