X

Yeni yılda daha mutlu, daha sağlıklı olmak için “mucizevi” diyetlere ihtiyacımız yok

Yeni yıl yaklaşırken herhalde herkes tecrübe edilmeyi bekleyen yaşanmamışlıklara yaraşır şekilde kendine yeni başlangıçlar belirler. Özellikle “hedef”, “başarı” ya da “plan” sözcüklerini kullanmaktan kaçınıyorum, çünkü bence bunların hepsi üzerimizde bir çeşit zorunluluk ve baskı oluşturuyor. Sanki yeni yılda her şey mükemmel olacakmış, olmak zorundaymış gibi. Hâlbuki başlangıçlar, içinde iyiliği de kötülüğü de, başarıyı da başarısızlığı da, mutluluğu da mutsuzluğu da barındırıyor ve bize hata yapma şansı tanıyor -hatalarımızdan pişmanlık duymak yerine onları en iyi öğretmenler gibi görmemiz gerektiğini de hatırlatıyor.

Başlangıçlar neyle ilgili olursa olsun mutlaka bir noktada sağlığımızı ilgilendiriyor. Fiziksel ve ruhsal zindelik olmadan ne hayatımızda yeni başlangıçlar yapabiliriz ne de yaşadığımız anın farkına varabiliriz. O zaman, yeni yıldan beklediklerimiz arasında daha sağlıklı bir beden ve daha tasasız bir ruh hali olması son derece doğal. Öte yandan beni rahatsız eden şey yeni yılda sağlıkla ilgili umutların çoğu zaman “mucizevi diyet trendlerine” bağlanması ve sağlığın illa ki kilo kaybıyla eş görülmesi.

Sağlığımız için kilo vermeye ihtiyacımız olabilir ama bunun için bedenimizin ihtiyaçlarını görmezden gelen moda diyetlere, diğer bir deyişle kısıtlayıcı yaklaşımlara ihtiyacımız yok. Kaldı ki diyetler uzun vadede hemen hemen hiçbir zaman işe yaramıyorlar. Neden diyorsanız şu yazıya bir göz atın derim. Daha fazla kanıt isterseniz şahane bir TED konuşmasında tam da bu konudan bahsediliyor.

Yeni yılda diyetleri kapı dışarı edip daha farklı başlangıçlara şans vermek isteyenlerimiz neler yapsın peki?

Tartıdaki rakamlar değil nasıl hissettiğimiz önemli

Sağlıklı olmanın mutlaka tartıdaki rakamların azalmasına bağlı olduğunu söyleyemeyiz. Kilo vermenin zinde ve sağlıklı olmakla eş tutulduğu bir dünyada bu ikisini birbirinden ayrı değerlendirmek kolay değil, fakat kilo vermeyi ve yiyecekleri saplantı haline getirmeden de sağlıklı olabiliriz. Bedenlerimizin nasıl göründüğüne o kadar önem veriyoruz ki, gerçeği, yani bedenlerimizde nasıl hissettiğimizi göz ardı ediyoruz. Öğün atlamak, yiyecekleri yasaklı ilan etmek ya da belli besin gruplarını kısmaktansa benliğimize denge getirecek alışkanlıklar geliştirebiliriz. Yiyecekleri “iyi” ve “kötü” olarak etiketlendirmemek, canımızın çektiği bir şey yedikten sonra “yaramazlık yaptım” dememek, bedenimizi esnetecek ve rahatlatacak aktivitelerde bulunmak, nefes teknikleri denemek daha sağlıklı olmak için yapabileceklerimiz arasında. Bir de kitaplar var elbette. Laura Thomas’ın Just Eat It kitabı diyetler hapishanesinden kurtulmak ve sezgisel beslenmeyi öğrenmek için mükemmel bir kaynak.

Yeme alışkanlıkları ile farkındalığın buluşması

Hepimiz sezgilerimize göre beslenme yeteneğiyle doğuyoruz. Fakat yaşadığımız süre boyunca gerek yakın çevremizden gerek iletişim kanallarından o kadar çok tavsiye (!) duyuyoruz ki bir yerden sonra bedenimize güvenemez oluyor ve planlı programlı, sınırlayıcı bir beslenme düzeni geliştiriyoruz. Yiyecekleri bedenimize enerji veren, ruhumuzu besleyen hediyeler olarak görmekten uzaklaşıp kalorilere ya da protein, karbonhidrat, yağ gibi kategorilere indirgiyoruz.

Hâlbuki vücudumuz bize ne zaman acıktığımızın, ne zaman doyduğumuzun sinyalini veriyor. Sadece açlık ya da tokluk durumu da değil, canımızın neyi çektiğini, tatlı ya da ekşi bir şey mi yemek istediğimizi, kısacası bizi fiziksel doygunluk ve damak zevki açısından neyin tatmin edeceğini söylüyor.

Öte yandan, bir başlayıp bir bıraktığımız diyetler ve yiyeceklere getirdiğimiz kısıtlamalar yüzünden sezgilerimizi arka plana atmış, vücudumuzun gönderdiği açlık ve tokluk sinyallerini bastırmış olabiliriz. Bu durum özellikle yeme bozukluğu yaşayan insanlarda sıklıkla görülür. Ama umutsuzluğa yer yok. Yeniden bir bebek gibi sezgisel beslenmeyi öğrenebiliriz ve bunun yolu öncelikle yasaklı yiyecekler listemizi yok etmekten geçiyor. Bir yiyecek diğerinden daha “masum” olmadığı gibi, yediklerimiz ve yemediklerimiz bizim değerimizi belirlemiyor. Önemli olan, yemekten zevk almanın kötü bir şey olmadığını anlamak ve sağlık için, mutluluk ve neşe için beslenmek.

Keyif almak için hareketli bir yaşam

Hareketli bir yaşam hepimize iyi gelir. Özellikle de modern çalışma koşullarında uzun saatler sandalye tepesinde oturduğumuzu, bilgisayar başında çokça vakit geçirdiğimizi düşünürsek hareketin ve egzersizin daha sağlıklı olmak için ne kadar önemli olduğunu söyleyebiliriz.

Ama hareketli bir yaşamı spor salonlarına yazılıp bedenimize kaldırabileceğinden fazla yük bindirmek pahasına sınırları zorlamakla bir tuttuğumuzda hiç de sağlıklı bir davranışta bulunmuş olmuyoruz. Yani, beslenme alışkanlıklarımız gibi sporu ve hareketi de rakamlara indirgiyor, bedenimizi değiştirmek, onu aslında rahat hissetmeyeceği bir şekle sokmak için suistimal ediyoruz.

Hâlbuki hareketli bir yaşamın bize keyif vermesini, bedenimizle olan bağımızı kuvvetlendirmesini bekleriz. Mesela, eliptikte geçireceğimiz vakti ve harcayacağımız enerjiyi köpeğimizi dolaştırmaya, onunla oynamaya ayırsak? Ve bunu yaparken spor salonuna gitmediğimiz için pişmanlık duymak yerine o anın, o tasasız devinimin keyfini sürsek? Bahçemiz var ama biraz bakımsız kalmış. Bitkiler, çiçekler eksek, arka planda hareketli müzikler çalsa ve toprağın üzerinde dans etsek? Telefon görüşmelerini oturarak yapmak zorunda değiliz ya da ofisteki en yakın yazıcıyı kullanmak. Dansa yazılabilir, yoga deneyebilir, yürüyüş yollarını ve parkları keşfedebilir ya da bir video eşliğinde aerobik yapmaya çalışabiliriz. Yürüme bandında yürüdüğümüz, ağırlık çalıştığımız ya da pedal çevirdiğimiz zamanlar da olabilir elbette ama burada önemli olan istemediğimiz halde sırf kilo vermek için ya da etrafımızdaki herkesin üyeliği var diye kendimizi spor salonlarına gitmek zorunda hissetmemek.

Bedenlerimiz değerli

Bedenlerimize değer vermek için yarını beklemeyelim. Ya da beş kilo daha vermeyi. Hayal ettiğimiz beden ölçüsüne ulaşmayı. Hayır! Bedenlerimiz –olduğu şekliyle– değer görmeyi hak ediyor.

Araştırmalara göre, bedenlerini olduğu gibi kabul edip dahası bu şekliyle değer ve saygı görmeyi hak ettiğini düşünen insanlar bedenlerinden memnun olmayan kişilere göre daha sağlıklı hayat tarzlarına sahip.

Değersiz olduğumuzu düşündüğümüzde hiçbir şeyden keyif alamayız ve elimizdekilerin kıymetini anlamakta geç kalırız. Fakat insanın bedenini olduğu şekliyle sevebileceğinin bilincinde olması, aynı zamanda hayatta kendisi için en iyi şeyleri istemesi ve buna çabalaması anlamına gelir. Çünkü bedenini zorlama diyetlerle ya da aşırı sporla azaltılması gereken bir yük, değiştirilmesi gereken bir kalıp olarak görmez. Bedenlerimizde rahatsız hissetmemizin nedeni bu bakış açısı olabilir mi? O rahatsızlık hissini ya da düşüncesini biz yaratıyor olmayalım? Üzerimize dar gelen, içinde iyi hissetmediğimiz kıyafetleri giymek zorunda değiliz. Kendimizi ya da başkalarını bedenlerimiz üzerinden yargılamayı bıraktığımız an belki de aradığımız o rahatlığa kavuşacağız.

Elbette meditasyon

Meditasyon denildiğinde çoğumuzun aklında yere bağdaş kurup oturmuş, olumlama mantraları söyleyen ve dünyadan tamamen kopmuş izlenimi veren insanlar canlanıyor. Meditasyonun genellikle bu şekilde yapıldığı doğru fakat temelde sadece bir anlık farkındalıkla –içinde bulunduğumuz anın bilincine varmakla– ilgili.

Meditasyon yaparken sessiz bir ortamın varlığı önemli. İçimizde neler oluyor? Öfkemizin ya da neşemizin, mutluluğumuzun ya da mutsuzluğumuzun, stresli ruh halimizin nedenleri neler ve bizi sonrasında pişman olduğumuz davranışlara iten hangi duygular? Korkularımızı bastırıyor muyuz, yoksa verdiği tüm huzursuzluğa rağmen onları kabul ediyor muyuz? Kısacası meditasyon sırasında anda olmak gerekiyor, geçmişe saplı kalmamak ya da gelecek telaşına düşmemek. Hayatımız şimdi yaşanıyor.

Öncelik bizim!

İnsanın kendisine bakması ve öncelik vermesi asla bencillik ya da şımarıklık değil, aksine bir gereklilik. Kendimize özen göstermenin yolu öncelikle rahatlamaya ve gevşemeye ihtiyacımız olduğunu kabul etmekten geçiyor. Ve aslında çok ufak adımlarla iyi hissedeceğimiz bazı alışkanlıkları kazanmaktan.

Mesela “ben” zamanlarımız olsun. Başkalarının isteklerini, ihtiyaçlarını düşünmediğimiz, sadece bize ait anlar. “Hayır” diyebilmeyi öğrendiğimizde kendimizle de etrafımızdaki insanlarla da daha dengeli ilişkiler kurabiliriz.

Öz şefkatten ne anlıyoruz ve kendimize bu duyguyla yaklaşabiliyor muyuz? İç sesimizin bizi yargıladığını, suçlayıcı tonda konuştuğunu fark ettiğimiz anda bilelim ki kendimize haksızlık ediyoruz ve şefkat göstermiyoruz. Böyle anlarda bir an duralım ve şöyle düşünelim: Dostumuzla ya da bizim için çok önemli olan biriyle de aynı şekilde mi konuşurduk? Onun canını da aynı derece yakar mıydık?

Önceliklerimizden biri de uyku olmalı. Uyumak tembellik değildir, sağlıklı ve zinde bir benlik için gereklidir.

Kendimize öncelik tanımak, bazen en basitinden kahvemizi ve kitabımızı alıp bir köşeye çekilmek anlamına gelir. Hayatlarımız öyle bir koşuşturma içinde geçiyor ve bize kalan kısacık anlarda da kendimizi sosyal medyaya o kadar kaptırıyoruz ki ne kadar uzun zamandır elimizde kahve ve kitabımızla huzurlu bir saat geçirmediğimizi fark etmiyoruz bile!

Yeni yılda daha sağlıklı ve mutlu hissetmek için bedenimizi değiştirmek zorunda değiliz. Onu ihtiyaçlarından ve hak ettiği değerden mahrum etmek zorunda değiliz. Hayatımıza sağlık ve keyif getirecek bir sürü yol var. Hepsi de keşfedilmeyi ve yaşanmayı bekliyor.

Değerli olduğumuzun bilinciyle yapacağımız yeni başlangıçlara!

Kaynak: Bu yazıda yeme bozuklukları terapisti Lesley Wayler’in şu yazıdaki önerilerinden yararlandım.

İlginizi çekebilir: Yeme bozuklukları ve yoga: Ahimsa ilkesi, yeme bozukluklarıyla mücadelede yardımcı olabilir

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale