Anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza, tıkanırcasına yeme gibi türlerinin yanı sıra son zamanlarda yaygınlık gösteren ortoreksiya nervoza (sağlıklı beslenme takıntısı) gibi çeşitli türleriyle yeme bozuklukları tüm dünyada ciddi psikolojik rahatsızlıklar olarak görülmektedir. Yeme bozuklukları yaşayanların sayısındaki artış, rahatsızlıkların artık hemen her yaştan ve sosyo-ekonomik gruptan insanı etkilemesi, geçmiş yılların aksine erkekler ve henüz ergenlik çağına erişmemiş çocuklar arasında da hızla artması bu rahatsızlıkları daha fazla gündeme taşımakta, dolayısıyla yeme bozuklukları ve tedavileri üzerine daha yoğun çalışmalar yürütülmektedir.
Tıp dünyasının ve akademik çevrelerin yanı sıra bu rahatsızlıkları birebir yaşayan insanlar da kitap yazarak mücadelelerini anlatılarında tüm gerçekliği ve açıklığıyla ortaya koyuyor.
Uzun yıllardır yeme bozukluğuyla mücadele eden biri olarak kendim bu tür kitapları son iki yıldır okumaya başladım. Öncesinde takip ettiğim çeşitli bloglar ve yararlandığım bazı tıbbi kaynaklar vardı elbette. Yaşadığım hastalığı çözmeye çalışıyordum çünkü. Ama kişisel anlatılara, dürüst olmak gerekirse, mesafeli yaklaşıyordum. “Güvenebilir miyim?” sorusu aklımdan çıkmıyordu. Fakat zamanla bu kitaplar içinde de gerçekten güvenebileceğim ve yeme bozuklukları yaşayan herkese faydalı olacağından kuşku duymadığım bazı anlatılar keşfettim, bunları okudum ve yazarların birçok cümlesinde, itiraflarında ve duygularında kendimi buldum. Hislerimin, içinde bulunduğum kısır döngünün ve zihnimde bir türlü susturamadığım sesin onların anlatılarında yankılanmış halini deneyimledim.
Tam da bu konu üzerine yazmayı planlarken geçen günlerde İngiliz gazetesi The Guardian’da yazar Samuel Pollen’ın “The Year I Didn’t Eat” (Yemek Yemediğim Yıl) adlı kitabı üzerine verdiği röportajla karşılaştım. Pollen’ın şu cümlesi yaşadığımız yeme bozukluklarının üzerimizde yarattığı baskıyı fazla söze gerek kalmadan o kadar güzel özetliyor ki: “Yeme bozukluğunuz varsa kafanızın içinde kötü bir polisle birlikte yaşıyor gibisiniz.”
Röportajı yapan Sarah Marsh’tan öğrendiğimize göre, Pollen daha 12 yaşındayken yeme bozukluğunun kıskacına giriyor. Pollen, anoreksiyayı zihninde gittikçe daha kuvvetli duyulmaya başlayan zorlayıcı, tahrip edici bir sese benzetmekle birlikte onun ve asıl kişiliğinizin aynı şey olmadığını söylüyor.
Yazar, şimdi 30 yaşında ve hem çocukluğunun bu kötü tecrübesini artık utanmadan dile getirebildiğinden hem de kendisiyle benzer sıkıntıları yaşayan insanlara yardımcı olmak istediğinden “The Year I Didn’t Eat” adlı kitabı yazmış. Kitaptaki kurgu karakter Max 14 yaşında ve hayatının anoreksiyayla mücadele içinde geçen 12 ayını anlatıyor.
Pollen, kitapta yeme bozukluğunu Max’ten ayrı bir karaktermiş gibi ele alıyor ve onu hiç susmayan bir sese, filmlerden aşina olduğumuz “kötü polis”lere benzetiyor. Pollen’a göre, “…sanırım hepimizin içinde bize bir şeyler yaptıran ve filtre gibi çalışan bir ses var; mesela tembelliği bırakıp şu arkadaşın partisine gitmemizi söyleyen bir ses. Ama yeme bozuklukları söz konusu olunca bu ses hiç susmuyor, sürekli yükseliyor ve yiyeceklerle ilgili her konuda tahammül edilemez bir kontrol mekanizması gibi işliyor.”
Pollen’ın yeme bozukluğu aşırı egzersiz yaptığı ve yediklerini kısıtlamaya başladığı bir dönemde gelişiyor ve bu durum altı ay gibi bir sürede ciddi sağlık sıkıntıları yaşamasına neden oluyor. O sırada henüz 12 yaşında olduğundan, yaşadığı kent Cheshire’daki çocuklar için ruh sağlık hizmetleri departmanından destek almaya başlıyor.
Pollen, rahatsızlığı bu aşamadan sonra daha fazla ilerlemediği, hatta yaygın görülenin aksine nüksetmediği için kendisini şanslı hissettiğini söylüyor. Hastalığına tek bir nedenin ya da etmenin yol açmadığını belirten Pollen yine de karakteri gereği daima kaygılı bir insan olduğunu itiraf etmeden de geçmiyor: “Koyduğum hedeflere ulaşamayacağımı ya da yeterince başarılı olamayacağımı düşünerek sürekli kaygı duyardım. Yeme bozuklukları anlaşılması çok kolay olmayan rahatsızlıklar çünkü başkalarının yapamadığı bir şeyi siz yapabiliyormuşsunuz hissini veriyor ve bu fikir yani en azından bir konuda başkalarından iyi olduğunuz duygusu hastalığın üzerinizdeki etkisini de artırıyor.”
Kitabın konusuna kısaca değinecek olursak, 14 yaşındaki ana karakter Max yemek yemeyi sevmeyen bir ergendir ve gerçek hislerini “Ana” adını verdiği hayali bir kişiye itiraf edebilmektedir. Günlüğü aracılığıyla konuştuğu Ana esrarengiz bir şekilde sayfalardan kurtulur ve Max’in zihnine yerleşir. Ana, Max’in endişelerinden ve korkularından beslenmeye ve onu gittikçe derinleşen karanlık bir kuyuya çekmeye başlar.
Max günlüğünü bir kutuya saklar ama bir şekilde günlük birinin eline geçer ve bu kişi “E” ismini kullanarak Max’le yazışmaya başlar. Max bunun bir tür şaka olduğundan şüphelenir ve E’nin kim olduğunu delicesine merak eder. Bu sırada Max’in yeme bozukluğu gittikçe daha ciddi bir hal almakta, ailesi içinde de sıkıntılar yaşanmaktadır. Kardeşi Robin evden ayrılır, anne ve babası boşanmanın eşiğindedir ve Max anoreksiyayla tek başına savaşabileceğini düşünürken aslında kontrolü gittikçe onun eline veriyordur.
Kitabın konusunu öğrenince insan ister istemez bu yolculuğun sonu nasıl bitecek diye merak ediyor. Pollen’ın bu kitabı kendi çocukluk deneyimine dayanarak yazdığını bildiğimiz için sonunun da muhtemelen “sağlıkla” biteceğini tahmin ediyoruz ve yazarın şu sözleri de bunu doğrular gibi: “Kitabımda vermek istediğim mesaj umudu kucaklıyor… Yeme bozuklukları iyileşmesi imkânsız rahatsızlıklar değil, pek çok insan bunu başarıyor. Tek mesele, yeme bozukluklarıyla boğuşurken bu gerçeğin farkında olmak, umudu ve yakınlarımızın desteğini yanı başımızdan eksik etmemek.”
“The Year I Didn’t Eat” ne yazık ki henüz Türkçeye çevrilmiş değil (ve yeme bozuklukları üzerine olan Türkçe yayınların sayıca azlığı göz önüne alınınca, belki de hiçbir zaman çevrilmeyecek). Kitabı İngilizce orijinalinden edinip okumak isteyenleriniz için kaynaklar bölümünde künye bilgilerini paylaştım. Bunun dışında, gerek kendi yaşadığınız yeme bozukluklarını daha iyi anlamak, gerek çocuğunuza veya bir yakınınıza yardımcı olabilmek için başvurabileceğiniz bazı Türkçe kaynaklardan da bahsetmek istiyorum.
Yeme bozuklukları ile ilgili kitap önerileri
Anoreksiya ve Bulimiya
2018 yılında İletişim Yayınları’nın Mercan Uluengin’in çevirisiyle basmış olduğu Anoreksiya ve Bulimiya: Çocuğunuzu Nasıl Anlar ve Ona Nasıl Yardımcı Olursunuz? yeme bozukluklarını aileler için yıkıcı bir süreç ve deyim yerindeyse bir tür hapislik olarak tanımlıyor. Psikiyatrist Gérard Tixier ile klinik psikolog Clothilde Tourte’un hazırlamış olduğu kitapta yeme bozukluklarının hemen her yaşta insanı etkilemesine rağmen neden sıklıkla gençlerde görüldüğü sorusu yöneltiliyor ve bunun altındaki etmenler inceleniyor. Daha sonra da ebeveynlerin bu rahatsızlıkların tespiti ve tedavisinde ne gibi bir rolü olduğu tartışılıyor.
Yeme Bozuklukları: Yaşanmış Örnekler, Pratik Öneriler, Uygulamalar
Diğer bir kaynağımız ise Nur Yener’in dilimize kazandırdığı ve Kuraldışı Yayınları tarafından basılan Yeme Bozuklukları: Yaşanmış Örnekler, Pratik Öneriler, Uygulamalar. Yazarı Gillian Todd, yeme bozukluklarıyla ilgili temel sorunun tanımını yaptıktan sonra daha çok bu rahatsızlıkların üstesinden nasıl gelinebileceği ile ilgili önerilere odaklanıyor. Bunların yanı sıra, etkili birtakım stratejiler ve egzersizler sunuyor. Bu stratejiler arasında özellikle Bilişsel Davranış Teknikleri’ni kullanarak yeme bozukluklarıyla baş edilebileceğini göstermeyi amaçlıyor. Kuraldışı Yayınları, bu kitabın yeme bozuklukları yaşayanlar ve aileleri kadar sağlık çalışanları için de yol gösterici olacağını belirtiyor.
Tıkanırcasına Yeme Bozukluğu ve Bulimia için Diyalektik Davranış Terapisi
Nobel Akademik Yayıncılık tarafından Gamze Sart’ın çevirisiyle sunulan Tıkanırcasına Yeme Bozukluğu ve Bulimia için Diyalektik Davranış Terapisi, adından da anlaşılacağı üzere yeme bozukluğu vakalarında Diyalektik Davranış Terapisinin ne kadar etkin olacağını tartışıyor. Kitabın yazarları Ebra Safer, Christy Telch ve Eunice Chen’in diyalektik davranış terapisi üzerine deneysel bazda çalışmalar yapan ilk kişiler olduğunu öğreniyoruz ve bu kapsamda kitabın özellikle klinik psikologlar ile klinik psikoloji alanında okuyan öğrenciler için farklı bir bakış açısı sunduğu söylenebilir. Kitap dokuz bölümden oluşuyor ve bulimia nervoza ile tıkanırcasına yeme bozukluğuna sahip insanların karşılaştığı sorunlar ve mevcut tedavi yöntemleri genel hatlarıyla ele alındıktan sonra standart tedavinin hangi açılarda adaptasyon gerektirdiği üzerine duruluyor. Sunulan açıklayıcı vaka örnekleri ve kanıtlarla okurlara farklı bakış açıları kazandırılması hedefleniyor.
Yemek ya da Yememek
Önerebileceğim bir diğer kaynak ise gerek basılı çalışmaları ve çektiği televizyon programlarıyla gerek sunduğu danışmanlık hizmetiyle yeme bozukluklarının tanınması ve tedavisi hakkında güvenilir bir isim haline gelmiş olan uzman psikolojik danışman Feyza Bayraktar’ın Doğan Kitap’tan çıkan Yemek ya da Yememek adlı kitabı. Yayınevinin internet sitesinde bu kitabın, “masum diyetlerle başlayıp anoreksiya ve bulimiya gibi yeme bozukluklarıyla son bulan; şişman olma korkusuyla ortaya çıkıp diyet bağımlılığına dönüşen bozuk yeme davranışlarını; gece yeme, sıkılınca yeme gibi yeme ataklarıyla duygusal bir kaçış noktasına dönüşen yemekle ilişkimizi masaya yatıran eşsiz bir kaynak” olduğu belirtiliyor.
Zehirli Masallar
Ve son kitabımız -ki önerdiğim kitaplar içinde beni en derinden etkileyeni. Anoreksiya nervoza gibi yeme bozukluklarından kurtuluş yolunun uğraklarından birinin de yoga ve sakinliğin vaadi nefesten geçtiğine inanmamı sağlayan Zehirli Masallar. Kitabın yazarı sevgili Arzu Özev, çocukluğumuzdan bu yana “zehirli masallar”la büyütüldüğümüzü ve bu yüzden hislerimizden, benliğimizden gittikçe kopma noktasına geldiğimizi, gergin, endişeli ve sürekli koşuşturma içinde olan bireylere dönüştüğümüzü fark ettiğinde bir arayışa giriyor. Kaybettiği sesini bulmak için çıktığı yolda en büyük yol göstericisi yani zehirli masalların panzehri ise yoga oluyor. Özev, bu süreçte kendine değer vermeyi ve şefkatini -tabii vücudunu da- beslemeyi öğrendiğini söylüyor. O kadar içten ve samimi bir dille anlatıyor ki, kitabı bitirdiğinizde ister istemez şöyle diyorsunuz: Belki de çıkış yolunu keşfedebileceğim ilk işaret bu sayfalarda bir yerde gizli.
Kaynaklar:
Samuel Pollen’ın röportajı:
https://www.theguardian.com/society/2019/feb/26/samuel-pollen-eating-disorder-bad-cop-inside-your-head
Feyza Bayraktar’ın internet sitesi:
http://yemebozuklugu.info/
Zehirli Masallar üzerine yazmış olduğum inceleme yazısı:
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2018/11/13/o-da-zehirli-masallar-dinledi-ama-onlari-mutlu-sonla-bitirdi/
İlginizi çekebilir: Gerçek benliğimizi nasıl besleyebiliriz: 5 öneriyle ruhunuzu besleyin