“Zor diyorsun, zor olacak ki imtihan olsun…” Mevlana Celaleddin Rumi
Bana iletmiş olduğunuz çokça mesajın içerisinde gördüğüm bir ifadeyi bugün birlikte analiz edelim istiyorum “yıkılmak”. Hayatta neden yıkıldığımız, yıkılabildiğimiz, bizi yıkan etkenler… Hangi durumların bizi “yıkıldım” sözcüğünü cümle içerisinde kullanmak noktasına getirebildiği? Neden yıkılırız, neden o “yere düşmek” noktasına geliriz?
Neden yıkılırız? Cevap verebileceğimiz kocaman bir listemiz vardır eminim hepimiz için… Yıkılırız çünkü terk edilmişizdir, yıkılırız çünkü aldatılmışızdır, yıkılırız çünkü istememişizdir, yıkılırız çünkü işten çıkartılmışızdır, yıkılırız çünkü iflas etmişizdir, yıkılırız çünkü bir hastalığın pençesine düşmüşüzdür, yıkılırız çünkü çok sevdiğimiz -eşimizi, annemizi, babamızı ve hatta çocuğumuzu- kaybetmişizdir, yıkılırız çünkü hayat istediklerimizi bize vermemiştir, yıkılırız çünkü bir kazada o her an yanımızda olan can-ım ellerimizi veya sol bacağımızı yitirmişizdir…
İşte “yıkılmak” aslında gerçekten “kolay” olmayan durumlarda bu durumu “kaldıramadığımız” ve bu durumu kaldıramayacağımız kadar ağır bir durum olarak algıladığımız için oluşan durumdur. Hani üzerimize dünyanın yükü yüklenmiş gibi oluruz. Orada sanki kocaman bir binanın altında kalmışızdır veya içimizde büyüttüğümüz, inşa etmekte olduğumuz kocaman evler bir anda yerle bir oluverir.
Bu yazımda sizlerle birlikte soralım istiyorum ya başka bir yol var ise ya yıkılmak bu kadar da kolay (zor olan içerisinde bizler yine de zor olanı kolay olarak algılamayı seçelim) değil ise? Bu bakış açısı hayatı algılamamıza ve hayatımızı neye göre hangi kavramı temel alarak şekillendirdiğimize göre değişmektedir. Kendimden bir örnek ile açıklamak istiyorum. Evliliğimin bittiği beş yıl öncesinde hayatımda sadece sevdiğim adam üzerinden kurulmuş bir düzen vardı, gerçekten hayattaki tek amacım onun mutluluğu, onunla olan ilişkim, onun ne düşündüğü ve onun bu hayatta yapmak istedikleriydi.
Ve evliliğim bitirmek noktasına geldiğimde, bunu bitirecek gücü kendimde bulabilmem ve yaşadıklarım ile yüzleşebilmem bile epey zamanımı almıştı. Yıkılmıştım evet tam kelime anlamıyla yıkılmıştım. “Hayatımın” anlamı bitmişti, neden yaşamaya devam edecektim? Yaşamaya devam edebilmek nedenim olan adam artık hayatımda yoktu ve bunun kararını veren her şeye rağmen bunu geri dönülemeyecek şekilde sonlandıran yine bendim. Peki, şimdi yıkılmış bir kişi olarak nasıl yaşayacaktım?
Bu deneyim aslında bana çok daha derin bir şey göstermişti, hayatımı “başka bir insan” evet çok sevsem de başka bir insanın varlığı üzerine koymuştum. Bu gittiğinde tüm temeller de çekilip alınmıştı işte ve ben bir “yıkıntı” ile kalakalmıştım… Böyle yıkıntılar içinde kalmaya, ayağa kalkamamaya devam edecektim veya her şeyi sil baştan yeniden yapacaktım. Bu sefer değiştirilemeyecek ve aslında dünya üzerindeki her şeyden çok daha kıymetli olan, diğer hiçbir temelin de yerini tutamayacağı bir şey ile “kendim” ile yeniden kuracaktım.
Bu süreçte gördüm ki yıkılan her şey yeniden kurulabilir, yeniden yaşama dönüştürülebilir, kaybedilen tüm duygular yeniden yeşertilebilir ve insan “olmam” dediği her noktadan farklı bir bakış açısıyla farklı bir olgunlukla farklı bir tecrübe seviyesiyle yeniden geçebilir. Yeter ki temellerini hayatının dayanaklarını en sağlam kolonlar üzerine inşa etsin. Bu kolonları “dışarıdan” beklemesin, bunların malzemesi için dışarıya “bağımlı” olmasın. Bu başkasının vereceği sevgi yerine kendisinin kendisine vereceği sevgisi olsun, bu başkasının hayatında “eş olması”, “erkek veya kız arkadaş olması” yerine kendi kendisinin en iyi dostu olması olsun. Bu başkasından göreceği ‘’güzel’’ bakış veya güzel sözler yerine öncelikle kendi kendisine sağlayacağı güzel bir bakış açısı olsun. Başkasından aldığı, almaya çalıştığı, takdir yerine bu kolonları taşıyan her ne olursa olsun mükemmelliği için yaradılışı için “kendi kendisini” sonsuz bir minnet ile “takdir edebilmek” gücü olsun…
Bakın sevgili Marianne Williamson Sevgiye Dönüş isimli eserinde hayatımızın temellerini nasıl yorumluyor:
“ …Kutsal Kitap’ta bir öykü vardır; burada İsa, evlerimizi kum ya da kaya üstüne kurabileceğimizi anlatır. Evimiz bizim duygusal istikrarımızdır. Onu kum üstüne inşa ettiğimiz zaman, yağmur ve rüzgarlar onu aşındırıp darmadağın eder. Düş kırıklığına yol açan bir telefonla perişan oluruz; bir fırtına çıkar, ev yıkılır.
Evimiz kaya üstüne inşa edilmişse, o zaman o sağlam ve dayanıklıdır ve fırtınalar onu tahrip edemez. Biz hayatın gelip geçen dramları karşısında o kadar dayanıksız, incinebilir değiliz. Bizim istikrarımız gelip geçen hava koşullarından daha sağlam bir şeye dayanmaktadır, kalıcı ve sağlam bir şeye.”
Hepimiz hayatımızın farklı dönemlerde farklı fırtınalar ile karşılaşırız. Zorluğu hepimiz için ayrıdır, kimimiz için rüzgarın hızı aşındırıcı olur kimimiz için yağmurun yoğunluğu yerle bir olma sebebidir. Kimilerimiz ise çok daha çetin fırtına koşullarında yeniden ve yılmadan ayakta kalmayı başarabilir. İşte burada fark eden kavram bizlerin “hayat temelimizi” hayatımızın amacını, varlığımızın değerini ve gerçekliğini dayandırdıklarımız yani içimizdeki güzellikleri neyin üzerine inşa ettiğimizdir.
Eğer temelimiz “dışarıdan” gelecek olanlara dayanmakta ise onları kaybettiğimizde evet yıkılırız, evet temellerimiz ortadan kalkıverir. Ne yapacağımızı, nasıl olacağımızı, nereye gideceğimizi ve hatta hayata bu noktadan sonra nasıl devam edebileceğimizi bile bilemeyiz… Fakat işte o temeller yine kendimiz ile tanımlanmışsa, bizler kayalar kadar sağlam isek, bizi biz yapan “dışarıdan” gelenler değil kendi güzel kalbimiz ise işte o zaman fırtınalar karşısında ayakta durmak kolaylaşır, evlerimiz yollarımız varlığımız her fırtınada “yıkılıp da” gitmez…
Bugün bu yazımı okuyorsanız kendi kendinize sormanızı dilerim; sizin temelleriniz neye dayanmakta? Hangi fırtınalarda yıkıldınız? Yıkıldığınızda nasıl ayağa kalktınız? Temellerinizi değiştirebildiniz mi? Temellerinizi ördüğünüz taşlarınız -sevgiyle, kendine duyulan inançla, hayatta yapabilecek olduklarınızla- kısacası kendi potansiyelinizle mi yapıldı?
Bugünden sonra hiçbir fırtınanın o güzel evlerinizi yıkamaması dileklerimle…
İlginizi çekebilir: Aşk bu kendimden vazgeçmem gerek: Kendim olmadığımda aşk olmak mümkün mü?