1961 yılında dünyadan geçişini yaptı Jung. Bilinçaltı kavramını ortaya şu an bildiğimiz haliyle koyan insan, bundan tam 60 yıl önce bu dünyadan fiziksel bağını çekti.
Bu, insanın kendine dair “Biliyorum” dediği her şeyin ne kadar yeni, ne kadar daha taze olduğuna dair bir kanıttır.
İnsanlık kendine dair ruhsal, bilimsel, duygusal, bedensel bilgisini kelimelere dökeli çok olmadı. Bunu olduğu haliyle kadim kitaplar dışında, bilimsel “doğrular” içerisine koyalı çok olmadı. Ve araştırmalar, bu konudaki öğrenimler devam ediyor. Kesin dediğimiz her şey “şimdilik” “yeni bir kavram açıklanana kadar” geçerli. Ama kesin değil. Şimdilik tanımlanması bu.
Gelmek istediğim yer şu: Sıkı sıkıya tutunduğumuz durumlar, aslında biz yeni insanlığın, yeni bilinçlenmeye başlamış olanların şimdilik keşfetmiş olduklarından başka bir şey değildir.
Her birimiz, her an kendimize ve bütüne dair keşiflerde bulunuyoruz ve bu bulduklarımızı bize “kesin bilgi” olarak verilen şablonlara oturtmaya çalışıyoruz.
Bu şablonlara oturtma ve bu sorgulamayı kesin doğrular olarak sonsuz bir inançla kucaklama halimiz bizi “yaratıcılığımızı kullanmak” ve kendi özgün duygu düşünce sistemimizi ortaya koymaktan alıkoyuyor. Her kelimeyi, her rengi, her duyguyu kendi lugatımızda tekrar değerlendirmeyi, kendi anlamlandırmamızı tekrar yapmayı ve bunu ifade etmekte özgür olduğumuzu bilmeliyiz. Özgürlük en küçük parçalarda, en ufak detaylarda gizlidir. Senin sevgi dediğinde anladığınla, diğerinin anlayışı aynı değildir.
Büyük sanatçılar çok basit ve göz önünde olan şeyleri kendi dilleriyle ifade ettikleri için ayrılmışlardır. Yeni bir anlam, açık kapı bulmaya çalıştıkları için değil, kendi görüşlerini özgürce ifade ettikleri için tarihe adlarını yazdırmışlardır.
Picasso, kendi gözünün kübik algısını ortaya koyduğunda, realistik çalışan sanat ekolü onu kabul etmemiştir. Ama buna rağmen, kendi görüşünü ortaya koymaktan çekinmeyen bu ressam bugünün ve yarının Picasso’su olmuştur.
Kendi bakış açımızın farkında ve onun diğerleriyle aynı olduğu yanılgısından uzakta yaşamalıyız.
Sanırız ki doğru denilen, olması gereken tektir. Oysa biz insanlık olarak birçok şeyi yeni yeni keşfedip yeni yeni açıklayabiliyoruz.
Sezgisel yaklaşımlar bugün bilimin çok ötesinde gidiyor ve bilim diğer koldan bu sezgisel hali başka donelerle onaylıyor ve/veya geliştiriyor. Sezgisel bilişlerimiz, bizim dünyadaki rengimiz ve varoluş tınımızdır. Kimseye benzemeyen, kimsenin bir diğerini bilemeyeceği yerdedir.
Dolayısıyla her insan, her varlık kendi tınısını olduğu gibi, pürüzsüz ve saf haliyle ortaya koymakla yükümlüdür. Bu yaratımdır, yaratıcılıktır.
Bizim burada, bu dünya düzeninde çalıştığımız şey ise, bu hali ortaya çıkarırken “pürüzsüzlüğü” yakalamaktır. Pürüzden kastım, inançlarımız, doğru bildiğimiz yanlışlarımız, travmalarımız, kendimize olan tavrımızdır.
Pürüzsüzlük bizi kendi “öz tohumumuza” götürür, onun sesini ve rengini ortaya koymasına yol açar, yolu aralar.
Zihinsel çalışmaların sebebi, her zaman söylediğim gibi daha mutlu bir hayat yaşamak değildir. Çünkü yaşam bu dünya düzeni ve sınırlarından ibaret değildir. Yaşam da diğer tüm zamanlarla eş ve bütündür. Tüm boyutlarla beraberdir. Aynı anda ve her zamandadır.
Biz mutlu hayatlar için değil, pürüzsüz bir aktarım için çalışırız. Pürüzsüz aktarım, doğal olarak huzuru ve kozmik düzeni dünyaya indirir.
Dünya gezegeninde yaşanan yaşam, sanrılar alemidir. Bu sanrılardan sıyrılmak, burada net ve pürüzsüz olmak sanrıyı deler ve bulutları dağıtır. Bu durumda uyanış, kıyam gerçekleşir.
Bilinen, değişmez sanılan, değişmeyeceğine inanılan her şeyi sorgulamak, sürüye ait olmak yerine kendi iç sesimize ait olmaya çalışmak kendi varlığımızın erdemidir. Aklın ve kalbin birliği bizi pürüzsüz bir bağlantıya götürürken, sanrı ve inançlarımızın birliği bizi bu sis dünyasında sürekli tekrar eden, yaşamdan kopmuş halin içinde tutar.
İyi ve kötü arasında taraf seçmiyoruz, gerçek ve sanrı arasında bir karar veriyoruz. Bu da sorumluluk almak, kendi aklımızı kendimize kullanmaya cesaret etmekle olur.
Yeni dünya, yeni değildir. Yeni dünya, yeni fark edilecek olandır. Fark etmeye hazırız, sanrıdan sıyrılmaya, gerçeği görmeye hazırız. Olanı olduğu gibi görmeye ve onu kucaklamaya… Yeni dünya budur. Hep olanı, her zaman var olacak olanı görmektir, onu yaşamaktır.
Her şey, görmeye hazır olan gözler, anlamaya hazır akıl, kapsamaya hazır kalpler için…
İlginizi çekebilir: Kendin olmaya yakın mısın: İçindeki çocuk özgürleşmek için seni bekliyor