X

Yeni yılda daha mutlu, daha sağlıklı olmak için “mucizevi” diyetlere ihtiyacımız yok

Yeni yıl yaklaşırken herhalde herkes tecrübe edilmeyi bekleyen yaşanmamışlıklara yaraşır şekilde kendine yeni başlangıçlar belirler. Özellikle “hedef”, “başarı” ya da “plan” sözcüklerini kullanmaktan kaçınıyorum, çünkü bence bunların hepsi üzerimizde bir çeşit zorunluluk ve baskı oluşturuyor. Sanki yeni yılda her şey mükemmel olacakmış, olmak zorundaymış gibi. Hâlbuki başlangıçlar, içinde iyiliği de kötülüğü de, başarıyı da başarısızlığı da, mutluluğu da mutsuzluğu da barındırıyor ve bize hata yapma şansı tanıyor -hatalarımızdan pişmanlık duymak yerine onları en iyi öğretmenler gibi görmemiz gerektiğini de hatırlatıyor.

Başlangıçlar neyle ilgili olursa olsun mutlaka bir noktada sağlığımızı ilgilendiriyor. Fiziksel ve ruhsal zindelik olmadan ne hayatımızda yeni başlangıçlar yapabiliriz ne de yaşadığımız anın farkına varabiliriz. O zaman, yeni yıldan beklediklerimiz arasında daha sağlıklı bir beden ve daha tasasız bir ruh hali olması son derece doğal. Öte yandan beni rahatsız eden şey yeni yılda sağlıkla ilgili umutların çoğu zaman “mucizevi diyet trendlerine” bağlanması ve sağlığın illa ki kilo kaybıyla eş görülmesi.

Sağlığımız için kilo vermeye ihtiyacımız olabilir ama bunun için bedenimizin ihtiyaçlarını görmezden gelen moda diyetlere, diğer bir deyişle kısıtlayıcı yaklaşımlara ihtiyacımız yok. Kaldı ki diyetler uzun vadede hemen hemen hiçbir zaman işe yaramıyorlar. Neden diyorsanız şu yazıya bir göz atın derim. Daha fazla kanıt isterseniz şahane bir TED konuşmasında tam da bu konudan bahsediliyor.

Yeni yılda diyetleri kapı dışarı edip daha farklı başlangıçlara şans vermek isteyenlerimiz neler yapsın peki?

Tartıdaki rakamlar değil nasıl hissettiğimiz önemli

Sağlıklı olmanın mutlaka tartıdaki rakamların azalmasına bağlı olduğunu söyleyemeyiz. Kilo vermenin zinde ve sağlıklı olmakla eş tutulduğu bir dünyada bu ikisini birbirinden ayrı değerlendirmek kolay değil, fakat kilo vermeyi ve yiyecekleri saplantı haline getirmeden de sağlıklı olabiliriz. Bedenlerimizin nasıl göründüğüne o kadar önem veriyoruz ki, gerçeği, yani bedenlerimizde nasıl hissettiğimizi göz ardı ediyoruz. Öğün atlamak, yiyecekleri yasaklı ilan etmek ya da belli besin gruplarını kısmaktansa benliğimize denge getirecek alışkanlıklar geliştirebiliriz. Yiyecekleri “iyi” ve “kötü” olarak etiketlendirmemek, canımızın çektiği bir şey yedikten sonra “yaramazlık yaptım” dememek, bedenimizi esnetecek ve rahatlatacak aktivitelerde bulunmak, nefes teknikleri denemek daha sağlıklı olmak için yapabileceklerimiz arasında. Bir de kitaplar var elbette. Laura Thomas’ın Just Eat It kitabı diyetler hapishanesinden kurtulmak ve sezgisel beslenmeyi öğrenmek için mükemmel bir kaynak.

Yeme alışkanlıkları ile farkındalığın buluşması

Hepimiz sezgilerimize göre beslenme yeteneğiyle doğuyoruz. Fakat yaşadığımız süre boyunca gerek yakın çevremizden gerek iletişim kanallarından o kadar çok tavsiye (!) duyuyoruz ki bir yerden sonra bedenimize güvenemez oluyor ve planlı programlı, sınırlayıcı bir beslenme düzeni geliştiriyoruz. Yiyecekleri bedenimize enerji veren, ruhumuzu besleyen hediyeler olarak görmekten uzaklaşıp kalorilere ya da protein, karbonhidrat, yağ gibi kategorilere indirgiyoruz.

Hâlbuki vücudumuz bize ne zaman acıktığımızın, ne zaman doyduğumuzun sinyalini veriyor. Sadece açlık ya da tokluk durumu da değil, canımızın neyi çektiğini, tatlı ya da ekşi bir şey mi yemek istediğimizi, kısacası bizi fiziksel doygunluk ve damak zevki açısından neyin tatmin edeceğini söylüyor.

Öte yandan, bir başlayıp bir bıraktığımız diyetler ve yiyeceklere getirdiğimiz kısıtlamalar yüzünden sezgilerimizi arka plana atmış, vücudumuzun gönderdiği açlık ve tokluk sinyallerini bastırmış olabiliriz. Bu durum özellikle yeme bozukluğu yaşayan insanlarda sıklıkla görülür. Ama umutsuzluğa yer yok. Yeniden bir bebek gibi sezgisel beslenmeyi öğrenebiliriz ve bunun yolu öncelikle yasaklı yiyecekler listemizi yok etmekten geçiyor. Bir yiyecek diğerinden daha “masum” olmadığı gibi, yediklerimiz ve yemediklerimiz bizim değerimizi belirlemiyor. Önemli olan, yemekten zevk almanın kötü bir şey olmadığını anlamak ve sağlık için, mutluluk ve neşe için beslenmek.

Keyif almak için hareketli bir yaşam

Hareketli bir yaşam hepimize iyi gelir. Özellikle de modern çalışma koşullarında uzun saatler sandalye tepesinde oturduğumuzu, bilgisayar başında çokça vakit geçirdiğimizi düşünürsek hareketin ve egzersizin daha sağlıklı olmak için ne kadar önemli olduğunu söyleyebiliriz.

Ama hareketli bir yaşamı spor salonlarına yazılıp bedenimize kaldırabileceğinden fazla yük bindirmek pahasına sınırları zorlamakla bir tuttuğumuzda hiç de sağlıklı bir davranışta bulunmuş olmuyoruz. Yani, beslenme alışkanlıklarımız gibi sporu ve hareketi de rakamlara indirgiyor, bedenimizi değiştirmek, onu aslında rahat hissetmeyeceği bir şekle sokmak için suistimal ediyoruz.

Hâlbuki hareketli bir yaşamın bize keyif vermesini, bedenimizle olan bağımızı kuvvetlendirmesini bekleriz. Mesela, eliptikte geçireceğimiz vakti ve harcayacağımız enerjiyi köpeğimizi dolaştırmaya, onunla oynamaya ayırsak? Ve bunu yaparken spor salonuna gitmediğimiz için pişmanlık duymak yerine o anın, o tasasız devinimin keyfini sürsek? Bahçemiz var ama biraz bakımsız kalmış. Bitkiler, çiçekler eksek, arka planda hareketli müzikler çalsa ve toprağın üzerinde dans etsek? Telefon görüşmelerini oturarak yapmak zorunda değiliz ya da ofisteki en yakın yazıcıyı kullanmak. Dansa yazılabilir, yoga deneyebilir, yürüyüş yollarını ve parkları keşfedebilir ya da bir video eşliğinde aerobik yapmaya çalışabiliriz. Yürüme bandında yürüdüğümüz, ağırlık çalıştığımız ya da pedal çevirdiğimiz zamanlar da olabilir elbette ama burada önemli olan istemediğimiz halde sırf kilo vermek için ya da etrafımızdaki herkesin üyeliği var diye kendimizi spor salonlarına gitmek zorunda hissetmemek.

Bedenlerimiz değerli

Bedenlerimize değer vermek için yarını beklemeyelim. Ya da beş kilo daha vermeyi. Hayal ettiğimiz beden ölçüsüne ulaşmayı. Hayır! Bedenlerimiz –olduğu şekliyle– değer görmeyi hak ediyor.

Araştırmalara göre, bedenlerini olduğu gibi kabul edip dahası bu şekliyle değer ve saygı görmeyi hak ettiğini düşünen insanlar bedenlerinden memnun olmayan kişilere göre daha sağlıklı hayat tarzlarına sahip.

Değersiz olduğumuzu düşündüğümüzde hiçbir şeyden keyif alamayız ve elimizdekilerin kıymetini anlamakta geç kalırız. Fakat insanın bedenini olduğu şekliyle sevebileceğinin bilincinde olması, aynı zamanda hayatta kendisi için en iyi şeyleri istemesi ve buna çabalaması anlamına gelir. Çünkü bedenini zorlama diyetlerle ya da aşırı sporla azaltılması gereken bir yük, değiştirilmesi gereken bir kalıp olarak görmez. Bedenlerimizde rahatsız hissetmemizin nedeni bu bakış açısı olabilir mi? O rahatsızlık hissini ya da düşüncesini biz yaratıyor olmayalım? Üzerimize dar gelen, içinde iyi hissetmediğimiz kıyafetleri giymek zorunda değiliz. Kendimizi ya da başkalarını bedenlerimiz üzerinden yargılamayı bıraktığımız an belki de aradığımız o rahatlığa kavuşacağız.

Elbette meditasyon

Meditasyon denildiğinde çoğumuzun aklında yere bağdaş kurup oturmuş, olumlama mantraları söyleyen ve dünyadan tamamen kopmuş izlenimi veren insanlar canlanıyor. Meditasyonun genellikle bu şekilde yapıldığı doğru fakat temelde sadece bir anlık farkındalıkla –içinde bulunduğumuz anın bilincine varmakla– ilgili.

Meditasyon yaparken sessiz bir ortamın varlığı önemli. İçimizde neler oluyor? Öfkemizin ya da neşemizin, mutluluğumuzun ya da mutsuzluğumuzun, stresli ruh halimizin nedenleri neler ve bizi sonrasında pişman olduğumuz davranışlara iten hangi duygular? Korkularımızı bastırıyor muyuz, yoksa verdiği tüm huzursuzluğa rağmen onları kabul ediyor muyuz? Kısacası meditasyon sırasında anda olmak gerekiyor, geçmişe saplı kalmamak ya da gelecek telaşına düşmemek. Hayatımız şimdi yaşanıyor.

Öncelik bizim!

İnsanın kendisine bakması ve öncelik vermesi asla bencillik ya da şımarıklık değil, aksine bir gereklilik. Kendimize özen göstermenin yolu öncelikle rahatlamaya ve gevşemeye ihtiyacımız olduğunu kabul etmekten geçiyor. Ve aslında çok ufak adımlarla iyi hissedeceğimiz bazı alışkanlıkları kazanmaktan.

Mesela “ben” zamanlarımız olsun. Başkalarının isteklerini, ihtiyaçlarını düşünmediğimiz, sadece bize ait anlar. “Hayır” diyebilmeyi öğrendiğimizde kendimizle de etrafımızdaki insanlarla da daha dengeli ilişkiler kurabiliriz.

Öz şefkatten ne anlıyoruz ve kendimize bu duyguyla yaklaşabiliyor muyuz? İç sesimizin bizi yargıladığını, suçlayıcı tonda konuştuğunu fark ettiğimiz anda bilelim ki kendimize haksızlık ediyoruz ve şefkat göstermiyoruz. Böyle anlarda bir an duralım ve şöyle düşünelim: Dostumuzla ya da bizim için çok önemli olan biriyle de aynı şekilde mi konuşurduk? Onun canını da aynı derece yakar mıydık?

Önceliklerimizden biri de uyku olmalı. Uyumak tembellik değildir, sağlıklı ve zinde bir benlik için gereklidir.

Kendimize öncelik tanımak, bazen en basitinden kahvemizi ve kitabımızı alıp bir köşeye çekilmek anlamına gelir. Hayatlarımız öyle bir koşuşturma içinde geçiyor ve bize kalan kısacık anlarda da kendimizi sosyal medyaya o kadar kaptırıyoruz ki ne kadar uzun zamandır elimizde kahve ve kitabımızla huzurlu bir saat geçirmediğimizi fark etmiyoruz bile!

Yeni yılda daha sağlıklı ve mutlu hissetmek için bedenimizi değiştirmek zorunda değiliz. Onu ihtiyaçlarından ve hak ettiği değerden mahrum etmek zorunda değiliz. Hayatımıza sağlık ve keyif getirecek bir sürü yol var. Hepsi de keşfedilmeyi ve yaşanmayı bekliyor.

Değerli olduğumuzun bilinciyle yapacağımız yeni başlangıçlara!

Kaynak: Bu yazıda yeme bozuklukları terapisti Lesley Wayler’in şu yazıdaki önerilerinden yararlandım.

İlginizi çekebilir: Yeme bozuklukları ve yoga: Ahimsa ilkesi, yeme bozukluklarıyla mücadelede yardımcı olabilir

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Geleneksel lezzetlerden vazgeçmeden bitki bazlı beslenmek isteyenlere: Fine Life Fermente Kajulu İçecek

Son yıllarda sağlıklı beslenme ve bilinçli tüketim alışkanlıklarının, daha önce hiç olmadığı kadar ilgi gördüğü kesin. Veganlık, vejetaryenlik, fleksitaryen gibi bitki bazlı beslenme türleri, sadece etik ve çevresel nedenlerle değil, aynı zamanda bütüncül sağlık açısından sunduğu çeşitli faydalar nedeniyle de dünya genelinde hızla yayılmaya devam ediyor. Bitki bazlı beslenme alışkanlıklarına yönelik talepler hızla artarken çok sayıda bitki bazlı ürün de raflardaki yerini alıyor. Özellikle süt ürünlerine alternatif arayanlar için çok sayıda ürün piyasaya sürülüyor. Bu konuda öncü isimlerden biri olan Metro Türkiye de “Sofrada herkese yer var!” mottosuyla tüketicilerin ihtiyaçlarına, yenilikçi ürünlerle cevap veriyor.



Raflarında 400’den fazla bitki bazlı ürün sunan Metro Türkiye, geleneksel lezzetlerden vazgeçmeden bitki bazlı beslenme alışkanlıklarına sahip olmanın en leziz yollarını sunuyor. Ve güzel haber; Türk mutfağının favori içeceklerinden ayrana bitki bazlı alternatif sağlıyor: Fine Life Fermente Kajulu İçecek.

Lezzetli, vegan, fermente: Ayrana bitki bazlı alternatif

Herkes için sağlıklı beslenme ve sürdürülebilirlik anlayışıyla hareket eden Metro Türkiye, beslenme trendlerine ve değişen tüketici taleplerine verdiği önemle Fine Life Fermente Kajulu İçecek’i raflara getiriyor. Geleneksel lezzetimiz ayrana bitki bazlı bir alternatif olarak öne çıkan Fine Life Fermente Kajulu İçecek, bitki bazlı beslenme alışkanlıklarını benimseyen ya da benimsemek isteyen herkesin beğenisine sunuluyor.

Metro Türkiye raflarında yerini almaya başlayan bu yenilikçi ürün, %27 oranında kaju fıstığı, tuz ve çeşitli probiyotikler içeriyor. Bunun yanı sıra katkı maddesi, koruyucu ve gluten içermemesiyle de dikkat çeken Fine Life Fermente Kajulu İçecek, hem bitki bazlı ürünleri tercih edenlerin hem de laktoz tüketmemeye önem verenlerin favorisi olmaya aday. Ayran alternatifi olarak soğuk tüketilebilen bu ürün, 250 ml’lik cam ambalajlarda satışa sunuluyor. Vlabel etiketiyle otel ve restoran gibi yeme içme işletmelerinde rahatça kullanılabilecek Fine Life Fermente Kajulu İçecek, menülere yeni vegan bir alternatif getirirken, müşteri memnuniyetini de artırma potansiyeli taşıyor.

Geçtiğimiz yıllarda süt ve yoğurt gibi hayvansal gıdalara bitki bazlı alternatifler sunmuş olan Metro Türkiye, Metro Chef Veggie Bademli ve Fındıklı içecekler ile yoğurda alternatif Metro Chef Veggie Fermente Süzme Kaju’yu ve Metro Chef Veggie Meze Serisi’ni tüketicilerle buluşturmuştu. Bu yıl ise Türk mutfağının vazgeçilmezlerinden ayrana bitki bazlı bir alternatif getirerek hem sağlıklı hem de yenilikçi bir seçeneği yani Fine Life Fermente Kajulu İçecek’i tüketicilerle buluşturuyor.

Elbette Metro Türkiye’nin raflara taşıdığı yenilikçi ürünler sadece süt ve yoğurt gibi hayvansal gıdalara bitki bazlı alternatifler ile sınırlı değil. Çok daha fazlası, raflarda çoktan yerini aldı.

Bitki bazlı geniş ürün yelpazesi: 400’den fazla çeşit



Metro Türkiye’nin raflarındaki vegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine; falafel çeşitlerinden pizzaya, ranch sostan çamaşır yumuşatıcısına kadar 50’ye yakın çeşitte gıda ve gıda dışı bitki bazlı ürün sunuyor. Eğer tüm bu ürünleri ve çok daha fazlasını incelemek isterseniz hemen tıklayıpvegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine;vegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine; Metro Türkiye’nin Bitki Bazlı & Vegan Katalogu’nu keşfedebilirsiniz.

Temel gıdadan temizlik ürünlerine, kişisel bakımdan atıştırmalıklara aradığınız her şeyi bulabileceğiniz Metro Türkiye ile sağlıklı ve sürdürülebilir bir yaşam tarzına ulaşmak artık çok daha kolay.

*Bu yazı Metro Türkiye katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlginizi çekebilir: Vegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’nin zengin vegan ürün yelpazesini keşfedinVegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’Vegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’

 

İlgili Makale