X

Yeme bozuklukları ve yoga: Ahimsa ilkesi, yeme bozukluklarıyla mücadelede yardımcı olabilir

Yeme bozukluklarına birçok faktörün neden olduğu biliniyor. Bunlar arasında özellikle çevre, toplum ve kültür ile aile yapısından kaynaklanan etmenler ön plana çıkmakta. Son yapılan araştırmalar; anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza ve tıkanırcasına yeme epizotları gibi rahatsızlıklarda biyolojik yapının, yani genlerin de etkili olabileceğini, bazı kişilerin yeme bozukluklarına yatkın genlerle doğduğunu ve bu genlerin çevresel özelliklerle tetiklendiğinde kişide yeme bozukluğuna yol açabileceğini iddia etmekte. Görünen o ki, yeme bozukluklarının nedenleri ve teşhisi için genel geçer bir ölçüt olduğunu söylemek olası değil, bu nedenle rahatsızlıkların tedavi süreci de aynı derecede karmaşık.

Hatta yeme bozukluklarından iyileşme hikâyelerini dinlediğimizde ya da okuduğumuzda neredeyse her hastanın kendine özgü bir iyileşme yolu izlediğini fark ediyoruz. Elbette, hastanede görülen tedavi, güvenilir bir terapistin ve beslenme uzmanının desteği, ailenin, arkadaşların arasında hissedilen güven her hastanın ihtiyaç duyduğu şeyler arasında, ama kişinin iyileşmeye “kendi kararıyla” başlaması verilecek mücadelenin kazananını belirliyor.

Yeme bozuklukları kaybetmenize neden olur. Kaçırırsınız. Hayatı kaçırırsınız. Kim olduğunuzu unutursunuz. İşte, iyileşme, yeme bozukluğunun örttüğü ya da derinlere ittiği benliğimizi, kaybolan parçalarımızı yeniden bulmaktır.

İyileşme patikasında doğru yönlere dönmemizi sağlayacak işaretlerden bazılarını yukarıda saydık. Ama bir şey daha var. Bu yazının da konusu olan: Yoga. Doktor Maria Sorbara Mora, yoganın yeme bozukluğu yaşayan insanları “kaybolan” ya da “unutulan” zayıf benlik duygusundan daha manevi, daha ilahi bir benlik duygusuna taşıyarak yardımcı olduğunu düşünüyor.

Diğer bir ifadeyle, yoga, yeme bozukluklarının benliğimizde yarattığı tahribatı gidermenin, bedenimizle zayıflayan, hatta kopan bağı yeniden kurmanın bir yolu olabilir. Hayatımızın dengesini yeniden kurmak için izleyeceğimiz kadim bir patika.

Günümüzde hemen her rahatsızlık için ya da kaygı, depresyon, endişe gibi olumsuz duyguların kökenine inmek için yoga önerilir oldu ve belki de bu yüzden “Yine mi yoga?” diye düşünmeden edemiyoruz. O zaman gelin, Carrie Arnold’ın Decoding Anorexia adlı müthiş kitabında yer verdiği bir araştırmanın sonuçlarına bakalım.

2010’da, Seattle Çocuk Hastanesi’ndeki bazı doktorlar yoganın yeme bozuklukları üzerindeki etkisini anlamak için yeme bozukluğu teşhisi koyulan 54 genci bir araya getiriyorlar. 12 hafta boyunca (dahiliye uzmanı, beslenme uzmanı ve terapist tedavisine ek olarak) yapılan yoga çalışmasından sonra grubun olumsuz beden algısı ve yiyeceklere olan saplantılı düşüncelerinde yoga çalışmasına katılmayanlara göre önemli bir düşüş gözleniyor.

Araştırmayı yöneten klinik psikolog Tiffany Rain Carei’ye göre, gençler bedenlerinden ve benlik algılarından o denli kopuktular ki iki ayakları üzerinde doğru düzgün duramıyorlardı. “Mutlaka bir tarafa doğru dengelerini kaybediyorlardı,” diyor Carei. “Ama yoga bu gençlere bedenleriyle olumlu bir ilişki kurmaları için yol gösterdi. Tedavinin sonunda bedenlerini merkezde tutmayı başarır oldular. Öncesinde hayatları ciddi anlamda raydan çıkmıştı ama yoga hayatlarını yeniden rayına koymaları için gençlere yardım etti.

Yoga gibi köklü bir öğreti söz konusu olduğunda ister istemez yazımızı sınırlamak zorunda kalıyoruz. Eminim, yoganın yeme bozukluklarıyla mücadelede birçok açıdan faydası vardır ama bu yazıda gelin Patanjali’nin Yoga Sutra’sındaki “Hükümdarların Yolu” olarak çevirebileceğimiz Raja Yoga’nın 8 basamağının başlangıcı olan Yamalardan, yani ahlaksal kurallardan bahsedelim. Daha doğrusu bu Yamaların birincisi olan şiddete başvurmama yasasından (ahimsa) çünkü bunun yeme bozukluğuyla mücadele eden bizlere özellikle yardımcı olacağına inanıyorum.

Öncelikle, Patanjali kimdir? Hintli bilge Patanjali’nin Yoga Sutra’larını yazdığına inanılıyor. Hristiyan Çağı denilen dönemde (milattan sonra) dördüncü ya da beşinci yüzyılda yaşadığı tahmin edilse de hakkında hemen hiç bilgimiz yok. Yeryüzüne yogayı öğretmek ve yoga bilgisini yaymak amacıyla geldiği söyleniyor.

Patanjali’nin kim olduğu bir yana, asıl önemli olan bıraktığı miras. Çünkü öğretileri yoga felsefesinin temelini oluşturuyor.
Deborah Adele, The Yamas and Nihamas adlı kitabında Yoga Sutra’larından Yamaları mücevhere benzettiğini söyler. Bunları, iyi ve şen bir hayatın yollarını döşeyen değerli bilgelik taşları olarak görür.

Yamaların ilk incisi de ahimsa, yani şiddete başvurmama yasası. Adele’ye göre, bedenin, zihnin ve ruhun sağlıklı ve zinde olması güçlü bir kaynaktır, yani hayatta dengemizi bulduğumuzda, karşılaştığımız zorlukların üstesinden daha kolay bir şekilde gelebiliriz. Dengede olmak demek şiddete başvurmamak demektir. Benliğimizle olan bağın kopmasında ve hayatımızın dengesini kaybetmesinde en büyük nedenlerden biri ise güçsüz hissetmektir. Güçsüz hissettiğimizde bu durum kendini öfke, kızgınlık olarak dışarı vurur ya da depresyon ve kurban psikolojisiyle içimize çekilmemize neden olur.

Güçsüzlükten ne kast ediyoruz? Adele, güçsüzlüğü hiçbir seçeneğimizin, çıkış yolumuzun kalmadığına inanmak olarak tanımlıyor. “Her ihtimali tüketmişizdir ve karşılaştığımız güçlüklerle baş etmek elimizden gelmez. En azından güçsüzlük hissi bizi buna inandırır. Böyle zamanlarda, kafese kıstırılmış bir hayvan gibi hissederiz,” der Adele. Tuzağa düşmeye hazırızdır. İster öfke ve kızgınlık, ister içe çekilip pes etme şeklinde kendini göstersin, güçsüzlük anlarında zihnimiz adeta kapılarını kapar ve kendimizi kapkaranlık bir tünel boyunca son sürat giden bir trende buluruz. Bu tünelin endişe, kaygı ve umutsuzluğu temsil ettiğini düşünebiliriz elbette.

Ahimsa öğretisi ise bu güçsüzlük duygusunu sorgulamamızı ister. Güçsüz hissettiğimizde aslında ne kadar fazla seçeneğimiz olduğunu unuturuz. Harekete geçme gücümüz vardır ve kendimize anlattığımız “elimden bir şey gelmez” hikâyesini yeniden yazabiliriz.

Bu durumla yüzleşmek ve başa çıkmak için tam da şu anda ne yapmam gerekiyor?” Doğru soru bu olabilir mi?

Yüklendiğimiz boğucu taleplerin ve beklentilerin doğrudan yaşam sevincimizden çaldığını unutmamak gerek belki. Kendimize inanmadığımızda, öz saygımızdan şüphe duyduğumuzda ve mükemmel olmak adına kendimizi acımasızca eleştirip olmayacak hedefler belirlediğimizde aslında kendimizden başkasına kötülük yapmış olmuyoruz. Geçmişte yaşadıklarımız ya da geleceğe yönelik omuzlarımızda taşıdığımız yükler şu anki bizi sömürüyorlar.

Demek ki, şiddete başvurmamaya önce kendimizden başlamak gerekiyor. İşte, yeme bozuklukları özelinde bunun çok ama çok mühim olduğunu düşünüyorum. Doktor Mora’nın da vurguladığı gibi, iyileşme mücadelesi veren bizlerin, ahimsanın bedenlerimizle daha nazik bir ilişki kurma biçimi olduğunu anlamamız gerekiyor. İyileşme süreci ile ahimsanın buluşması, bedenimize zarar vermemek, işkence etmemek ve yeme bozukluklarının açtığı yaraları sarmak anlamına geliyor. Beden algısıyla sorunları olan kişilerde ise ahimsanın uygulanması bedenimize yönelik olumsuz konuşmalardan, yargılayıcı sözlerden kaçınmak demek.

Bonus:
Jeni Schaefer’in yeme bozukluğuyla mücadelesi sırasında yazdığı “It’s okay to be happy” adlı şarkıyı ben çok sevdim. Dinledim, dinledim, sonra tuttum sözlerini Türkçeye çevirdim. Diyor ki Schaefer:
Biraz güven dedim / Biraz inanca dayandım / Bu ikisi kavuşunca / Buldum ancak kendi yerimi / O yerde mutlu ol, mutlu ol yeter
Dinlemek isteyenler buyursun:
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2019/10/21/mutlu-ol-yeter/

Kaynak:
https://www.yukselencag.com/Blog/gandhi-siddetsizlik-yasasi-ahimsa
https://www.yogapedia.com/definition/5149/patanjali
https://www.recoverywarriors.com/yoga-eating-disorder-treatment/
Deborah Adele, The Yamas & Niyamas: Exploring Yoga’s Ethical Practice
Carrie Arnold, Decoding Anorexia: How Breakthroughs in Science Offer Hope for Eating Disorders

İlginizi çekebilir: Yeme bozuklukları ve duygularımız arasındaki ilişki: Duygusal dengenizi bulmaya yardımcı olacak bir kriya pratiği

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale