Yeme bozuklukları ve genler 1: Yeme bozukluklarını genlerimiz tetikliyor olabilir mi?
Yeme bozuklukları ölüm oranı son derece yüksek psikolojik rahatsızlıklardır. Biliyorum hoş bir giriş olmadı. Ama sadece şunları hatırlamak bile konuyu neden bu kadar tatsız bir ciddiyetle ele alma ihtiyacı duyduğumu haklı çıkarır sanırım:
- Yeme bozuklukları gittikçe daha fazla sayıda insanı etkiliyor ve sağlıklı beslenme takıntısı gibi yeni türlere evriliyor.
- İngiliz gazetesi Guardian’da yer alan bir habere göre, yeme bozuklukları 9-12 yaş arasındaki çocuklarda son 10 yıla göre iki kat daha fazla görülüyor.
- Özellikle kısıtlayıcı tipteki anoreksiya nervoza “manken gibi incecik” olmayı özendiren bir dünyada yüceleştiriliyor ve mükemmel anoreksiya hastası (!) olmak için öneriler veren “pro-ana” hesapları açılıyor.
- Bu rahatsızlıkların tedavisinde istenen başarı elde edilemiyor, hastalığın nüksetme oranları ise bir hayli yüksek.
- Ve yeme bozuklukları sanılanın aksine cinsiyet, yaş, ırk, sosyal-ekonomik koşullar ayırt etmeden toplumun her kesiminden insanı etkiliyor.
Bu maddeleri artırabilirim ama şimdilik burada kalalım ve bilim insanlarının yürüttüğü son çalışmadan bahsedelim. Bu çalışma önemli çünkü yukarıda bahsettiğimiz gibi ölüm oranı bu denli yüksek, tedavisi de bir o kadar zor olan yeme bozukluklarına yepyeni bir bakış açısı getiriyor. Hastalığın nedenini psikolojik travmalardan ve mükemmeliyetçilik gibi kişilik özelliklerinden önce genetik faktörlerde arıyor.
“Kontrol mekanizması”, “medyanın etkisi”, “aile ilişkileri”, “endişeli, kaygılı ve mükemmeliyetçi kişilikler” gibi daha çok psikolojik ve çevresel faktörlerin etkisiyle ortaya çıktığı düşünülen yeme bozukluklarının metabolizmayla da ilişkili olabileceği fikri belki de tedavi yöntemlerine yepyeni bir bakış açısı getirecek (böyle olmasını umalım.) Araştırmanın yapılış şeklinden ve sonuçlarından bahsetmeden önce bir noktayı vurgulamak istiyorum: Yeme bozukluklarının genetik temeli olsa da çevresel faktörleri ve karakter yapısını halen göz önünde tutmak zorundayız. Diğer bir deyişle, genetik özellikler ile çevresel etmenler arasında etkileşim olduğunu unutmamalıyız.
Medical News Today’de yer alan yazıda, araştırmayı 100 kişilik uluslararası bir ekibin yönettiği ve anoreksiya nervoza teşhisli 16,992 kişi ile anoreksiya nervoza hastalığı olmayan 55,525 kişinin DNA’sının incelendiği belirtiliyor. Araştırma sonunda, anoreksiya nervozayla ilişkilendirilen sekiz gen bulunuyor ve bunlar detaylı şekilde Nature Genetics’te rapor olarak yayımlanıyor.
Veriler üzerinde insan DNA’sındaki farklıkları hızlı bir şekilde ortaya çıkardığı bilinen ve diyabet, astım, kanser gibi hastalıkların dışında psikolojik rahatsızlar için de kullanılan genom haritalama ve analizi yöntemi uygulanıyor. Ekip, karşılaştırma sonucunda anoreksiya hastalarının DNA’ları ile bu rahatsızlığı yaşamayan kişilerin DNA’ları arasında sekiz “önemli” fark tanımlıyor.
Söz konusu sekiz genetik işaret, yoğun fiziksel aktivite ve düşük vücut kütle endeksi gibi metabolizmaya ait özelliklerle ilgili olduğu kadar bazı psikolojik rahatsızlıklara risk oluşturduğu bilinen genetik faktörlere olan benzerliğiyle de dikkat çekiyor. Buna göre, obsesif kompulsif bozukluk (OCD) ile depresyon ve kaygı bozukluğu gibi rahatsızlıklarla ilişkili genetik faktörler anoreksiya nervoza hastalarında da görülebiliyor.
North Carolina Üniversitesi’nin yeme bozuklukları departmanı profesörlerinden Cynthia M. Bulik, “Şimdiye kadar,” diyor, “anoreksiya nervozaya olan bakış açımız hastaların karşı koyamadığı ‘zayıflama dürtüsü’ gibi psikolojik faktörlerle sınırlı kalmıştı. Fakat metabolizmanın da etkili olabileceğini gösteren yeni bulgular, birçok anoreksiya hastasının düzenli ve yeterli beslenme aşamasından sonra sağlıklı kilolarına ulaşmasına rağmen neden hastalığa yeniden yenik düştüğünü anlamamıza da yardımcı olabilir.”
Araştırmacıların anoreksiya nervozaya neden olan faktörler arasında genlerin de etkili olduğu sonucuna ulaştıkları ortada. Öte yandan, çalışma henüz çok yeni ve sorumlu genleri saptayabilmiş değiller. Ayrıca, biyolojik yatkınlığın büyük bir rolü olup olmadığını ve çevresel etkilerle nasıl tetiklendiğini anlamak için çalışmanın derinleştirilmesi gerekiyor. Bu amaçla, ekip, sinirbilimciler ve farmakogenetik uzmanlarıyla bir araya gelerek 100,000 örnek üzerinde çalışmayı planlıyor. Böylece, hastalığın biyolojik temelini oluşturan genetik bağlantıları saptayıp etkili tedavi yöntemleri geliştirebileceklerini düşünüyorlar. Ekip, araştırmayı bulimiya nervoza, tıkanırcasına yeme bozukluğu gibi türler üzerinde de gerçekleştirmeyi amaçladıklarını belirtiyor.
Yeme bozukluğu yaşayan pek çok insan gibi ben de bu gelişmeden umutlandım ama cidden önemli mi bu buldukları diye sormadan da edemedim. Ve evet. Aslında önemli. Anoreksiya nervoza gibi yeme bozuklukları psikolojik rahatsızlıklar olduğundan bunların tedavisinin de öncelikle davranışsal terapi, maruz bırakma terapisi gibi yöntemlere bağlı olduğu düşünülüyor. Terapilerin ve psikolojik desteğin rolü asla yadsınamaz ve olmazsa olmazlardan biri ama en azından artık daha fazlasının gerektiğini de biliyoruz. Tedavi planlamasında öncelikleri değiştirmek gerekebileceğini de. Belki sayısız yaşamı kurtaracak, bu rahatsızlıkların kıskacında hapsolmuş insanları çekip çıkaracak yeni yollar bulunacak.
Araştırmalarla birlikte yeme bozukluklarına yönelik farkındalığı artırma çabaları devam ettikçe umut hep yeşerecek diyelim mi o halde? Gelin bir şey daha dileyelim: İngiltere gibi ülkelerde bilim insanları yeme bozukluklarının yaydığı tehlikeyi fark ettikçe bu konudaki araştırmalara daha fazla ağırlık verir oldu – umalım ki aynı farkındalık ülkemizde de oluşmaya başlasın ve yeme bozukluklarıyla mücadele edenlerimizin destek için uzattığı eller dokunacak başka elleri bulsun!
(Bu araştırmadan haberdar olduğum günlerde Carrie Arnold’ın Decoding Anorexia adlı kitabını okumaya başlamıştım. Arnold’ın kitabını okumasaydım belki araştırmanın bulguları beni bu kadar etkilemezdi. Bir sonraki yazımda da Arnold’ın kitabı üzerinden aynı konuyu ele almaya devam edeceğim. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim: Arnold, anoreksiya nervoza hakkındaki yerleşik düşünceleri hallaç pamuğu gibi ters yüz eden kitabında bu rahatsızlığın genetik temelini inceliyor ve yedi senelik terapilere rağmen kurtulamadığı anoreksiyadan bambaşka bir bakış açısı benimseyerek nasıl kurtulduğunu, sonunda “güneş ışığıyla gözlerinin kamaştığı güne” nasıl geldiğini anlatıyor. Bu sırada da birçok bilimsel bilgiyi paylaşıyor.)
Kaynaklar:
Medical News Today
Anorexia linked metabolism (CNN)
Nature Genetics
Genetic and behavioral factors increase risk of anorexia
İlginizi çekebilir: Yeme bozuklukları ve yoga: Ahimsa ilkesi, yeme bozukluklarıyla mücadelede yardımcı olabilir