Yoga derslerinde Berivan Hoca’dan hep benzer şeyleri duyuyordum: “Yoga hayatla iç içedir. Matın üzerinde ne olduğunu fark edin. Yoganızı hayatın içine taşıyın.”
İnanın ne demek olduğunu bu zamana kadar pek anlamıyordum.. Tam olarak ne demek istiyor, yoga nasıl hayatın içindeydi hiçbir fikrim yoktu. Şimdi şimdi anlamaya başlıyorum. Kapı yine kendini tanımana, kendinle yakınlaşmanın sonucuna çıkıyormuş. Yin Yoga eğitiminde bedenimi tanımaya başladıkça, ne olup bittiğini gördükçe kapılar açılmaya başladı yavaş yavaş. Her birimizin kendine has olduğunu, ayrı ayrı özellikleri olan varlıklar olduğumuzu bilgi olarak biliyordum ama yogada bunların gerçekten ne anlama geldiğini görmeye, hissetmeye başladım.
Mesela en basitinden her birimizin kemik yapıları, uzunluğu, pozisyonu, çıkıntıları vb. hepsi değişiyor. Aynı sanıyoruz her birimiz birbirimizi. Birimiz bir şey yaptığında “amaan ne var ki bunda ben de yaparım” diye atılıyoruz ya herhangi bir konuda, atılmamak lazımmış. Çok çok basit bir pozu; hepimizin “bunu bebek yapar” diyeceğimiz bir duruşu yapamayanlarımız oluyor derste. Buna ben de dahilim. Fakat artık bedenimin özelliklerini, içeride ne olup bittiğini daha iyi anladığım için ne diyorum biliyor musunuz? “Tamam. Bu bana uygun değil. Kendime uygun olanı seçeyim ben.” Artık kızmak yok, sinirlenmek yok, başarısızlık hissi, eksiklik hissi yok! İşte, en güzel özgürlüklerden bir tanesi de bu. Kalıplardan özgürleşmek…
Çünkü artık biliyorum. Benim suçum değil yapamamak. Benim günahım yok bağdaş kurup oturamadığım için. Sadece bedenimin yapısı buna müsait değil. Tanrı böyle yaratmış beni. Ne yapabilirim? Ben hemen söyleyeyim ne yapabileceğimizi bu durum karşısında. Kendimizi kabullenmek. Kendimizi olduğumuz gibi kabullenmek ve bu halimizle sevmek, çok sevmek. “Ben de böyleyim ve kendimi böyle kabul ediyorum” diyebilmek. Kapasitemizi kabullenmek yani özü. Bağdaş kuramamışsam ne olacak? Benim yapabildiğim, başkalarına uygun olmayan başka şeyler var mesela. “Aaa vah vah yapamıyor beceriksizler” demiyorum. Başkalarına karşı da anlayış gelişiyor. Herkesin kendine has özellikleri, yetenekleri olduğunu görüp yaşayıp saygıyla, sevgiyle kabul ettiğin yer yoga.
“Buralara nereden geldin” derseniz de, derste yanımdaki kadıncağızdan çıktı her şey. Bazı pozların bedenini zorladığı çok belliydi. Ah, vah diye çıkardığı sesler konsantrasyonumu kendisine yöneltiyordu. Bir sağa bir sola hareketleniyor, hocanın gösterdiğine inatla ulaşmaya çalışıyordu. Yüzü kıpkırmızı tabi. Yapamadıkça belli ki kızıyordu kendine. Etrafına bakıyordu acaba diğerleri nasıl yapıyor diye. Başkalarının yaptığını gördükçe kendini daha da zorlamaya devam ediyordu. Onu izlerken öyle üzüldüm ki kendisine yaptığına: “İsterseniz hocayı çağırın size alternatif bir şey göstersin, zorlamayın kendinizi, sakatlayacaksınız” çıktı ağzımdan ister istemez. Kadıncağız yüzündeki inatla: “Yok yok çok iyiyim ben” dedi. Sonra bir şey diyemedim pek tabii ama aydınlandım.
Tam o an hayatla yoganın nasıl iç içe olduğunu gördüm kendi gözlerimle. Hayatta da bunu yapmıyor muyuz? Kendimizi o kadar tanımıyoruz ki, “ben kendim için ne yapabilirim acaba, nasıl geliştirebilirim sahip olduklarımı?” diye sormak yerine hep başkalarını izliyoruz. Odağımız hep başkalarında. O ne yapıyor acaba hayatta? O nasıl tepki veriyor şu duruma? O ne giyiyor? O nerelere gidiyor? O nasıl sunum hazırlıyor? Dur ben de yapayım onları. Eksik kalmayayım. Sonrası hep yetişme telaşı. Hep başkalarına yetişmeye çalışıyoruz hayatta. Es geçiyoruz kendimizi. Hiç önem vermiyoruz, görmüyoruz. Hep başkalarının yaptıklarına kafa yoruyoruz. Yoruluyoruz. Başkalarının ulaştığına bazı sebeplerden dolayı doğal olarak ulaşamadığımızda ise sonrası genellikle hayal kırıklığı silsilesi: hüzün, çaresizlik, korku, başarısızlık hissi, eksiklik hissi, tam hissedememek, öfke, kendini küçük görme, mutsuzluk ve sonu gelmeyen daha çok gerçek olmayan his. Bir şeyleri olması için zorlamak, olmayınca öfkelenmek, delirmek, üzülmek… Ne fena değil mi? Hepimiz yapmıyor muyuz bunları hayatımızın belli yerlerinde?
“O kadın bu poza girdiyse ben de yaparım ne var, o adam bu kadar parayı yaptıysa ben hayli hayli yaparım, o bile şunu bunu almış, o kadının neyi var ki bu kadar ünlü, sadece şu bu işte, babası sayesinde yaptı bunları, yoksa ohooo” diyerek insanları küçümseme çalışmaları da anında başlar mesela. Gelgelelim eğer ki kendinizi ve insanları dışarıdan objektif izleyebilen bir insansanız çok komik gelir tüm bu söylemler. Çünkü o hırsla, öfkeyle, dalgaya alınarak söylenmiş cümlelerin altındaki haseti görürsünüz.
Odağınız neresiyse orası büyür. Siz başkalarının yaptıklarına yoğunlaştıkça ne yapmış oluyorsunuz biliyor musunuz? Enerjinizi oraya veriyorsunuz. Başkalarını büyütüp büyütüp kendinizi de aynı hızla küçültüyorsunuz…
Kendinize yaptığınız kötülüğü biraz daha net görebiliyor musunuz şimdi? Hiç yoktan; “ben hiçbir şey beceremiyorum” hissi. Nasıl da hiç yoktan oluşturdunuz bu hissi şimdi anlayabiliyor musunuz biraz daha?
Bu arada ben de öyle sütten çıkma ak kaşık falan değilim… E ben de insan olduğum için çok geçtim, hala da geçiyorum bu yerlerden. Ama artık “fark ediyorum”. Gözlemliyorum kendimi. “Bir dakika ya şimdi ben neden böyle hissettim? Neden kıskandım? Özendiğim şey ne şimdi burada?” diye sorgulamaya başladım.
Şimdi neyi fark ediyorum biliyor musunuz?
Seçimler. Tek ama tek farkımız seçimlerimiz bu hayatta. O özendiğim insanları izlemeye başladım. Ve dedim ki: “e ben de yapabilirim bunları”. O zaman fark sandığımız şey ne?
Seçimlerimiz, göze alabildiklerimiz; alamadıklarımız, yapabildiğimiz fedakarlıklar, cesaret; korkuyu seçmek yerine cesareti seçmek, güvenli alanda kalmak yerine atlamak her şeye sonuçlarını alarak göze. Ve bir de özelliklerimiz tabii kendimize has olan. Resim çizebilen birine bakıp: “Ben nasıl yapamam?” diye kendime kızıp zorlayacağıma: “Ben yazı yazıyorum, bunu nasıl geliştirebilirim, büyütebilirim?” diye sormak.
Ya… Böyle işte…
Geziniyorum, güzel yerlerde geziniyorum anlayacağınız iç dünyamda. Mutluyum, memnunum kendimden. Hepimizin kendisinden mutlu olacağı güzel, yıldızlı günlere…
İlginizi çekebilir: Güvenli bölgede iyi miyiz, yoksa aynı döngüden çok mu sıkıldık?