X

Yemek yemek bağ kurmamızı sağlar: Bir kadın, küçük oğlundan beslenmeyle ilgili neler keşfettiğini anlatıyor

Liz Rognes, ABD’nin Washington eyaletinde yaşayan ve öğretmenlik yapan bir kadın. Müzik ve yazarlıkla da yakından ilgileniyor. Kendisi geçmişinde ne yazık ki yeme bozukluklarıyla mücadele etmiş fakat iyi haber şu ki; yaşadığı yerde bulunan bir klinikte aldığı tedavi sonrası sağlığına büyük ölçüde kavuşmuş ve yeniden yavaş yavaş da olsa içgüdüsel beslenmeye başlamış. Yani, kilo alma korkusu ya da imaj algısı nedeniyle kısıtlayıcı diyetlere başvurmaktan ya da uzun süreli diyetlerin ardından kendini tıkanırcasına yeme nöbetlerinde bulup, ardından duyduğu pişmanlıkla yeniden diyetlere başlamaktan vazgeçmiş ve bu kısır döngüden büyük ölçüde kurtulmuş.

Ama beslenme ile arasında çok daha sağlam bir ilişki kurmasına, beslenmenin aslında ne kadar içgüdüsel bir olay olduğunu hatırlamasına neden olan ise bir yaşındaki oğlunun ona öğrettikleri. Oğlu her gün dünyayı tanıdıkça, o da oğluna bakarak çok değerli bir şeyi keşfetmiş: Yiyecekler vücudumuzu beslediği kadar ruhumuzu da besler ve zenginleştirir. 

Gelin hikâyenin geri kalanını olduğu gibi Rognes’in ağzından dinleyelim…

 

Bir yaşındaki oğlum yemek vakitlerinden büyük keyif alır. Yüksek mama sandalyesine oturur, ya bir parça peynir ya bir portakal, bazen de birkaç parça balık alır ve bunları iştahla ağzına götürürken gözlerini kocaman açarak bana bakıp, ‘Mmmm!’ der. Bir ısırık daha ve ardından yine memnuniyetini gösteren şirin sesler. Babası da yanımızdaysa, ‘Babacık?’ diye seslenir ona ve kocam, ‘Efendim evlat?’ dediğinde yine ‘Mmmm!’ sesleri gelir. Bu onun bizle iletişim kurma şekli; yediği yiyecekten duyduğu mutluluğu böyle gösteriyor. Daha önce tatmadığı yiyecekler onu hayli şaşırtıyor ve yeni bir tat, yeni bir doku ya da kıvamda besinler keşfettiğinde ellerini çırparak neşesini bizimle de paylaşıyor. Mutfakta en sevdiği yiyeceklerden birini hazırladığımı gördüğünde ise mutluluğuna diyecek yok. 

Yeme anlarını ortak bir deneyime çevirmekten hoşlanıyor. Ayrı ayrı tabaklarımızda sandviçler varsa, tabağımdakinden de bir ısırık almak istiyor. Sonra da bana bakıp kendi ekmeğini işaret ediyor. Eh, ben de onu kırmıyorum ve bir parça tadına bakıyorum. Onun için aldığımız çatal, kaşık ya da tabağı değil, bizim önümüzdekilerden kullanmak istiyor. Çorbasını bizim gibi cam kâselerde içmek istiyor. 

Yeme bozukluğuyla mücadele ettiğim yıllarda, zihnimle savaşır ve kendimi yemek yemeye zorlardım çünkü ancak böyle iyileşeceğimi biliyordum, yiyeceklerin beni besleyen kaynaklar olduğunun farkındaydım. Yiyeceklerden ne kadar korksam da ve her yemek saati üzerimde büyük bir kaygı yaratsa da, bedenimin bu yiyeceklere ihtiyacı olduğunun, yıllardır ihmal ettiğim ve hor kullandığım vücudumu ancak yeterince beslediğimde iyileşebileceğimin farkındaydım.

Çok uzun bir zaman yanımda hep bazı sözler yazdığım kâğıtlar taşıdım. Hatırlamak, kendime beslenmeyi hatırlatmak için. ‘Bu yiyecek besleyici ve faydalı. Bedenimin ona ihtiyacı var.’ Belki basit bir söz ama yeme bozukluğu olan biri için son derece etkili ve anlamlı. Yediğim yiyecek ile onun fiziksel açıdan vücuduma verdiği enerji ve iyileştirici etki arasında bağlantı olduğunu fark etmem, bunun bilincinde olmam gerekiyordu. Kısacası, o günlerde beslenmek benim için içgüdüsel bir mesele olmaktan çok çok uzaktı; bir ihtiyaç, bir zorunluluktu ve belli bir ritimde sürdürülmesi gerekiyordu. Oldukça mekanikti, evet. Ama yeme bozukluklarıyla mücadele ediyorsanız, bedeninizin hangi besine ne kadar ihtiyacı olduğunu ancak bu şekilde anlayabiliyorsunuz. En azından belli bir süre boyunca. En azından iyileşme yolunu yarılayana kadar. 

Yiyeceklerin pratik açıdan gerekliliğini ve faydasını hatırlatan bu sözler zamanla ‘Bunu yemek istiyorum’ ya da ‘Tadı hoşuma gittiğine göre neden yemeyeyim?’ gibi ifadelere döndü. Vücudumun söylediklerine kulak verdikçe, zevk aldığım farklı tatları ve besinleri keşfettim. Dahası, mutfakta daha fazla vakit geçirmeye başladım ve yemek yapmayı öğrendim. İlk zamanlarda birçok açıdan oğlum gibi hissettim sanırım. Mesela, daha önce nasıl kullanılacağını bilmediğim bir sebzeyi ilk kez pişirdiğimde ya da değişik bir tarif denediğimde sonuçtan da memnunsam çok mutlu oluyordum. Sofradaki o yemek benim yarattığım bir şeydi ya da oraya konmasına yardım etmiştim ve bu gerçek beni yeni tatlara, yeni dokulara karşı heyecanlandırıyordu. Gittikçe daha iyi gördüğüm bir şey vardı: Biriyle yemek pişirip ardından keyifli bir masada bu yemeği paylaşmak aslında bağ kurmanın son derece basit ama çoğumuzun artık unutmaya başladığı bir yoluydu. 

Yeme bozukluğundan iyileşmeye çalıştığım dönemde yemekten hiç mi hiç haz almadığım bir sürü an oldu. Böyle zamanlarda hep yiyeceklerin beni iyileştireceğini hatırlatan sözleri okudum, onları hatırladım. Oğlum doğduğunda beş gün yoğun bakım ünitesinde kaldı ve ona bir şey olması ihtimali beni deli gibi korkutuyordu. Hiç iştahım yoktu. O beş gün yiyeceklerin ne tadına vardım ne de kokularını, kendilerine has kıvamlarını hissettim ama yine de yedim. Çünkü yemek zorundaydım. Oğlum o odadan çıktığında ona bakmak için yeterince güçlü olmak zorundaydım. O beş günü atlattık ve işte şimdi karşımda sağlıklı, mutlu bir çocuk duruyor. İkimiz de sağlıklıyız ve buna her gün şükrediyorum. 

Oğlum doyduğunu hissettiğinde, ‘bu kadar, doydum,’ der ve tabağındakilerin hepsini bitirmemişse kalanları bazen köpeğimize verir. Sonra kollarını kaldırıp bana bakar ve onu sandalyesinden aşağı indirmemi bekler. Ki oyununa devam etsin. Bazen de yemeğini yedikten sonra bana sarılmak ya da yanağıma bir öpücük kondurmak ister. Ben elini ağzını silerken, bana dayanır ve o yapış yapış olmuş parmaklarını yüzümde, tatlı kokan nefesini yanaklarımda hissettikçe ona sıkı sıkı sarılasım gelir. Sağlıklıyız! Bebeğimle yiyeceklerimizi paylaşıyoruz. Bu gerçekten çok ama çok büyük bir lütuf. 

Oğlumdan şunu öğrendim: Yiyecekler yalnızca vücudumuzu beslemek için kullandığımız kaynaklar değildir. Başka başka anlamları da var. Mesela, keyif verirler. Mesela, bağ kurmamızı sağlarlar. Hatta her gün oğlumda gördüğüm gibi bizi eğlendirirler. Evet, yiyecekler vücudu besler, ona sağlık verir ama aynı zamanda aile ve arkadaşlık ilişkilerini de besler, kendi arzularımız ve değerimiz ile aramızdaki bağları kuvvetlendirir. Bize sırf kendimiz olduğumuz için, bu dünyada var olduğumuz için kıymetli olduğumuzu hatırlatır. Yediklerimizden keyif almaya da, onların tatlarını ve çağrıştırdığı güzellikleri hissetmeye de hakkımız var. Yemenin zor olduğu, hatta işkenceye dönüştüğü dönemlerde bile vücudumuzu beslemek için yemek zorundayız. 

Bu bedene, aileme ve beni büyüten insani bağlara sahip olduğum için şanslı olduğumu biliyorum. Bedenimi, kalbimi ve ruhumu besleyen yiyecekler, insanlar ve doğa hepimiz için büyük bir armağan…

Kaynak:

Liz Rognes’in ‘What I am Learning About Food From My One-Year Old’ adlı yazısını aşağıdaki sitede okuyup özetledim:

https://emilyprogram.com/blog/what-im-learning-about-food-from-my-one-year-old/

Daha önce yayımladığımız ve konuyla ilgili daha fazla düşünmenizi sağlayacak bazı yazıları da bu vesileyle okumak ya da hatırlamak isterseniz…

Yeme Bozukluklarından İyileşirken İçgüdüsel Beslenmek Mümkün mü?

Buzdolabı Magnetleriyle İlişkimiz VarYiyecekler vücudumuzu beslediği kadar ruhumuzu da besler ve zenginleştirir.

Tıkanırcasına Yeme Bozukluğu ile Diyetler Arasında Nasıl bir İlişki Var?

Bedenin de Beslensin Ruhun Da: Hayata Sarıl Lokantası

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale