Yaşarken ‘fark edemediğimiz’, fark ederek çözüm bulabileceğimiz: Disosiyatif bozukluk
Edgard Dale’in yaşantı konisine göre okuduğumuz ve duyduğumuz, pasif konumda yer aldığımız aksiyonları hatırlama seviyemiz %20’ler civarında, öğrendiğimizi aktardığımız noktada bilgiyi hatırlama şansımızı neredeyse %70 artırabiliyoruz. Hatırlamak kolay bir eylem gibi görülse de bazen çevremde “son bir hafta olup biteni hatırlamıyorum”, “bugün ne yediğimi unuttum”, “izlediğim filmden tek bir sahne bile aklımda değil” yorumlarını duyuyorum. İyi hissettiğiniz ve fiziksel/zihinsel bir bütün içinde esenliğinizin iyi olduğu bir dönemde edindiğimiz bilgiler zihnimizde duruyorken özellikle zihinsel yorgunluk dönemlerinde bu oran daha da düşüyor. Hatta bazen kaçınmak istediğimiz olaylar, tehditler bizi olaylara karşı tepkisiz ilgisiz hatta duymaz hale getirebiliyor. Stanford Üniversitesi’nin araştırması her 4 kişiden 3’ünün özellikle travmatik bir olay sonrası saatler, günler ve hatta haftalar boyunca dissosiye kalabildiğini söylüyor. Bu durumu yaşayıp adını koyamayabiliyor çoğu kişi. Dissosiye olmayı deneyimleyen pek çok kişinin ortak olarak deneyimlediği; vücudun ile zihninin birbirinden ayrı olduğunu hissetmek veya yaşadığın dünyanın aslında içinde değilmiş hissi. Biyolojik olarak da özellikle beynin bilişsel ve hafıza tutmaya yönelik bölümlerinde kimyasal değişimler de yine bu kişilerin gösterdiği diğer belirtiler.
Günümüzde özellikle yoğun tempoların, uğraşların içindeyken farkında olunmadan geçmiş dönemdeki travmatik deneyimlerin veya yeni travmaların etkisine girebiliyoruz. Dışarıdan başkalarının fark ettiği fakat içinde yaşayan insanın farkında olmadığı için destek istemediği bir konu olduğunu düşündüğüm dissosiye olma durumunu yaşayanlar için olayın farkına vardıktan sonra çözüm yolları elbette ki var. Dış dünyaya odaklanmak yerine kendimizi dinleyerek, ayrıca etkili geri bildirimler sonucu fark edebileceğimiz, önemli bir davranış bozukluğuna dönmeden düzelebilecek bu durumun fark etmek çok kritik.
Peki, bunu yaşayan ve muzdarip kişiler için neler yapmak mümkün? Öncelikle durumun tekrar sıklığı, süresi, gündelik hayata etkisi dikkate alınarak terapiste başvurmak en sağlıklı yöntem. Fakat terapiste gitmeden önce denenebilecek bazı yöntemler de mümkün. Günümüzün en yaygın ve bana göre etkili önerisi ana geri gelme, mindfulness pratiklerini hayatın temposu içerisinde süreklilik içinde bir alışkanlığa dönüştürmek. Sadece bu durumdan muzdarip kişiler için değil yavaşlayarak hızlanmaya, daha berrak düşünmeye ve yenilenmeye ihtiyaç duyan herkes bunu deneyimleyebilir. Çevremizi sevdiğimiz insanlarla genişletmek, özellikle güvendiğimiz insanlardan bir yerlere dalıp gittiğimiz anlarda bize geri bildirim vermesini istemek de şahane bir yöntem. Gerçekten keyif veren alışkanlıklara geri dönmek, bıraktığımız güzel şeyleri tekrar hatırlamak, hatırlayamadığımız konular için de üzülmeyi bırakmak, yeni deneyimler edinmek gibi herkese uyabilecek farklı yöntemler de mümkün.
Daha iyisini deneyimlemeye yer açmak için kendimiz üzerinde çalışmanın önemine inanıyorum, benzer durumları yaşayanlar için faydalı olmasını umuyorum.
İlginizi çekebilir: Hepimiz bazen de “mutsuz olma” özgürlüğüne sahibiz