Yas tutma hakkınızın farkında mısınız: Neşe kadar yasa da yer açın
Pandemiyle beraber gerçek anlamda zaman kavramım kayboldu. Yanlış söylemek istemem fakat sanıyorum ki geçtiğimiz aylarda 8 haftalık bir eğitim aldım Filiz Telek ve Berna Poljak’tan. İsmi Ölüm ve Yas Bilgeliği. Ölümden, sevdiklerini kaybetmekten çok korkan bir insan olarak bu gerçekten artık daha fazla kaçmak istemedim ve biraz bakışımı yumuşatmak niyetiyle daldım bu denize. O kadar açık, samimi, anlayışlı, kabulde bir alan tuttular ki, öncelikle bu çalışmayı herkese tavsiye ederim.
Geçenlerde ise Filiz Telek’in yeni çıkan kitabı Kadınlar Şifadır’ı görür görmez satın aldım. Okumaya başladığım gibi de tüm kadın arkadaşlarıma önerdim ve bir kadına alınabilecek en verimli ve değerli hediye olduğunu fark edip bu kitabı hediye etmeye başladım. İçerisinde unuttuğumuz doğaya, kadınlığa, ritüellere, rahim bilgeliğine, neşeye, yasa, güce, erile, dişile dair Filiz’in tecrübeleriyle harmanlanmış kadim bilgiler yer alıyor. Bu kitabı da önermeden geçemeyeceğim. Hatta mutlaka ama mutlaka alın okuyun derim.
Kitapta YAS bölümünü okurken içimde yeniden bir şeyler kıpırdanmaya başladı. Yeniden hatırlamaya başladım ve bu hafta sizinle içimdeki kıpırtıları paylaşmak isterim. Hemen şu soruyu hatırladım: İçimizdeki yası yaşamazsak, bütün olarak yaşıyor olur muyuz ki?
Ve ardından tüm sorular ardı ardına döküldü.
Hayatın hep neşe tarafı, madeni bir paranın sadece tek yüzü gibi değil mi? Hayatı sadece o yüzünden yaşamaya çalışırsak nasıl bütün ve tam hissedebiliriz ki? Biz paranın/hayatın diğer yüzüne bakmadığımızda o kayboluyor mu? Hayır. Sadece yarım yaşamaya çalışıp tam anlamıyla hakkını da vermiyoruz bu canlı, canlılık halimizin sanırsam ki.
Hâlbuki olgunlukla o hüzne, yasa sahip çıkmak, onlara alan açmak, oraları da hissetmeye izin vermek bize soluk olmaz mı? Acıdan kaçmakla neşeden kaçmanın arasında fark var mı? Acıdan kaçan neşeyi saf haliyle, dolu dolu deneyimleyebilir mi? Anlıyorum ki iki taraf birbirleriyle çok örüntülü, çok iç içe. Yasımızı tutabilmek, onu yargısızca ağırlayabilmek, aynı zamanda yaşamın canlılığını da canlı canlı hissetmeye götürmez mi bizi?
Ben, Filiz ve Berna ile öğrendim ki yas tutmak, durmak demek değilmiş. Yas tutmak durmak ve kendine acımak hiç değilmiş. Yas da kendi içinde çok aktif bir halmiş. Mesela o an içinde bulunduğumuz o hale, yasımıza şunu sorabilir miyiz: Yasımı ne şekilde ifade etmeye ihtiyacım var?
Öğrendim ki yas da kendi içerisinde çok yaratıcı ve dönüştürücüymüş; aynı neşe tarafı gibi.
Erişkinlik ise oradan kaçmak, o tarafı görmezden gelmek değilmiş. Kaçtığımız noktada çok büyük bir korku var ve korku hayatı tıkayan en kuvvetli unsur değil mi? Korkunun olduğu yerde hayat akmaz, öylece durur. Fakat o yasa teslim olup onu misafir ettiğimizde hayat da olduğu gibi akmaya devam eder.
Bugüne kadar tutulmamış yaslarımız da kaybolup gitmedi aslında. Bedenimizde bir yerlerde öylece sıkışmış duruyorlar. Bugüne kadar tüm tutulmamış yaslarımızı görmek, onurlandırmak, kalbimizin de rahatlamasına olanak sağlamaz mı?
Ben anladım ki benim tutmadığım, hatta tutmaya HAKKIM olduğunu bile bilmediğim bir sürü tutulmamış yasım birikmiş kalbimde. Ne garip değil mi? Yasımı tutmaya hakkım olduğunu bilmemek, hatta nasıl yas tutulacağını bile bilmemek…
Berna ve Filiz bu konuyu da çok kolaylaştırıyorlar. Kendi adıma ne kadar teşekkür etsem az. Meğer senelerdir boğuştuğum yeme ataklarım da tam da bunların sonucuymuş, yeni yeni anlıyorum. Yas tutmak neşelenmek kadar kıymetli ve bir insan evladı için elzemmiş.
Hayata bir de bu pencereden bakmaya ne dersiniz?
İyi haftalar. Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: İnsan olmak nedir: Nefes aldığımız her an insan olmayı deneyimlemiyor muyuz?