“Hayat uğraşı insana sağlamlık verir, insan yaşlandıkça fırtınaların dövdüğü eski kayaların yalçın görüntüsüne benzer.”
Andre Maurois
Yaşlanmak. Çağımızın korkulu rüyası. İlk aklımıza gelenleri şöyle bir sıralayalım: Kemik erimesi, vücudun daha hızlı yorulması, başımızın artık o kalabalıkları kaldırmaması, sonra her zaman bir çırpıda çıkıverdiğimiz merdivenleri soluk soluğa ancak çıkabilmek, gençlerin gittiği mekanlara gittiğimizde garipsenmek, “Bu iş için biraz yaşlı değil misiniz?” sözünü duymak belki de, yeni bir üniversite bitirmek istediğimizde “Yaşınız geçmedi mi?” yorumunu almak… Evet, yaşlanmak bugünkü konumuz. Yaşlanmayı daha farklı ifade etmek istiyorum bu yazımda.
Yaşlanmak yazmayacağım bu yüzden, yaş almak, bir yaşı daha hak etmek, bir yaşa daha vakıf olmak, bir yaşın daha güzelliğine varmak olarak anlatmak istiyorum. Hani bekletilmiş şaraplar gibi uzun uzun damıtma işlemine maruz kalmış, damıtıldıkça saflaşmış içkiler gibi… Yaş aldıkça olgunlaşmak, damıtılmak diye ifade edeceğim bu önemli süreci…
Peki neden gözümüz bu kadar korkuyor yaş almaktan? Bu konuda birçok farklı etken sayabiliriz fakat en basit sebep bizlere öğretilenler. Çünkü insan yaşlandıkça bir şey yapamaz hale gelir, çünkü insan yaşlandıkça yalnız kalır, çünkü insan yaşlandıkça daha fazla hastalanır. Peki para ile satın alamadığımız yılların tecrübesi nedir? Peki dünya üzerinde herhangi bir değer birimi ile değer biçemeyeceğimiz bir ömür ne ile ölçülebilir? Peki örneğin bir insan yetiştirmenin ve hayata böyle paha biçilemez bir değer katmanın ölçeği nedir?
Bu hafta okuma fırsatı bulduğum diğer bir eserden bahsetmek istiyorum. Cicero Yaşlılık Üzerine isimli eserinde (altmış iki yaşındayken bu eseri yazdığı kabul edilmektedir) yaşlanmak ve yaş almak üzerine aslında benzer duygularını aktarmaktadır:
“(…) Bilmem ama, bana öyle geliyor ki, genellikle, bir insan her şeyden hevesini aldı mı, yaşamdan da aldı demektir. Çocukların kendilerine göre hevesleri vardır; gençler onların eksikliğini duyar mı? Yeni yetişmeye başlayanların da hevesleri vardır, orta yaş denilen çağda onlar artık aranır mı? Bu çağın da hevesleri vardır ve bunları yaşlılar aramaz. Yaşlılıktaki hevesler, en son heveslerdir. Öncekiler gibi onlar da gelir geçer ve o zaman yaşama doymuş olmak, ölüm zamanının geldiğini gösterir.
(…) Scipio, nasıl oluyor da yaşlılık bana ağır gelmiyor ve üzücü olmamakla kalmayıp tatlı da görünüyor diye Laelius ile hep şaştığınızı söyledin; işte nedenleri; İnsan ruhunun ölümsüz olduğuna inanmakta yanılıyorsam bile, bu tatlı bir yanılma ve ben yaşadıkça hoşuma giden bu yanılmanın elimden çekilip alınmasını istemiyorum. Bazı değersiz filozofların sandığı gibi, öldükten sonra hiçbir şey duymayacaksam bile, ölmüş filozofların yanıldım diye benimle alay etmelerinden de korkum yok. Ölümsüz olmayacaksak da, insanın zamanı gelince göçüp gitmesi gene istenilir bir şeydir. Çünkü, her şeye olduğu gibi, doğa, yaşamaya da bir sınır koymuştur. Yaşlılık yaşamın son perdesidir; bir oyunun bizi uslandırmasından nasıl kaçınıyorsak, yaşlılıktan usanmaktan da kaçınmalıyız, hele yaşama doymuşsak.”
İşte doğum nasıl insan olmaya dair bir akış ise aslında yaşlanmak, yaş almak da aynı doğallığın bir parçasıdır. Bizler yaşlanmaktan korkarız, dünyada bulunma süremizin geriye sayışı olarak görürüz yaşlanmayı… Ya böyle değilse, ya daha farklı bir boyuta geçmek üzere verilmiş hazırlanma sürecinin en önemli parçasıysa, ya bize öğretildiği kadar korkulu değilse… Ya yaş almak olgunlaşmak, doğal olan, doğaya dair olan doğallıkla gelen tüm diğer şeyler gibi güzelse…
İlginizi çekebilir: Zamanın sınırları: Geçmiş, şimdi, gelecek nerede başlar, nerede biter?