Yol senin, can senin, vicdan senin, sen seninkiyle ne yapıyorsun?
Emanetin sahibi sen değil misin?
Canının sahibi?
Başkalarının fikrine, görüşüne, diğerlerinin vicdanına bırakır mısın emanetini?
Hani o çok sevdiğinin, yerlerin ve göklerin yaratıcısından gelen hediyeni, içinde hangi dehlizler olduğunu bilmediklerine emanet mi edersin?
Hayattaki en ve tek hazineni, öylesine, sadece basit korkuların yüzünden, cesaret edemediğin için, tembellik ettiğin için bir başkasına mı verirsin?
Kendi hayatını, kendi bedenini, kendi aklını, canını kullanma yetkisini?
Sonra da değerden mi bahsedersin?
Öz değerden?
Güvenden mi bahsedersin?
Öz güvenden?
Özün sana niye güvensin ki?
Sorumluluğunu almadığın, yaşamaya tenezzül etmediğin canını bir başkasına, başkalarına emanet eden sana neden güvensin?
Nasıl değer bilebilir, nasıl kendini değerli görebilirsin ki?
Sen, kendi değerlini pul gibi bir diğerine aktarırken ve hiçbir şey karşılığında?
Sonra bereketten mi bahsedersin?
Önce emaneti bil.
Sonra ona bekçi olmayı.
Ona yoldaş olmayı
Ona rehber olmayı.
Sonra; rehberliğini al.
Sana güvendiğinde, senin onu koruyacağını bildiğinde sana açtığı rehberliği al.
Senin değer bilişini, verdiğin değeri gördüğünde, sana sunduğu bereketi al.
Yol senin, can senin, vicdan senin.
Ve herkeste bir tane var.
Sen seninki ile ne yapıyorsun?
Sen, senin olanı hakkıyla kullanıyor musun?
O canı nelerle besliyorsun?
O canı nerelerde muhafaza ediyorsun?
Yoksa elindeki elması uzatıp gökyüzüne, tanrım bana bir elmas ver diye ağlıyor musun?
Avuçlarının içine bak, aradığında, ağladığında, değerinde orada.
İlginizi çekebilir: Kendine olan inancın sınavdan geçse de kendinin arkasında durabilir misin?