X

Yeme Bozukluklarını daha yakından mı tanımak istiyorsunuz: İşte okuyabileceğiniz 6 kitap

Anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza, tıkanırcasına yeme gibi türlerinin yanı sıra son zamanlarda yaygınlık gösteren ortoreksiya nervoza (sağlıklı beslenme takıntısı) gibi çeşitli türleriyle yeme bozuklukları tüm dünyada ciddi psikolojik rahatsızlıklar olarak görülmektedir. Yeme bozuklukları yaşayanların sayısındaki artış, rahatsızlıkların artık hemen her yaştan ve sosyo-ekonomik gruptan insanı etkilemesi, geçmiş yılların aksine erkekler ve henüz ergenlik çağına erişmemiş çocuklar arasında da hızla artması bu rahatsızlıkları daha fazla gündeme taşımakta, dolayısıyla yeme bozuklukları ve tedavileri üzerine daha yoğun çalışmalar yürütülmektedir.

Tıp dünyasının ve akademik çevrelerin yanı sıra bu rahatsızlıkları birebir yaşayan insanlar da kitap yazarak mücadelelerini anlatılarında tüm gerçekliği ve açıklığıyla ortaya koyuyor.

Uzun yıllardır yeme bozukluğuyla mücadele eden biri olarak kendim bu tür kitapları son iki yıldır okumaya başladım. Öncesinde takip ettiğim çeşitli bloglar ve yararlandığım bazı tıbbi kaynaklar vardı elbette. Yaşadığım hastalığı çözmeye çalışıyordum çünkü. Ama kişisel anlatılara, dürüst olmak gerekirse, mesafeli yaklaşıyordum. “Güvenebilir miyim?” sorusu aklımdan çıkmıyordu. Fakat zamanla bu kitaplar içinde de gerçekten güvenebileceğim ve yeme bozuklukları yaşayan herkese faydalı olacağından kuşku duymadığım bazı anlatılar keşfettim, bunları okudum ve yazarların birçok cümlesinde, itiraflarında ve duygularında kendimi buldum. Hislerimin, içinde bulunduğum kısır döngünün ve zihnimde bir türlü susturamadığım sesin onların anlatılarında yankılanmış halini deneyimledim.

Tam da bu konu üzerine yazmayı planlarken geçen günlerde İngiliz gazetesi The Guardian’da yazar Samuel Pollen’ın “The Year I Didn’t Eat” (Yemek Yemediğim Yıl) adlı kitabı üzerine verdiği röportajla karşılaştım. Pollen’ın şu cümlesi yaşadığımız yeme bozukluklarının üzerimizde yarattığı baskıyı fazla söze gerek kalmadan o kadar güzel özetliyor ki: “Yeme bozukluğunuz varsa kafanızın içinde kötü bir polisle birlikte yaşıyor gibisiniz.

Röportajı yapan Sarah Marsh’tan öğrendiğimize göre, Pollen daha 12 yaşındayken yeme bozukluğunun kıskacına giriyor. Pollen, anoreksiyayı zihninde gittikçe daha kuvvetli duyulmaya başlayan zorlayıcı, tahrip edici bir sese benzetmekle birlikte onun ve asıl kişiliğinizin aynı şey olmadığını söylüyor.

Yazar, şimdi 30 yaşında ve hem çocukluğunun bu kötü tecrübesini artık utanmadan dile getirebildiğinden hem de kendisiyle benzer sıkıntıları yaşayan insanlara yardımcı olmak istediğinden “The Year I Didn’t Eat” adlı kitabı yazmış. Kitaptaki kurgu karakter Max 14 yaşında ve hayatının anoreksiyayla mücadele içinde geçen 12 ayını anlatıyor.

Pollen, kitapta yeme bozukluğunu Max’ten ayrı bir karaktermiş gibi ele alıyor ve onu hiç susmayan bir sese, filmlerden aşina olduğumuz “kötü polis”lere benzetiyor. Pollen’a göre, “…sanırım hepimizin içinde bize bir şeyler yaptıran ve filtre gibi çalışan bir ses var; mesela tembelliği bırakıp şu arkadaşın partisine gitmemizi söyleyen bir ses. Ama yeme bozuklukları söz konusu olunca bu ses hiç susmuyor, sürekli yükseliyor ve yiyeceklerle ilgili her konuda tahammül edilemez bir kontrol mekanizması gibi işliyor.

Pollen’ın yeme bozukluğu aşırı egzersiz yaptığı ve yediklerini kısıtlamaya başladığı bir dönemde gelişiyor ve bu durum altı ay gibi bir sürede ciddi sağlık sıkıntıları yaşamasına neden oluyor. O sırada henüz 12 yaşında olduğundan, yaşadığı kent Cheshire’daki çocuklar için ruh sağlık hizmetleri departmanından destek almaya başlıyor.

Pollen, rahatsızlığı bu aşamadan sonra daha fazla ilerlemediği, hatta yaygın görülenin aksine nüksetmediği için kendisini şanslı hissettiğini söylüyor. Hastalığına tek bir nedenin ya da etmenin yol açmadığını belirten Pollen yine de karakteri gereği daima kaygılı bir insan olduğunu itiraf etmeden de geçmiyor: “Koyduğum hedeflere ulaşamayacağımı ya da yeterince başarılı olamayacağımı düşünerek sürekli kaygı duyardım. Yeme bozuklukları anlaşılması çok kolay olmayan rahatsızlıklar çünkü başkalarının yapamadığı bir şeyi siz yapabiliyormuşsunuz hissini veriyor ve bu fikir yani en azından bir konuda başkalarından iyi olduğunuz duygusu hastalığın üzerinizdeki etkisini de artırıyor.

Kitabın konusuna kısaca değinecek olursak, 14 yaşındaki ana karakter Max yemek yemeyi sevmeyen bir ergendir ve gerçek hislerini “Ana” adını verdiği hayali bir kişiye itiraf edebilmektedir. Günlüğü aracılığıyla konuştuğu Ana esrarengiz bir şekilde sayfalardan kurtulur ve Max’in zihnine yerleşir. Ana, Max’in endişelerinden ve korkularından beslenmeye ve onu gittikçe derinleşen karanlık bir kuyuya çekmeye başlar.

Max günlüğünü bir kutuya saklar ama bir şekilde günlük birinin eline geçer ve bu kişi “E” ismini kullanarak Max’le yazışmaya başlar. Max bunun bir tür şaka olduğundan şüphelenir ve E’nin kim olduğunu delicesine merak eder. Bu sırada Max’in yeme bozukluğu gittikçe daha ciddi bir hal almakta, ailesi içinde de sıkıntılar yaşanmaktadır. Kardeşi Robin evden ayrılır, anne ve babası boşanmanın eşiğindedir ve Max anoreksiyayla tek başına savaşabileceğini düşünürken aslında kontrolü gittikçe onun eline veriyordur.

Kitabın konusunu öğrenince insan ister istemez bu yolculuğun sonu nasıl bitecek diye merak ediyor. Pollen’ın bu kitabı kendi çocukluk deneyimine dayanarak yazdığını bildiğimiz için sonunun da muhtemelen “sağlıkla” biteceğini tahmin ediyoruz ve yazarın şu sözleri de bunu doğrular gibi: “Kitabımda vermek istediğim mesaj umudu kucaklıyor… Yeme bozuklukları iyileşmesi imkânsız rahatsızlıklar değil, pek çok insan bunu başarıyor. Tek mesele, yeme bozukluklarıyla boğuşurken bu gerçeğin farkında olmak, umudu ve yakınlarımızın desteğini yanı başımızdan eksik etmemek.”

The Year I Didn’t Eat” ne yazık ki henüz Türkçeye çevrilmiş değil (ve yeme bozuklukları üzerine olan Türkçe yayınların sayıca azlığı göz önüne alınınca, belki de hiçbir zaman çevrilmeyecek). Kitabı İngilizce orijinalinden edinip okumak isteyenleriniz için kaynaklar bölümünde künye bilgilerini paylaştım. Bunun dışında, gerek kendi yaşadığınız yeme bozukluklarını daha iyi anlamak, gerek çocuğunuza veya bir yakınınıza yardımcı olabilmek için başvurabileceğiniz bazı Türkçe kaynaklardan da bahsetmek istiyorum.

Yeme bozuklukları ile ilgili kitap önerileri

Anoreksiya ve Bulimiya

2018 yılında İletişim Yayınları’nın Mercan Uluengin’in çevirisiyle basmış olduğu Anoreksiya ve Bulimiya: Çocuğunuzu Nasıl Anlar ve Ona Nasıl Yardımcı Olursunuz? yeme bozukluklarını aileler için yıkıcı bir süreç ve deyim yerindeyse bir tür hapislik olarak tanımlıyor. Psikiyatrist Gérard Tixier ile klinik psikolog Clothilde Tourte’un hazırlamış olduğu kitapta yeme bozukluklarının hemen her yaşta insanı etkilemesine rağmen neden sıklıkla gençlerde görüldüğü sorusu yöneltiliyor ve bunun altındaki etmenler inceleniyor. Daha sonra da ebeveynlerin bu rahatsızlıkların tespiti ve tedavisinde ne gibi bir rolü olduğu tartışılıyor.

Yeme Bozuklukları: Yaşanmış Örnekler, Pratik Öneriler, Uygulamalar

Diğer bir kaynağımız ise Nur Yener’in dilimize kazandırdığı ve Kuraldışı Yayınları tarafından basılan Yeme Bozuklukları: Yaşanmış Örnekler, Pratik Öneriler, Uygulamalar. Yazarı Gillian Todd, yeme bozukluklarıyla ilgili temel sorunun tanımını yaptıktan sonra daha çok bu rahatsızlıkların üstesinden nasıl gelinebileceği ile ilgili önerilere odaklanıyor. Bunların yanı sıra, etkili birtakım stratejiler ve egzersizler sunuyor. Bu stratejiler arasında özellikle Bilişsel Davranış Teknikleri’ni kullanarak yeme bozukluklarıyla baş edilebileceğini göstermeyi amaçlıyor. Kuraldışı Yayınları, bu kitabın yeme bozuklukları yaşayanlar ve aileleri kadar sağlık çalışanları için de yol gösterici olacağını belirtiyor.

Tıkanırcasına Yeme Bozukluğu ve Bulimia için Diyalektik Davranış Terapisi

Nobel Akademik Yayıncılık tarafından Gamze Sart’ın çevirisiyle sunulan Tıkanırcasına Yeme Bozukluğu ve Bulimia için Diyalektik Davranış Terapisi, adından da anlaşılacağı üzere yeme bozukluğu vakalarında Diyalektik Davranış Terapisinin ne kadar etkin olacağını tartışıyor. Kitabın yazarları Ebra Safer, Christy Telch ve Eunice Chen’in diyalektik davranış terapisi üzerine deneysel bazda çalışmalar yapan ilk kişiler olduğunu öğreniyoruz ve bu kapsamda kitabın özellikle klinik psikologlar ile klinik psikoloji alanında okuyan öğrenciler için farklı bir bakış açısı sunduğu söylenebilir. Kitap dokuz bölümden oluşuyor ve bulimia nervoza ile tıkanırcasına yeme bozukluğuna sahip insanların karşılaştığı sorunlar ve mevcut tedavi yöntemleri genel hatlarıyla ele alındıktan sonra standart tedavinin hangi açılarda adaptasyon gerektirdiği üzerine duruluyor. Sunulan açıklayıcı vaka örnekleri ve kanıtlarla okurlara farklı bakış açıları kazandırılması hedefleniyor.

Yemek ya da Yememek

Önerebileceğim bir diğer kaynak ise gerek basılı çalışmaları ve çektiği televizyon programlarıyla gerek sunduğu danışmanlık hizmetiyle yeme bozukluklarının tanınması ve tedavisi hakkında güvenilir bir isim haline gelmiş olan uzman psikolojik danışman Feyza Bayraktar’ın Doğan Kitap’tan çıkan Yemek ya da Yememek adlı kitabı. Yayınevinin internet sitesinde bu kitabın, “masum diyetlerle başlayıp anoreksiya ve bulimiya gibi yeme bozukluklarıyla son bulan; şişman olma korkusuyla ortaya çıkıp diyet bağımlılığına dönüşen bozuk yeme davranışlarını; gece yeme, sıkılınca yeme gibi yeme ataklarıyla duygusal bir kaçış noktasına dönüşen yemekle ilişkimizi masaya yatıran eşsiz bir kaynak” olduğu belirtiliyor.

Zehirli Masallar

Ve son kitabımız -ki önerdiğim kitaplar içinde beni en derinden etkileyeni. Anoreksiya nervoza gibi yeme bozukluklarından kurtuluş yolunun uğraklarından birinin de yoga ve sakinliğin vaadi nefesten geçtiğine inanmamı sağlayan Zehirli Masallar. Kitabın yazarı sevgili Arzu Özev, çocukluğumuzdan bu yana “zehirli masallar”la büyütüldüğümüzü ve bu yüzden hislerimizden, benliğimizden gittikçe kopma noktasına geldiğimizi, gergin, endişeli ve sürekli koşuşturma içinde olan bireylere dönüştüğümüzü fark ettiğinde bir arayışa giriyor. Kaybettiği sesini bulmak için çıktığı yolda en büyük yol göstericisi yani zehirli masalların panzehri ise yoga oluyor. Özev, bu süreçte kendine değer vermeyi ve şefkatini -tabii vücudunu da- beslemeyi öğrendiğini söylüyor. O kadar içten ve samimi bir dille anlatıyor ki, kitabı bitirdiğinizde ister istemez şöyle diyorsunuz: Belki de çıkış yolunu keşfedebileceğim ilk işaret bu sayfalarda bir yerde gizli.

Kaynaklar:
Samuel Pollen’ın röportajı:
https://www.theguardian.com/society/2019/feb/26/samuel-pollen-eating-disorder-bad-cop-inside-your-head

Feyza Bayraktar’ın internet sitesi:
http://yemebozuklugu.info/
Zehirli Masallar üzerine yazmış olduğum inceleme yazısı:
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2018/11/13/o-da-zehirli-masallar-dinledi-ama-onlari-mutlu-sonla-bitirdi/

İlginizi çekebilir: Gerçek benliğimizi nasıl besleyebiliriz: 5 öneriyle ruhunuzu besleyin

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale