X

Yeme bozuklukları ve genler 2: Daha etkili tedavi yöntemleri geliştirilebilir mi?

Bundan bir önceki yazımı anoreksiya nervozanın metabolizmayla ilişkisini araştıran ve yeme bozukluklarının altında genetik faktörlerin yatıyor olabileceğine dair sonuçlar elde eden bilimsel bir çalışma üzerine yazmıştım. Bilim insanları, GENOM analizi kullanarak yaklaşık 17,000 kişiden oluşan iki grubun DNA’sını karşılaştırdığında anoreksiya nervoza hastası olan insanların genleri ile anoreksiya nervoza geçmişi olmayan insanların genleri arasında sekiz önemli fark saptıyor, dahası bu farklı genlerin diğer bazı psikolojik rahatsızlıklarla ortaklığını fark ediyorlar.

Araştırmanın bulguları, şimdiye kadar genellikle salt psikolojik rahatsızlıklar olarak yaklaşılan ve çevresel etmenlerin belirleyici olduğu düşünülen yeme bozukluklarının altında bu hastalıklara yatkın genlerin olabileceğini, bu genlerin de çevresel etmenlerle etkileşime girerek tetiklendiğini öne sürmesi açısından önemli. Böyle bir bakış açısı mevcut tedavi şekillerinin değiştirilmesini, en azından önceliklerinin yeniden belirlenmesini sağlayabilir.

Bu hafta Carrie Arnold’ın yazmış olduğu Decoding Anorexia adlı kitabı üzerinden giderek aynı konuya devam edeceğim. Bahsettiğim bilimsel çalışmayı okuduktan belki birkaç gün sonra şans eseri Arnold’ın kitabını keşfettim ve kendisinin de bu konuyu kişisel deneyimlerine dayanarak incelediğini gördüm. Senelerce mücadele ettiği anoreksiya nervozadan bu hastalığa yatkın genlerle doğmuş olduğuna inandığını, birkaç kilo vermek amacıyla başladığı diyetin ve diğer bazı çevresel/psikolojik koşulların bu genleri tetiklediğini söylüyordu. Senelerce terapilere gitmesine rağmen ne zaman ki sağlıklı bir beden için kilo almaya başlamış, işte ancak o zaman asıl iyileşme aşamasına adım atmış. Arnold, psikolojik desteğin, karakter yapısının ve toplumsal etmenlerin rolünü asla yadsımıyor ama anoreksiya nervozanın dayattığı kurallar kitabını yani sağlıksız davranışlar döngüsünü ancak sağlıklı kiloya erişip mantıklı kararlar alma ve makul düşünebilme yetisini yeniden kazandığında geride bıraktığını ifade ediyor.

Arnold, Dr. Milstein’la tanışmadan önce yedi sene farklı terapistlerden yardım alıyor. Terapilerin hastalığını tanımasına ve kabullenmesine katkısı oluyor ama kimse çıkıp biyolojiden ya da genetikten bahsetmemişti. Kimse çıkıp beni ve ailemi tutsak edildiğimiz utanç zincirinden çekip almaya çalışmamıştı diye de hayıflanmadan edemiyor. Bu zinciri kıransa Dr. Milstein olmuş. Arnold’a göre, Dr. Milstein farklıydı çünkü “neden” sorusuna takılıp kalmamıştı. Yazarın ağzından dinleyelim:

[Dr. Milstein]’ Hayır öyle olmaz,’ dedi. Senin yemen lazım, düzenli yemen lazım. Terapilerimiz başta yemek yemenin önündeki engelleri aşmak için ne yapmamız gerektiğini konuşmakla geçti ve ailemin yanına dönüp yemek planlarımı annemin üstlenmesine, yemeklerimi onun hazırlamasına izin vermek de kararlarımız arasındaydı. Diyaloğumuz farklı konulara yöneldikçe çocukluk, beden algısı ve zehirli bir toplumda iyileşmenin zorluklarını konuşur olduk.

Arnold, bir taraftan yeme düzenini normalleştirip sağlıklı kiloya ulaşırken bir taraftan da anoreksiya nervozanın metabolizmayla olan ilişkisini incelemeye başlıyor. “Beynimin nöral bağlarının farklı şekilde birleştiğini öğrenmiştim,” diyor. “HT2A serotonin alıcısı gibi soyut şeylerdeki ufak genetik farklılıklar yüzünden doğumumda anoreksiyaya yatkın olarak koşullanmıştım. Üniversitenin ilk yılında birkaç kilo vermeye niyetlenişim bu nörolojik kimyasal bağları tetikleyen bir dizi olay meydana getirmiş ve sonunda masumane girişimim koca bir kartopu olup üzerime düşmüştü.

Arnold, “insan anoreksik olarak doğmaz,” diyerek herhangi bir yanlış anlaşılmayı engelliyor. Yani, anoreksiya gibi yeme bozuklukları kaderimiz değil. Daha çok, “Ergenlikle ve hayat stresinin artmasıyla gelen değişimler, yetersiz beslenme, şiddete maruz kalma hatta çeşitli hastalıklar bir araya gelerek kişinin anoreksiyaya olan genetik yatkınlığını tetikler,” diye açıklıyor.
O halde, her ne kadar hastalığın gelişiminde genetik kodlar belirleyici olsa da çevresel ve psikolojik faktörleri göz ardı edemeyiz.

Yani, yeme bozuklukları ne %100 biyolojik temellidir ne de %100 toplumsal koşulların ve kişilik özelliklerinin sonucu doğar.
Bu durum bize özellikle anoreksiya nervozanın tedavi yöntemleri hakkında da önemli şeyler söyleyemez mi? Tedaviyi “bilinçaltını kazmakla”, “çocukluk travmalarını konuşmakla” ve terapilerle sınırlandırmak yerine bunları bozuk beslenme alışkanlıklarını düzeltme ve kilo alımına hız vermeyle eş zamanlı yürütmek gerekiyordur belki? Hatta vücut kütle endeksi tehlikeli olacak şekilde alt sınırlarda seyreden anoreksiya hastalarında önce kilo alımını sağlamak ve beyin sağlıklı bilişsel işlevlerini yerine getirebileceği konuma ulaştıktan sonra takıntılı düşüncelerle, korkularla ve endişelerle yüzleşmek gerekiyordur?

Arnold, kitabında pek çok bilimsel araştırmayı rakamsal sonuçlarıyla birlikte paylaşıyor. Yazımda bütün bu detaylara yer vermeme imkân yok fakat anoreksiya hastalarında gıdasızlığın beyin fonksiyonlarını etkilediğini bilmek önemli. Psikiyatrist Alexander Sackeyfio’ya göre açlık insanın sadece düşünüş şeklini değiştirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin fiziksel yapısını da değiştirir. Korteks dediğimiz ve bilinç halinden, hatırlama ve algılamadan sorumlu beynin gri, kıvrık dış tabakası küçülür. “Yeme bozukluğu olan pek çok insan bu gerçeğe karşı çıkar, açken daha net olarak düşündüklerini söylerler. Hâlbuki açlığın bilişsel yetenekleri etkilemesi yüzünden karar verme ve kavramları bir araya getirme süreçlerinde güçlükler yaşanır,” diyor.

İşte, hastalığın tedavisinde terapilere odaklanmak pahasına fiziksel iyileşmeyi yani beslenmeyi arka plana itmek belki de hasta mantıklı düşünemediği, anosognozi yüzünden hastalığını yadsımaya meyilli olduğu için yeterince etkili olmuyordur. Ayrıca hastaların sürekli “aç olmadıklarını” iddia etmesinin altında da benzer bir durum yatıyor. Arnold’dan öğrendiğimiz kadarıyla, “Açlık ve tokluk hormonları olan leptin ve girelinin anormal düzeylerde seyretmesi nedeniyle beden açlık sinyallerini alamaz. Benzer şekilde insula da yiyeceklerin lezzetli görünmesini sağlayarak açlık sinyallerine tepki vermez.

Arnold kitabında tekrar tekrar bedende oluşan gıdasızlığın giderilmesini anoreksiya nervozada iyileşmenin ilk adımı olarak gördüğünü vurguluyor. The Center for Eating Disorder adlı kuruluşun kendisine yönelttiği “hastalığın genetik faktörlerle ilişkisini öğrenmen iyileşmene nasıl yardımcı oldu?” sorusuna bakın nasıl cevap veriyor: “Benim için sağlıklı olan kiloya eriştikten sonra daha mantıklı düşünmeye ve davranışlarımın farkına varmaya başladım. Çalışmalar da iyileşmeyi sağlayan en önemli aşamanın metabolizmanın ihtiyacı olan kiloya erişmek ve bunu sürdürmek olduğunu gösteriyor. Kendi adıma konuşacak olursam, doktorlarımın ve ailemin desteğiyle (çoğu zamanda zorlamasıyla) yemek yemeye başladığımda bu hastalıktan iyileşmenin imkânsız olmadığını hissettim.

Röportajda dikkatimi çeken bir diğer soru da genlere ve metabolizma özelliklerine odaklanan bilimsel araştırmaların sadece anoreksiya nervoza rahatsızlığıyla sınırlı kalıp kalmadığıydı. Öyle ya, bulimiya nervoza, tanımlamayan yeme bozuklukları ve tıkanırcasına yeme bozukluğu gibi farklı türde rahatsızlıklarla mücadele eden sayısız insan var. Yeni bulgular onlar için ne anlama geliyor? Arnold, kısıtlayıcı tipteki anoreksiya nervoza hastası olduğu için kitabında özellikle bu türü ele almış. Fakat bütün yeme bozukluklarının gerisinde bu rahatsızlıklara yatkın bir biyolojik yapının bulunması ve bu yatkınlığın diyetler ya da aşırı egzersizle oluşan enerji dengesizliği ve diğer bazı çevresel/psikolojik faktörlerle tetiklendiğinin bilinmesinin hem hastaya hem de yakınlarına tedavi sürecinde büyük motivasyon sağlayacağını düşünüyor.

Öte yandan, bilimsel çalışmaların şimdiye kadar daha çok anoreksiya nervoza üzerinde yoğunlaştığı bir gerçek. Geçen yazımda bahsettiğim çalışma ekibinden Dr. Cynthia M. Bulik, bu durumla ilgili olarak, sinirbilimciler ve farmakogenetik uzmanlarıyla bir araya gelerek başka 100,000 örnek üzerinde çalışmayı ve bulimiya nervoza, tıkanırcasına yeme bozukluğu gibi türler üzerinde de araştırmalar yapmayı planladıklarını ifade ediyor.

Yazıma, Arnold’ın şu sözleriyle son vermek istiyorum. Yeme bozukluklarıyla mücadelenin ve iyileşmenin neden değerli olduğunu hatırlamamızı sağlıyor:

İyileştiğimden beri her şeyden korkmamayı öğrendim. Korkularım halen var ve bu son derece doğal. Ama çoğu zaman rahatım, kaygılarımla baş edebiliyorum. Kahkaha atabiliyorum. Kendim olabiliyorum.

Kaynaklar:
Carrie Arnold, Decoding Anorexia: How Breakthroughs in Science Offer Hope for Eating Disorders
The Center for Eating Disorder, Hope Through Science: Carrie Arnold talks about decoding eating disorder recovery
Carrie Arnold’un blogu: http://ed-bites.blogspot.com/
Carrie Arnold’un Mosaic’teki yazıları
Anoreksiya ile ilgili bilinmesi gereken her şey (Acıbadem Hastanesi)
LSE Paper on Anorexia, Body Image and Peer Effects
Anoreksiya nervozanın temelinde genler mi yatıyor

İlginizi çekebilir: Yeme bozuklukları ve genler 1: Yeme bozukluklarını genlerimiz tetikliyor olabilir mi?

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale