Bu konuda hepimizin farklı korkuları var; “bugün bir ilişkiye başlarken bize ne olacak, yarın ne olacak, gelecekte birlikte olabilecek miyiz, ya kaybedersem ne olur, evlenebilecek miyiz, o da benim istediğim şeyleri istiyor mu, ciddi bir ilişkide olmaya hazır mıyım?” gibi binlerce korku cümlesi… Hepsinin ortak noktası başlıkta da belirttiğimiz “şimdi” den bizleri çok ama çok uzaklara götüren “yarın” endişesidir.
Peki nedendir bu aklımızı karıştırmakta olan “şimdi”sizlik? Bununla aslında sadece ileriyi sorgulamayız, geriye de döneriz ve hatta geridekileri alır “bugüne” uyarlar gelecekte sorular halinde yarına taşırız… “Geçmiş ilişkimdeki gibi mi olacak, yine aldatılacak mıyım, yine mutsuz olacak mıyım, acaba güvenebilir miyim, bu söyledikleri geçmiş ilişkimdeki gibi beni mutsuz edecek mi, acaba daha önce olduğu gibi benim isteklerime karşı mı gelecek”? Ve işte bizler böylece farklı zamanlarda yaşanmakta olan tamamıyla farklı dinamiklere sahip ilişkileri, aşkları, sevgileri “karıştırıp” kocaman bir endişe topu yaratırız; “yarın ne olacak” topumuz ile duvarlara vurdukça, sanki köpüklü suya baloncuk oluşturmak için batırdığımız deliğin arkasından üflediğimiz zaman oluşan küçük hava kabarcıkları gibi binlerce endişe topu etrafa yayılıverir…
Önümüzü göremez oluruz, bazen o kadar çok yarın ne olur diye sorgularız ki bugünü yaşayamayız… Çok yakın bir dönemde kendim için paylaşabileceğim (bir itiraf diyelim) bir örnek verebilirim. Evet, korktum çok korktum, çok sorguladım “sonra ne olur, ben bunu yaparsam ne olur, istediğimiz söylersem ve istediğimi istediğim gibi yaşarsam nasıl olur, bu beni yarın nereye götürür, bana ne kazandırır, bana ne gösterir, yine üzülür müyüm, yine değersiz hisseder miyim, yine aynı durumlara düşer miyim”? O kadar fazla soru vardı ki aklımda, “sadece” bugün yaşayarak görmeye izin vermedim, hala izin veremedim, yani aslında kendim olmaya izin vermemekteyim. Sanki iki kolumdan kendi kendimi zincirlerle bir duvara bağlamışım gibi, evet anahtar hemen yanımda ama alıp da bu zincirleri açacak cesaretim bulunmuyor… Bulunduğum yerden kurtulmadıkça bunca korkum da içimden silinip gitmeyecek…
Ve diğer taraftan kendi kendimize “bugünü” yaşatmadıkça her an sorgulamaktayızdır “ya yaşasaydım ne olurdu, nasıl olurdu, neden demeyece cesaret edemedim, neden şimdiyi unutup yarının düşüncesi ile bugün yapabileceklerimi yapmadım” ve en önemlisi hala zamanımız varken halen bir his ile içimiz kavrulurken neden üzülmekten, güvensizlikten belki de sonunda yine ayrılmaktan korktum? Benim için bu soruların cevabı hala yok, belki bir gün gelecek ve o anahtara uzanıp kollarımı ve kendimi serbest bırakacağım. Sadece bugün “yaşayarak” verebileceğim cevapları bugünden “yarını sorgulayarak” bulmaya çalışmayacağım… Yarının “ne olur, nasıl olurları” ile yaşamaya korktuğum bu aşkı, belki bir gün her ne olursa olsun “kendimce” ve “kendim olarak” (yarını ve kim ne der sorusunu düşünmeden) yaşayabileceğim…
Sevgili Eckhart Tolle, muhteşem eseri Var Olmanın Gücü ile bakın bu durumu nasıl açıklıyor;
“…Hayat, daima şimdidir. Tüm hayatınız sabit olan şimdi’yle gerçekleşir. Geçmiş ve gelecek anlar bile sadece onları hatırladığınızda vardırlar ve siz bunu var olan tek anda, yani şimdiki an’da onları düşünerek veya olmalarını bekleyerek yaparsınız.
Peki, o halde bize neden çok an varmış gibi görünür? Öyle görünür, çünkü şimdiki an’ı olanlarla, yani içerikle karıştırırız. Şimdi’nin alanını o alanda gerçekleşenle, yani içerikle karıştırırız. Şimdiki an’ın içerikle karıştırılması, sadece zaman illüzyonunun değil, ego illüzyonunun da doğmasına neden olur.
…Her şey zamanın buyruğu altındaymış gibi görünür ama tümü de şimdi’de geçer. Bu bir paradokstur. Baktığınız her yerde, çürümüş bir elma, banyodaki aynaya baktığınızda gördüğünüz yüzle otuz yıl önce çekilmiş fotoğraftaki yüzünüz arasındaki fark gibi, zamanın gerçekliğini gösteren sürüyle dolaylı kanıt görebilirsiniz. Ama doğrudan bir kanıt asla bulamazsınız, yani zamanın kendisini doğrudan deneyimleyemezsiniz. Sadece şimdi an’ı, daha doğrusu şimdi an’da olanları yaşarsınız. Doğrudan bir kanıt olmadığına göre de, zaman diye bir şey yoktur ve var olan tek şey şimdi’dir.”
Özellikle ilişkilerimizde “şimdi”yi unuturuz, yarının “nasıl olur”ları ve “bugün aynı şeyi yaşar mıyım” sorunsalı, can-ım şimdiki anın önüne geçiverir. Bu iki kavram yani geçmiş ve gelecek endişesi, öyle güçlüdür ki çoğu ilişkimizde ya bugünü yaşayamayız ya da yaşarız fakat geçmişte veya gelecekte sürekli bulacağımız bir taşı, yani ayağımıza takılacak o taşı düşünerek; güvensizliği, sevgisizliği, ayrılığı, evlilik olasılığını, evlenememek olasılığını, yarın birlikte olup olmayacağımı olasılığını, gelecekte yeterince sevgide kalıp kalamayacağımız olasılığını…
Görmemiz gerekir ki bunların cevabını bugün vermemiz “mümkün değildir” yine de cevap bulabileceğimiz tek an ve yer “şimdi”dir; bu yüzden sadece şimdi sevme şansımız vardır, şimdi öpme şansımız vardır, aşkımızı itiraf etme şansımız vardır, sevdamızı yüreğimize gömme şansımız vardır, deli dolu aşk yaşama şansımız vardır, “ne olursa olsun kim ne derse desin” diyebilme şansımız vardır ve en önemlisi “şimdi”de olma şansımız vardır…
Bu şansı hissetmeye hazır mısınız, bugün, şimdi, şu anda aşk olmaya hazır mısınız?