X

Yargılamadan, cezalandırmadan ve değiştirmeye çalışmadan su gibi olmak

Su hiçbir vakit taştan korkmaz.” Mevlana Celaleddin Rumi

Bu yazımda suya bakacağız, su gibi olmak evet başlıkta da gördük (yine uzun süre, sadece başlığımızın bile yazılması için en az iki gün düşünmemiz gereken bir yazı, bu durumda birçok kavramı sorgulayacağız demektir). Neden “su gibi” olmak? Bir düşünelim en büyüğünden en küçüğüne su güzeldir değil mi? Hayattır su, denize baktığımızda kocaman mavilikleri gördüğümüzde o muhteşem enerjisi hissederiz. Sakindir evet ama olağanüstü bir potansiyel saklamaktadır içerisinde. Moleküllerinin hareketini hissederiz yüzerken… Bir göl kıyısına gittiğimizde evet “sınırları” olduğunu biliriz ama işte ağaçlar, çalılar, yosunlar kısacası hayata dair her şey onun yanı başında olmaya ondan yararlanmaya gelmiştir. O hiç durmadan hayat vermeye ve her ne olursa olsun bu varlıkları beslemeye onlara “su” kaynağı olmaya hazırdır. Ve kısıtlı da olsa sınırları çizilmiş de olsa güzeldir. Tüm ihtişamı ile orada durmaktadır.

“Su hiçbir vakit taştan korkmaz.” Mevlana Celaleddin Rumi

Neden su gibi olmak? Öncelikle kendimize soralım isterim “yargılamak” ve “cezalandırmak” ne ifade eder? Yargılarız evet, bir kişi bize bir şey anlattığında veya bir şey gördüğümüzde kendimizce “yargılarız”, onu küçük görebiliriz, onu kafamızda suçlu bulabiliriz, onu uygunsuz bulabiliriz, onu desteklemeyebiliriz veya sadece olmuş bitmiş diye düşünebiliriz. Bir adım öteye gidelim, bize yalan söylemiş olduğun öğrendik örneğin onu “cezalandırırız” değil mi? Kendi mahkemelerimizde, onun hayatımıza “daha fazla” girebilmesine izin vermeyiz… Kaskatı kesiliriz, onu suçlarız, onu cezalı ilan ederiz, kısacası onun “ceza” kararını buna “yetkili” olabileceğimiz düşüncesiyle bizler veririz…

Ben şimdi sizinle birlikte suya bakalım istiyorum. Bir su birikintisine baktığınızda ne göreceksiniz? Değişmeyen, yorumlanmadan, yargılanmadan ve o değişmene muhteşem “suçunuz” her ne olursa olsun cezalandırılmadan “kendi yansımanızı”… Ne önemlidir bu yansımada? Olduğunuz gibi yansıtır su sizi size, ne yapar bunu gerçekleştirirken? Evet, yargılamaz, evet suçlamaz, evet sizi değiştirmeye çalışmaz ama kendi yansımanızı görmenizi ister… Siz kendi gözlerinizin derinliklerinde kendinizi görürsünüz, kendinize bakmaya “cesaretiniz” hala yetiyor ise işte tüm gerçeği sizin önünüze serer… Sizden ister, sadece yargılayacak biri var ise bunun yine kendi muhakemenizde gerçekleşmesini, cezalandıracak biri var ise bunun yine siz olmanız gerektiğini ve eğer değişim gerekiyorsa bunu yapacak kişinin yine siz olmanız gerektiğini…

Bizler hayatımızda “su gibi” olabilir miyiz? Cevabımız evet, öncelikle kendimiz için, kendimize karşı su gibi olmak, kendimizi ayırmamak kayırmamak, eğer bir durum var ise bununla değiştirmeden “yüzleşebilmek”, kimseden bir şey ummadan kendi kendimize değişmeye karar verebilmek ve en önemlisi aradığımız “cesareti” yine kendi gözlerimizin içinde kendi kalbimizin derinliklerinde bulabilmek…

Neden su gibi olmak? Öncelikle kendimize soralım isterim “yargılamak” ve “cezalandırmak” ne ifade eder?

Bu kadarla bitecek midir? Değiştirmeye çalışmak kavramı vardır ki bu hepimizin hayatlarımızda “en büyük hayal kırıklıkları” diye nitelendirdiklerimizi oluşturur. Şimdi hep birlikte suya ayak basalım istiyorum, hayal edin benimle, muhteşem bir maviliğin önündeyiz, önce bileklerimize kadar sonra dizlerimize kadar sonra kalçalarımıza ve omuzlarımıza kadar suyun içerisinde ilerledik. Tek tek hücrelerimize o güzel dokunuşunu hissettik, bizler de o anda “su” olduk, onun “içinde” yer alabildik… İşte su bize moleküllerini “açarak” izin vermektedir, gerçekten içindeki boşlukları bize “yer açar” bizi değiştirmeden belirli bir kalıba girdiğimiz için değil, “onun istediği gibi bir insan” olduğumuz için hiç değil “sadece hoşuna giden şeyleri yaptığımız” ve kendi değerimizi unuttuğumuz içinse hiç ama hiç değil… O sadece “bizi olduğumuz gibi kabul edebilmek” erdemine sahiptir… Değiştirmeden, bir kısmımızı olduğumuz gibi alıp diğer kısmımızı geride bırakmayarak… “Kendi için” pozitif olan yönleri alıp, o bizim evet içimizde saklı olan belki kimseye gösteremediğimiz karanlık arka sokaklarımızın, burada yeri yok demeyerek, sadece ve sadece bizi “olduğumuz” gibi kabul eder…

Bizler ne yaparız peki? Değiştirmeye çalışırız, “proje” olarak algılarız, sevdiklerimizi, aşk ilişkilerimizi ve hatta eşlerimizi ve hatta çocuklarımız da… Aşk ilişkilerimizde “bakmaya” bile korkarız, o insanın gerçekliğini görmekten bile acizizdir çoğu zaman “kafamızda yaratırız” değil mi o “muhteşem” insanı? Bizler muhteşemizdir çünkü her şeyimiz o kadar üstündür ki karşımızdaki adam veya kadının sadece “insan” olmaya hakkı yoktur… Sabahları erken uyanır bu onu “sevememek” sebebimiz olur değil mi? Belki bir sabaha onunla uyansak her şey değişir mi bunu sormaya bile cesaret edemeyiz… Onu “olduğu gibi” kabul edemeyiz, bizim için “iyi” olan mutlaka o kişinin değişmesidir… Onu “bir damla” suyun özü gibi “erdemli” olup da olduğu gibi sevmek tehlikesini göze bile alamayız değil mi? Bizim boşluklarımız yoktur, çünkü bizim “kurallarımız” vardır, “kriterlerimiz” vardır, onlara çarpar can-ım kalp, içeri giremez değil mi?

Bizler ne yaparız peki? Değiştirmeye çalışırız, “proje” olarak algılarız, sevdiklerimizi, aşk ilişkilerimizi ve hatta eşlerimizi ve hatta çocuklarımız da…

Sonra çocuklarımız gelir “ben yapamadım sen yap” diye omuzlarına dünyanın en büyük yüklerini yükleriz. Belki dans etmek isterler ama biz matematik çalışmalarını tembihleriz, durmadan çünkü başkalarının “çocukları” böyle yapmaktadır… Bizim ki de bunu öyle yapmak, diğerlerinden daha iyi olmak durumundadır. Onları “oldukları gibi” kabul edemeyiz… Bir “su” kadar olamayız değil mi çünkü bizim “çocuğumuz” kendi olmayı hak edemeyecek kadar “büyük beklentilerimizi” yerine getirmelidir; hayatının amacı ne yazık ki bu olmalıdır!

Bugün bu yazımı okuyorsanız, bu günü “su gibi” geçirmenizi dilerim öncelikle; yargılamadan, cezalandırmadan ve değiştirmeye çalışmadan… Öncelikle kendiniz bunu hak etmektesiniz, sonra hayatınızdaki tüm bireylere ve olaylara yaklaşımınıza bakmanızı dilerim… Diyeceksiniz ki evet su sakindir ama fırtınası, yağmuru, karışıklığı yok mudur? Elbet vardır, onun da delirdiği zamanlar onun da düştüğü ve yeniden ayağa kalktığı zamanlar vardır ama burada saydığım özellikleri değişmez… Su yine su olur, su ancak çok düşük sıcaklıklarda katılaşır ki azıcık ısıttığınızda bile o güzelliklerini açmaya hazır hale gelmiştir…

Su gibi olmak bizim elimizde; yargılamadan, cezalandırmadan ve değiştirmeye çalışmadan sevmek, olmak, bakmak ve vermek mümkün… Su gibi olmak mümkün…

 

İlginizi çekebilir: Hayattaki en gerçek soru: “Ben gerçek miyim?”

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.
İlgili Makale