Psikoalanizcilere göre kıskançlık, ödipal kompleksin bir getirisi olarak erken yaşlarda ortaya çıkıyor. Annemiz veya babamızı kendimize rakip görmemizle birlikte içimizde kıskançlık tohumları atılıyor ve akabinde bir kayıp yaşıyoruz. Deneyimlediğimiz bu his hayatın her alanında hissedebileceğimiz bir duygu haline geliyor. Kardeşimiz, sınıfımızdaki çalışkan öğrenci, bizden daha iyi kazanan iş arkadaşımız ve ailenin favorisi olan kuzenimiz gibi kişileri, ama en çok da “partnerimiz”i kıskanıyoruz.
Yapılan çalışmalar kıskançlığın romantik ilişkileri hem olumlu hem olumsuz etkileyebildiğine işaret ediyor. Peki, bu durumda ilişki doyumumuzu arttırmak için partnerimizi kıskanmalı mıyız, kıskanmamalı mıyız?
Araştırmalar, kıskanmanın normal bir durum olduğunu ve belirli bir seviyede kaldığı sürece ilişkinin ayakta durmasını desteklediğini ortaya koyuyor. Yani, kıskançlık küçük bir kıvılcım halindeyse ilişkimizi olumlu etkiliyor; ancak yangına dönüştüğünde her iki tarafı da küle çeviriyor. İlişkinin yangın yerine dönmemesi için ise bu duyguyla nasıl başa çıkacağımızı öğrenmemiz gerekiyor.
Kıskançlık; kendimize olan güvensizliklerimiz, öfke, şüphecilik ve utanç gibi duyguları barındırdığı için birini kıskanmayı istemiyoruz. Ama karşı tarafı elimizde olmadan kıskanıyor ve bu durumu kolay kolay itiraf edemiyoruz; çünkü itiraf etmek karşı tarafı kendimizden daha değerli gördüğümüzü ve partnerimizin bizi başkası için terk edebileceği endişesi taşıdığımızı da kabullenmek anlamına geliyor.
Özellikle uzun süreli ilişkilerde, birçok davranış rutin bir zemine oturduktan sonra, çiftler birbirlerine kendilerini özel hissettirme gereği duymuyorlar; ancak başka biri devreye girdiğinde, ortada bir tehdit unsuru algılayan taraf karşı tarafa birden daha fazla ilgi göstermeye başlıyor. Harekete geçen kaybetme duygusu, karşı tarafın bizim için aslında ne kadar önemli olduğunu bize yeniden hissettiriyor. Kendimize daha fazla özen göstermeye ve partnerimizle daha kaliteli zaman geçirmeye başlıyoruz. Taraflar bu süreci ilişkileri lehine kullanabilirlerse ilişkilerini yeniden canlandırmış oluyorlar. Ancak kıskançlık; kontrol etme arzusu, manipülasyon, hırs ve öfke kontrol problemi ile etkileşime girdiğinde ortaya ilişki ve taraflar için hiç de iyi olmayan sonuçlar doğuruyor ve patolojik kıskançlık ortaya çıkıyor. Shakespeare 1565 yılında kıskançlığın bu halini “etiyle beslendiği avıyla oynayan yeşil gözlü canavar” olarak betimleyerek kıskançlığın patolojik boyutuna dikkat çekmiş. Yani, kıskançlığın bu yakıcı boyutu yüzyıllardan beri süre geliyor.
“Kişi karşısındakini kendi gibi bilir” sözüyle birebir ilişkili olan kıskançlık türü de çevremizde sıkça duyduğumuz kıskançlık çeşitlerinden. Bu durumda sadakatsiz ya da gözü dışarıda olan taraf partnerinin de aynı davranışlarda bulunacağına inanıyor ve aynalama yaparak karşı tarafı zan altında bırakıyor. Bir de hiçbir tetikleyicisi olmadan ortaya çıkan ve “şüpheci kıskançlık” olarak adlandırılan bir kıskançlık türü var ki o daha çok güvensizlik, düşük benlik algısı ve kaygı ile ilişkili. Tabii ki kişinin önceki ilişkilerindeki deneyimleri de bu tür bir kıskançlığın belirleyicisi olabiliyor.
Günümüzde genç çiftlerin ortalama üçte biri şiddete maruz kalıyor. Bu şiddetin yaklaşık %35’inin ise fiziksel olduğu belirtiliyor. Durumun bu noktaya gelmemesi için, öncelikle kişinin karşı tarafı kıskandığını hem kendisine hem de partnerine itiraf edebilmesi gerekiyor. Bununla birlikte, kıskançlığa sebebiyet veren durumun (ilgisizlik, monotonluk, beklentilerin karşılanamaması, vb.) belirlenip üzerinde çalışılması ve kıskanan tarafın özgüveni üzerinde durulması bu noktada büyük önem taşıyor. İlişkinin başlangıcında tarafların ilişki sınırlarını net bir şekilde belirlemiş olmaları da bu süreci kolaylaştırıyor.
İlginizi çekebilir: Birine bağlanmaya mecbur muyuz?