Küçük bir tohumdum ben. Toprağın altında, diğer köklerin arasında kendine küçük bir kuytu bulmuş, onun ısısı ve uğultulu masallarına kulak vererek için için büyüyen.
Masallarım, diğerlerinin dış dünyada yaşadıklarıydı hep. Sakin ve belki de biraz hüzünlü bir dille anlatılan. Yaşanmışlığın verdiği yoğunlukla ışıktan bir nakış gibi kalbime, hücrelerime işleyen.
Onların nakışlarıyla nefes almayı öğrendim ben, onların yoğunlukları ile ağırlığımı fark ettim…
İçime aldığım her nefes beni genişletti, biraz daha ve biraz daha. Masallarla ve nefesle yoğruldum durdum.
Bir gün üşüdüm. Alıştığımdan daha ıslaktım. Korktum.
Çok korktum, yaşadığım duygunun korku olduğunu bilmeden.
Masalları duyamaz oldum, masallardan çok genişlemiş bedenimin titreyişini duydum, bilmediğim bu hissin beni sarmalamasını duydum. Uzaklaşan masallara uzadı kulağım, onların silikleşmesi ile daha da korktum ve peşlerinden bedenimden dışarı uzadım.
Seslerin peşinden, onları bulmak ümidiyle…
Üzerimdeki toprağı ite ite yürüdüm yer altından yer yüzüne.
Sesler değişti, masalları anlatan seslerin sihri silindi yavaş yavaş, her biri keskin iğneler gibi bedenime değdi. Batmadı ama kendini gösterdi.
Sanki binlerce göz yuvalarından çıkıp etrafıma toplanıp beni izledi.
Çıkıyordum, alışık olduğumun peşinden, alışık olduğumu bulma umuduyla…
Biraz erkendi. İnce bedenim ne anlatılan rüzgarlara ne de direkt üzerime yağan yağmurlara hazır değildi.
Masalları hatırlamaya çalıştım, sadece biraz sakinleşmek ve yalnızlığımı yatıştırmak için…
Doygun ve olgun gelen masallar şu anda çığlık çığlığa bir korku ile kulaklarıma ve bedenime dolandı.
Yalnızlık içinde yürümenin anlatılandan farkına nail oldum. Diğerlerinin bu duygudan çıkışlarına kulak verdim. Katılaşıp içime döndüm.
Böyle böyle, alıştığımı bulmak için çıktığım yolda, alıştığımı içimde tekrarlaya tekrarlaya yürüdüm. Belki de büyüdüm. Belki hiçbir yere yürümedim, olduğum yerde bekledim durdum.
İçimde tekrarlaya tekrarlaya…
Biz hep beraberdik. Birilerinin çocuğuydum ben. Birilerinin parçası.
Şimdi içimde tekrarlayan masallarla yalnız başımayım.
Başımı kaldırıp gömdüğüm karnımdan etrafa bakacak cesareti arıyorum.
Eğer bakarsam, geldiğim yerin masallarını unutmaktan korkuyorum.
Çünkü aidiyetimin tek nişanı aklımda, bedenimde tekrar eden o masallar.
Acıları, yoğunlukları, ısıları, tanıdıklıklarıyla.
Bildiğimi değil, bilmediğimi aramaya cesaret etmeyi bekliyorum.
Beni oluşturanlarla vedalaşmayı…
Çünkü yuvam, kime nasıl gelirse gelsin, nasıl duyulursa duyulsun, ne kadar zor ve yorucu olursa olsun “benim yuvamdı.”
Ait olduğumu bildiğim tek yerdi.
Şimdi, gözlerimi kör eden güneşe bakıyorum. Karanlıkta yürümeye alışmış bakışlarımı dağlıyor. Korkuyorum. Ve belki de yavaş yavaş unutuyorum.
Bir çocuk olduğumu, annemin kucağını, sarmalayan toprağı ve tüm masalları.
İçimdeki yarım kalmışlık ve hasret, yeni ışığı coşkuyla karşılamama engel olsa da yürüyorum yukarı doğru, kendi içimden dışarı doğru. Uzadıkça hafifliyor hüznüm. Biliyorum ki, uzadıkça kuruyacak yaralarım, yenilenecek bedenim.
Hayatta olduğumu fark edip gülümsüyorum.
Ve biliyorum ki nasıl olmuş olursa olsun, olan beni hayatta tutmaya yetti.
Kopuşumun, arayışımın yasını teşekküre çevirip bir yaprak açıyorum şimdi bedenimden.
Diğer arayanlara gölge olsun, ilk yağmurlarda bedenleri çürümesin…
Büyümenin sancısını taşımaya gücü olsun…
İlginizi çekebilir: Kendi toprağımızın ağası iken başka bir toprağın işçisi haline geldik