X

Yiyeceklerle savaşmayı bırakın: Özgürlüğe doğru 5 adım

Beslenmek en insani ihtiyaçların başında geliyor. Düşünsenize henüz gözümüzü bile açamayacak kadar minik bir bebekken içgüdüsel olarak acıktığımızı biliyor ve bunu yapabileceğimiz tek şekilde –ağlayarak– ifade ediyoruz. Böyle bir içgüdüyle doğmak sizce de mucizevi değil mi?

Ama doğuştan sahip olduğumuz beslenme içgüdüsünden zaman içinde birçok faktörün etkisiyle uzaklaşıyor, bedenimizin ve ruhumuzun ihtiyaçlarını görmezden gelmeye başlıyor ve vücudumuzu aslında ona tamamen yabancı olan şekillere girmesi için zorluyoruz. Onu kimi zaman aç bırakıyor, kimi zaman ihtiyacı olduğundan çok fazla besliyor sonra da aşırı spor ve sağlıksız diyetlerle cezalandırma yoluna gidiyoruz.

Julia Buckroyd yeme bozukluklarıyla mücadele etmenin yollarını anlattığı kitabında bedenimizi algılama şeklimizin özellikle ticari çıkarlar yüzünden olumsuz yönde etkilendiğini savunuyor. Yazara göre, giyim ve kozmetik sektörü bizlere şu mesajı veriyor: “Ürünlerimiz sizi diğerlerinin gözünde daha güzel ve kabul edilebilir kılacak.” Moda sektörü ise (çoğunlukla rötuşlu ve gerçeği yansıtmayan) imajları önümüze koyarak aslında kadınların çoğu için imkânsız olan, sözde “ideal” bir vücut tipi dayatıyor. Yazarın şu cümleleri adeta bir çığlık niteliğinde: “Hepimiz uzun boylu ve incecik olamayız. Birçok modelin vücut ölçüleri ne yazık ki sağlıksız ve normalin dışında ama bu durum onları tehlikeli bir şekilde idealleştirmek için kullanılıyor. Genç kadınlar kendilerine örnek olarak sunulan imkânsız normları yakalama çabası içinde debeleniyor, bedenlerine karşı tahammülsüzleşiyor ve onu aslında rahat hissetmeyeceği şekillere sokma uğraşına kapılarak yanlış ve çarpık yeme alışkanlıkları kazanıyor.

Sağlıklı beslenme de takıntılarımız arasına girdi. Bakın dikkat edelim, sağlıklı beslenmek kötü demiyorum; sağlıklı beslenme isteği ne zaman bir takıntıya dönüşür ve günlük hayatımızı cehenneme çevirir, işte o zaman bu masumane isteğimiz bizi tehlikeli sulara çeken bir düşman olarak dikilir karşımıza. Sağlıklı beslenme takıntısı son zamanlarda en az anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza veya tıkanırcasına yeme gibi rahatsızlıklar kadar yaygınlık gösteren ve üzerine araştırmalar yapılmaya başlanan yeme bozuklukları arasında geliyor. Ortoreksiya nervoza olarak da bilinen bu durum hakkında daha önce de konuşmuştuk, dileyenleriniz yazıya yeniden göz atabilir.

Yiyecekleri “kötü”, “iyi”, “masum”, “tehlikeli” olarak etiketlendirmek onları aslında olduğu şeyden yani sadece yiyecek olmaktan çıkarıyor, gözümüzde korkulacak, itilecek, bazen düşman bazen avuntu addedilecek nesnelere dönüştürüyor. Bu davranışlarımızı sürdürdükçe her biri ciddi ruhsal rahatsızlıklar olan yeme bozukluklarına karşı daha savunmasız kalıyor, beslenmeyi kendimiz için bir nevi hapishaneye çevirerek, aslında içgüdüsel ve zorlamaksızın yapılması gereken doğal bir eyleme –ihtiyacımız kadar yemeye ve istediğimiz şeyi yemeye– yabancılaşıyoruz.

Yiyecekler hapishanesinden yeme bozuklukları yaşayanlarımız uzun seneler kurtulamıyor. Ama yukarıda da bahsettiğim sektörlerin ve pazarlamacı bir zihniyete sahip kimi sözde sağlık kollarının dayatmalarıyla başlanan ölçüsüz ve temelsiz diyetler, biliyorum ki, hemen hepimizin yolunu bu hapishaneden geçiriyor. Peki özgürlük? Çok mu uzak? Bekliyor mu bizi bir yerlerde? Bekliyorsa nerede? Özgürlüğümüze nasıl kavuşacağız?

Senelerdir yeme bozukluğuyla mücadele eden biri olarak kendi hapishanemden kurtulup tamamen ve sonsuza kadar özgür kalacağıma inancım eskisi kadar kuvvetli değil. Elbette umudum hâlâ var. Hâlâ inanıyorum yapabileceğime, yapabileceğimize. Belki zaman zaman kendimizi yine o soğuk hapishanenin demirleri önünde buluruz ama kapısından girmeden uzaklaşmak ya da şöyle kısacık bir süre “hapis” kalıp sonra arkamıza bakmadan özgürlüğe koşmak da yine bizim elimizde.

Ben inancımı ve umudumu hepten kaybedecek gibi olduğum anlarda, doğal beden ölçülerinin sağlıklı olduğunu savunan ve kendini diyete-karşı beslenme uzmanı olarak kabul eden Robyn Nohling’in “Özgürlüğe doğru beş adım”ını hatırlıyor ve zihnimde bu adımları seke seke atarak önümde neşeli bir patika yolu uzandığını hayal ediyorum.

Siz nasıl bir yolda yürümek istiyorsunuz?
Nohling’in yolunun hepimize ilham olması dileğiyle!

Bedenimin gerçek ölçülerini değiştirmeye çalışmaktan vazgeçiyorum 

  • Yiyeceklerden kurulu bir hapishanedeymişim gibi hissediyorsam, gerçek beden ölçülerimi gerçekçi olmayan boyutlarda değiştirmeye çalışmaktan vazgeçmeden bu hapishaneden çıkamam.
  • Beden ölçülerimle oynamayı alışkanlık haline getirdiğimde açlık/tokluk sinyallerimle bağım kopar ve neyi ne kadar yemek istediğime karar vermek gittikçe zorlaşır.
  • Bedenimi sağlıksız diyetlerle, aşırı sporla veya onu yiyeceklerden mahrum bırakarak ya da tıka basa doyurarak cezalandırmaya kalktığımda durup şunu sorarım: Aslında neyin peşindeyim? Mutluluk? Kabul görme? Sevgi? Değerli hissetme? Başarı? Gerçeklerden kaçmanın yolunu mu arıyorum bu şekilde?

İstediğim yiyeceği istediğim zaman yemek için kimsenin iznine ihtiyacım yok 

  • İstediğim her ama her yiyeceği yiyebilirim, bunun için ne çevremdeki insanların ne de canımın çektiği yiyeceklerle arama setler kurmaya uğraşan “kafamdaki gardiyanın” iznine ihtiyacım var.
  • Yemek söz konusu olduğunda saatin kaç olduğunun ya da en son ne zaman yemek yediğimin bir önemi yok. Önemli olan aç hissedip hissetmediğim.
  • Bu davranışı içselleştirdiğimde yiyecekler gözümdeki “ulaşılmazlıklarını” kaybedecek ve bucak bucak kaçmanın yollarını aradığım, bir zamanların “korkulu” yiyecekleri zihnime oynadığı oyunları artık sürdüremeyerek üzerimdeki gücünü kaybedecek.

Hiçbir şeyi telafi etmeye çalışmıyorum, aksine merakımı devreye sokuyorum 

  • Bedenimin ihtiyaç duyduğunun çok üzerinde yedim ve inanılmaz derecede şişkinlik hissediyorum. Tahammül edilemez bir rahatsızlık bu duyduğum. Ama bir dakika, spora veya daha kötüsü bilerek kusma gibi yollara başvurarak telafi çabalarına girişemem ve kendimi bu şekilde cezalandıramam. Böyle hissetmeme yol açan gerçek neden ya da nedenleri düşünmeliyim. Gelecek sefere benzer bir durumda ne yapacağım ve nasıl daha farklı davranabilirim?
  • Sahte bir kontrol ve güvenlik arzusuyla, yeme bozukluğunun ya da egzersiz bağımlılığının dayattığı ölçüsüz ve sağlıksız davranışlara başvurmuyorum. Hissettiğim rahatsızlık duygusuna tahammül ederek onu kabul ediyor ve dinliyorum.
  • Yeme bozukluklarına sığınarak hislerimi yadsımaktansa yani kendimi uyuşturmaktansa duygularımın serbestçe dolaşmasına izin veriyorum: Bana seslerini duyursunlar. Böylece hislerim ve bedenim arasındaki kopukluğu onarma yolunda adımlar atmış olur ve gerçekte neye ihtiyaç duyduğumu anlamaya çalışabilirim.

Yiyeceklere yakıştırılan etiketlere ve besin içerikleriyle ilgili bilgilere temkinli yaklaşıyorum 

  • Tüm medya neredeyse diyet kültürü etrafında dönüyor ve bunun değişmesini bekleyemem.
  • Diyet kültürüyle ilgili olan ve yeme bozukluğu ya da sağlıksız derecede egzersiz yapmaya davetiye çıkaran içeriklere sahip bloglardan ve internet sitelerinden uzak duruyorum.
  • Yiyeceklere yakıştırılan “temiz” “iyi” “masum” “kötü” gibi etiketlere ya da yiyecekleri salt yağ, karbonhidrat, protein gibi kategorilere indirgeyen bilgilere dikkatle yaklaşıyorum ve hep şu soruyu soruyorum: ‘Bu bilgi daha iyi bir hayat yaşamama yardım eder mi?’

Gelecekte ortaya çıkacak resmi hayal edin 

  • Diyetle ve anlık tatminlerle gelen sözde başarılar geçicidir… Yolun ilerisinde neler oluyor? Bedenimi değişime zorlayınca sorunun kökenine inebiliyor muyum? Yoksa onu bir maskeyle örtüyor muyum?
  • Medyanın övdüğü ve mucizeler yarattığı söylenen diyetler aklımı çeliyor olabilir ama buna izin vermeyeceğim; çünkü hiçbiri çözüm değil.
  • Bedenimle yeniden bağ kurmak, yiyeceklerle dost olup kendime daha iyi davranmanın yollarını keşfetmek zaman alır ve sabır ister… Uzun bir yolculuk beni bekliyor ama sonunda özgür kalacağım ve birçok kez takılıp düşsem de yolun sonunda buna değeceğini biliyorum.

Kaynaklar:
Julia Buckroyd, Understanding Your Eating: How to eat and not worry about it
Beslenme uzmanı ve danışman Robin Nohling’in internet sitesi: https://www.thereallife-rd.com/

İlginizi çekebilir: Sağlıklı beslenmek tehlikeli olabilir mi: Sağlıklı beslenme takıntısı ortoreksiya nervoza

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale