Yeme bozukluklarıyla mücadeleye yeni bir bakış: Yeme bozukluğunuz aslında bir alışkanlık olabilir mi?

Yeme bozukluklarıyla mücadele eden kişiler genelde beyinlerinde hiç susmayan bir ses olduğundan ve bu ses yüzünden hiç istemedikleri davranışlarda bulunduklarından yakınırlar. Anoreksiya nervoza hastalarında bu ses çoğunlukla “daha acıkmadın; bu porsiyon sana çok fazla; karbonhidrat ve yağ tüketmeyi aklına bile getirme” gibi kısıtlayıcı emirler verirken, tıkanırcasına yeme epizotları yaşayan hastalarda “hiç durma, daha fazla ye, bak kendini nasıl iyi hissedeceksin” şeklinde yankılanır. Her iki durum da sonrasında kişiye mutsuzluk, utanç ve bir kez daha o sese yenilmenin pişmanlığını yaşatır.

Anoreksik sesle birlikte yaşamanın anlamını gayet iyi biliyorum, ne de olsa senelerdir onu susturmaya çalışıyorum. Ama tıkanırcasına yeme sorunuyla mücadele edenlerin tam olarak neler yaşadığını açıkçası bilmiyordum. Onun da en az anoreksiya nervoza kadar korkutucu olduğunu ise Brain over Binge adlı kitabı okuduktan sonra anladım.

Yazar Kathryn Hansen, kitabının ilk bölümünde lise yıllarında kilo verme tutkusuna kapılarak giriştiği uzun ve bilinçsiz diyetlerin kendisini nasıl anoreksiyaya sürüklediğini ve onu hayatta zevk aldığı birçok şeyden nasıl mahrum bıraktığını anlatıyor. Sonunda sağlıklı kilosuna erişip iyileşmeyi kabul ettiğinde ise bu sefer de bulimiya nervozaya yakalanıyor. Üniversite bitene kadar anoreksiya-bulimiya nervoza arasında gidip geliyor, ciddi boyutta tıkanırcasına yeme epizotları yaşıyor ve ardından saatler boyu spor yaparak “telafi” çabalarına girişiyor. Tabii bu süreçte bedeni fazlasıyla hasar görüyor, sürekli depresif ve kaygılı bir ruh hali içinde hayatını sürdürmeye çalışıyor. Yazarın aşağıdaki cümlelerine bakarak yeme bozuklukları gibi zihinsel rahatsızlıkların kişinin yaşamını nasıl cehenneme çevirdiğini tahmin edebiliriz:

“Bulimiya mı iyileşme çabalarım mı? Üniversite yıllarım boyunca hangisi beni daha fazla tüketti doğrusu emin değilim. Vaktimin ve enerjimin öyle büyük kısmını alıyorlardı ki hayatımın geri kalanı küçücük kalmış gibiydi. İkinci yılımdan sonra arazi koşusunu ve atletizm takımını bıraktım, bunun nedeni bulimiya olduğu kadar üniversitedeki koşularım sırasında oluşan dört yeni stres kırığıydı. Tüm bu kırıklar lisede verdiğim kilolar yüzünden kemiklerimin nasıl zarar gördüğünü gösteriyordu ve takımda koşabilmem neredeyse imkânsız hale gelmişti. Bugün bile koşu kariyerimin nerelere gelebileceğini düşünmemeye çalışırım.

Kaybettiğim arkadaşlıklar, kurma fırsatını kaçırdığım ilişkiler, boşa giden zaman, kaybettiğim fırsatlar, sağlığıma verdiğim zarar, aileme çektirdiğim acı ve bir taraftan lezzetleriyle aklımı alan, diğer taraftan da kendimi korkunç hissetmeme neden olan yiyecekler. Bunlar üzerine sayfalarca konuşabilirim. Ama hayır. Bulimiya hastası olarak nasıl bir hayat sürdürdüğümü anlamanız için bu kadarı yeter; daha fazlası canınızı sıkar ve kendimi tekrarlamış olurum.”
 

Senelerce devam ettiği terapilerde kendisine rahatsızlığının içindeki bir boşluktan, amaçlarını gerçekleştirememiş olmasının verdiği bir yetersizlik duygusundan, ailesiyle ilişkilerinden veya başından geçen travmatik bir olaydan kaynaklanmış olabileceği söyleniyor. Hansen doğrusu bu terapilerin kendisini keşfetmesi ve daha iyi anlaması açısından faydalı olduğunu düşünse de kurtulmaya çalıştığı tıkanırcasına yeme bozukluğunun nedenini derin psikolojik etmenlerde aramanın kökten bir çözüm getirmeyeceğine inanıyor. Aynı sıralarda okuduğu ve bağımlılık tedavisinin beyindeki nöral bağlantıları ters yüz etmekle mümkün olabileceğini savunan Rational Recovery adındaki kitapla yepyeni bir yola giriyor.

Hansen, bu kitapta insan beyninin “(hayvani) içgüdülerle yönetilen” ve “daha gelişmiş bir mantıkla yönetilen” iki kısma sahip olduğunu okuyor. Buna göre, (hayvani) içgüdüler vücudumuza bastırılması zor olan ani sinyaller gönderse de beynimizin daha gelişmiş tarafıyla bu sinyalleri “görmezden gelebiliriz.” Hansen, beynin bu ikili yapısını ve işleyişini öğrendikten sonra şöyle diyor: “Tıkanırcasına yememe neden olan her türlü düşünce ve duyguyu hayvani içgüdülerimin otomatik bir işlevi olarak görmeye ve bunların eylemlerimi kontrol edemeyeceğine inanmaya karar verdim. Tıkanırcasına yeme dürtülerimden soyutlanmaya ve insan beynimin gücünü kullanarak bu dürtüleri dinlememeye karar verdim.”

Hansen’in anlattıkları arasında özellikle “alışkanlıklarımızın” oluşma süreci, yeme bozuklukları yaşayanların otomatikleşen eylemlerini açıklamada ve anlamada son derece faydalı. Bir eylemi ne kadar sık tekrarlarsak o eylem beyinde fiziksel değişikliklere neden olur ve böylece söz konusu davranışın tekrarlanmasını kolaylaştırır. Bir süre sonra o davranışa o kadar “alışırız ki” bilinçli bir şekilde düşünmeden tekrarlamaya başlarız. Diğer bir deyişle, davranış, alışkanlığa dönüşür.

Alışkanlıklarımız sağlıklı, olumlu ve faydalı olduğu sürece bir sorun yok ama yeme bozuklukları ya da bağımlılıklar gibi durumlarda otomatik pilota aldığımız alışkanlıkları kırmak, yani beynimizde yeni fiziksel değişiklikler yaratmak zorundayız.

Yazar önce anoreksiya nervozanın nasıl tıkanırcasına yeme bozukluğuna dönüştüğünü anlamaya çalışıyor ve şöyle bir sonuca varıyor: Uyguladığı diyetler boyunca vücuduna yeteri kadar besin almadığı için bir süre sonra beyindeki “hayatta kalma güdüleri” tıkanırcasına yeme dürtüleri göndermeye başlıyor; yazar (hayvani) içgüdülerinin isteğine boyun eğerek ilk tıkanırcasına yeme epizotunu yaşıyor, ardından ölçüsüzce uyguladığı egzersiz programıyla yediklerini vücudundan atmaya çalışıyor. Bu döngü, tekrarlandıkça, yazarda bir “alışkanlığa” dönüşüyor.

Hansen, uzun diyetler ve sonrasında yaşadığı anoreksiya nervoza yüzünden vücudunun açlık moduna girdiğini, bir kez tıkanırcasına yedikten sonra ise tıpkı kıtlık durumlarında olduğu gibi yeterince yiyecek bulamayacağından endişelenen “hayatta kalma güdülerinin” eline geçtiği her fırsatta –yani yiyeceğin olduğu her durumda– kendisini tıkanırcasına yemeye zorladığını anlıyor. Aslında beyninin gelişmiş bölgesiyle (hayvani) içgüdüleri bastırabileceğine ikna olduğunda ise alışkanlığını kırma yolunda önemli bir adım atıyor. Şöyle açıklıyor: “Beyin son derece verimli bir organ. Sık kullanılan nöral bağlantı ve yolları sağlamlaştırırken fazla kullanılmayanları zayıflatır. Kişi alışkanlık haline getirdiği bir davranışı yapmayı bıraktığında o davranışın arkasındaki nöral bağlantılar gitgide zayıflar. Diğer bir deyişle, beyindeki devrelere pratik yaptırmazsanız, bağlantıların birbiriyle olan ilişkisi zayıflar ve sonunda tamamen kaybolabilir. “

Yazara göre tıkanırcasına yeme alışkanlığını bırakması da aynen böyle olmuştu. Kathryn Hansen, ne bir doktor ne de nörobilim uzmanı olduğunu ama bu yöntemin terapilerle çözemediği sorununu ortadan kaldırdığını ve senelerdir herhangi bir yeme bozukluğu yaşamadığını kitap boyunca sık sık vurguluyor. Yani herhangi bir tedavi yöntemi geliştirdiği yönünde iddiası yok. Yine de yazarın, bu yazıda yer verdiğim görüşleri –gerek yaşadığı kısır döngüyü fark edişi gerek alışkanlıkları kırma çabası olsun– kulağa son derece mantıklı geliyor. Dahası, yetişkin beyninin de nöroplastisitesini kaybetmediği yani değiştirmek istediğimiz alışkanlıkları bozup yerlerine daha olumlu olanlarını koymaya izin verebileceği yönündeki umudumuzu canlı tutuyor.

Not: Yazarın kitabından yapılan ve italikle vurgulanan alıntıların çevirisi bana aittir.

Kaynak:
-Kathryn Hansen, Brain Over Binge: How I was Bulimic, Why Conventional Therapy Didn’t Work, and How I Recovered for Good, Camellia Publishing, 2011.
-Yazarın ayrıca düzenli olarak paylaşımda bulunduğu bir blogu da bulunuyor:
https://brainoverbinge.com/blog/
-Yazarın bahsettiği Rational Recovery adlı kitabın künye bilgileri:
https://www.amazon.com/Small-Book-Revolutionary-Alternative-Overcoming/dp/1522663851
-Alışkanlıkların oluşması ve nörobilim arasındaki ilişki hakkında uzman bilgisine başvurmak isterseniz Uplifers.com yazarlarından Psikolog ve Nörobilim Uzmanı Güliz Altınbaşak’ın yazısını inceleyebilirsiniz:
https://www.uplifers.com/norobilimi-kullanarak-kotu-aliskanliklari-birakmak/

İlginizi çekebilir: Anoreksiya nervozayla yüzleşin: Siz bedeninizden çok daha fazlasısınız

Burcu Uluçay
Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar ... Devam