X

Yaratımı kim yapıyor?

Kendi irademizle seçtiğimizi sandığımız çoğu şey, bilinçdışımızın bize çaktırmadan ‘yaptırdığı’ seçimler gibi görünüyor. Bu yazı bile öyle olabilir, ciddi şüphelerim var. Tam şu dakikalarda yazarken ve gözlerim aylak aylak odada gezinirken yıllar önce okuduğum ve de uzun zamandır elime almadığım bir kitapla göz göze geliyorum: Incognito – Beynin Gizli HayatıIncognito –. Bunca zaman sonra neden bu kitap karşıma çıkıyor? Şu andaki yaratım sürecimi destekleyen bir kaynak olduğu ortada. Peki bunu ben mi, bilinçdışım mı yoksa hayat mı yapıyor? Ya da bu üçü zaten bir mi? Haydi kafaları daha da karıştıralım!

David Eagleman kaleme aldığı kitapta bakın ne diyor: Freud bilinçdışını ilk keşfetmeye başladığında şuna uyanır: “Zihin alışık olduğumuz bilinçli kısmından ibaret değildir. Kütlesinin büyük bir bölümü gözlerden ırak bir buzdağı gibidir.” Freud o zamanlar şaşkındı şüphesiz, bizlerse bu bilgiye artık aşinayız. Genel bir bilgi; bilinç ve bilinç dışı ayrımı. Ancak bilgiyi bilmekle, idrak etmek arasındaki farka değinmemiz gerek. Çünkü idrak seviyesine eriştiğimizde iyileşme başlıyor, teorik bilginin faydasını göreni ben henüz görmedim.

Kendi bilinçdışımı sobeledim

2019 yılının sonunda kardeşim Amerika’ya göçmüştü. Gidişine çok üzülsem de bir damla gözyaşı dökememiştim. Ağlamaya ihtiyaç hissediyordum ancak yaşlar asla akmıyordu. Bir sabah işe gitmek üzere evden çıktığımda ayaklarım beni metroya ulaşmak üzere her zaman gittiğim yola değil de, farklı bir istikamete soktu. Beraberinde evden çıkarken yine “aklıma nereden geldiğini anlamadığım biçimde” 90’lar Türkçe dinlemeyi seçmiştim.

Listedeki 2. şarkı başlarken, ben de o sabah yürüdüğüm farklı yolda caddenin köşesine geldim. Ve tam o saniye beynimde şimşek çaktı: “Caddenin karşısındaki arabada kardeşim ve ben ışıklarda bekliyorduk. Fonda aynı şarkı çalıyordu ve biz iki can, büyük bir haz içinde bağıra çağıra o şarkıya eşlik ediyorduk.” Bu sahne 2018 yılındandı. Zorlu bir deneyimin içinden geçmekteyken, kardeşimle o zorluktan uzaklaştığım keyifli bir ana aitti. Şimdiyse kendisi artık uzaklardaydı ve ben yasını tutamıyordum. Yasını tutma ihtiyacım için nihayet bilinçdışım devreye girmişti. Bana adeta o anı yaşattı. Coşkulu hatıramızın temsilcisi olan şarkıyı, 1 yıl önce dinleyip eşlik ettiğimiz yerde yeniden dinlememi sağlayacak bir hikaye kurguladı adeta. Yani beni o yoğun duygunun içine sokarak, ağlamamı tetikleyecek bir “an” yaşandı.

Caddenin o köşesinde durmuş hüngür hüngür ağlarken gerçeğe uyandım. İçim bildi, hücrelerimde hissettim. Hiçbir bilimsel testin o an yaşadığım şeyi ispat etmesine ihtiyacım yoktu. Ne o farklı yolu, ne kulağımda çalan şarkıyı ben bilincimle seçmemiştim. Freud’un yıllar önce uyandığı şeydi uyandığım; kafamın içindeki buzdağı kendi yaratımını yapmıştı.

Kardeşimden ayrılmanın yasını tutabilmenin yarattığı rahatlama duygusuyla, bilinçdışımın etkisini fark etme şaşkınlığım o sabah beni derinden etkiledi. Yol boyunca ağlamaya devam ettim, yaşlarıma hiç müdahale etmedim. Kafamın içindeki buzdağı onca zahmete girmişti, ben de bir zahmet yaşları boşaltmalıydım.

Beynin perde arkası

Kitaba geri dönmek istiyorum. Yazar şöyle diyor: “Beyin işlerini gizlilik içinde halleder ve fikirleri müthiş bir sihir ürünüymüş gibi sunar size. Bu devasa operasyon sisteminin bilinç ve biliş tarafından eşilip deşilmesine izin vermez. Beyin gösterisini kılık değiştirerek -incognito- icra eder.” Yazar devamındaysa şu soruyu soruyor: “Öyleyse büyük fikirler için alkışı hak eden tam olarak kimdir?” Anlıyorum ki size anlattığım deneyimde ben bilinçdışımı sobelemiştim ve ağlayıp rahatlamamı sağladığı için kendisini alışmam gerekiyordu.

Bilinçdışımı sadece o deneyim için bugüne dek yaptığım tüm yaratımlar için de alkışlamalıyım. Neyi kast ettiğimi açmak üzere aynı kitaptan bir örnekle devam ediyorum: “1862’de İskoçyalı matematikçi James Clerkl Maxwell elektrik ve manyetizmayı birleştiren bir grup temel denklem geliştirdi. Ölüm döşeğindeki tuhaf sayılabilecek itirafı ise, bu meşhur denklemleri keşfedenin kendisi değil ‘içindeki bir şey’ olduğu yolundaydı. Basitçe ‘gelivermişlerdi’ kendisine.”

İşte bu ‘içimizdeki bir şey’ hepimizde olan dişil enerjinin ta kendisi. Bilim insanlarının buluşları, sanatçıların eserleri, mutfak gönüllüsü birinin ortaya çıkardığı yeni bir reçete… Hepsi birer yaratım ve biz bilinçle ittirdiğimizde değil, kendimizi bıraktığımızda ortaya çıkıyorlar. Incognito’da bahsetmese de, tahmin ediyorum ki Maxwell, öylece geliverdiğini söylediği keşfinden önce birtakım çalışmalar yapmıştı. Direkt olarak keşfin kendisi üzerine çalışıp çalışmadığını bilemem, ancak alanı belliydi çünkü işi buydu. Bu varsayımımı bir başka kaynağa dayandırıyorum; üzerine bir hayli kafa yorup emek vermiş olan Rollo May’in “Yaratma Cesareti” kitabına. Varoluşçu psikoloji penceresinden yaratımın özü ve bireye etkilerini anlatan kitap yine benzer süreçten bahsediyor. Farklı insan hikayelerinden verdiği örneklerde gördüğümüz durum hep aynı: Yaratım “bir anda” çıkıyor ortaya. Öncesinde bilinçle alınan bir yol var, çalışmalar yapılıyor yani odak bir konu üzerine yoğunlaşmış durumda. Ancak zihinle ittirme halinde o yaratım çıkmıyor, sonuca varılamıyor. Kişi ne zaman zorlamayı bırakıyor, o vakit bilimsel bir keşif ya da mısralar dökülüveriyor. Bir yürüyüş esnasında, metroda ya da benzer biçimde hayatın sıradan bir anında… Masa başında sonuca erişmek için ittirip zorladığımızda yaratımın mümkün olmadığını kanıtlıyor kitap bize. Yani ne zaman eril enerjinin oldurma çabası geri çekiliyor, dişil yaratım kendine alan buluyor. Bir çeşit serbest bırakmaya benzetiyor yazar bu durumu, ben de öyle. Aynı zamanda ikisi arasındaki bir dansa benzetiyorum ben. İşte denge burada önem kazanıyor.

Hayatta eril ve dişil eylemlerimizle var oluyoruz. Niyetlerimiz ve edimlerimizi dişil, dikkat verip kafa yoruşumuzu eril olarak tanımlamak yanlış olmaz sanırım. Biri kalpten ve rahimden geliyor, diğeri zihinle yapılıyor. Ve her ne yaratıyor olursak olalım, herhangi biri olmadan yaratım süreci tamamlanmıyor. Eğer çok dişilde kalırsak rahmimizde uyanıp kalbimizde kıpraşan fikri hayata geçirecek enerjiyi bulamaz, fikir aşamasında kalırız. Eğer eril enerji baskın hale gelirse, fikri hayata koyma aşamasına geçer ama zihinle ittirmeye çalıştığımız için son çıktısına erişemeyiz. O nedenle ne eril enerjiye tü kaka, ne dişil enerjiye en yüksek mertebe gözüyle bakmamak gerekiyor. Biz ikisine de alan açalım ve bırakalım sistem işini yapsın.

Yazının başına dönerek noktalamak istiyorum. Ben son zamanlarda bilinçdışı konusuna odaklı olduğum için (dikkati verme, okuyup araştırma yapma hali-eril enerji) bu konuda bir yaratım belirdi (rahimdeki boşluğa düşen fikir-dişil enerji) Yeni yazımı yazma niyetim ve bilinçdışı konusundan bahsetme edimimi, bilgisayar başına oturup tuşlara basmaya başlayarak hayata geçirdim. Yani yine iki enerjinin dansı aşama aşama bu son paragrafa getirdi beni. Yazarken tıkandığımda ittirerek devam etmek yerine kalktım, balkona çıkıp biraz bedenimi titrettim, öylece durdum -doğayla yani dişille temas ettim, serbest bıraktım, zorlamadım.- Ve gerçekten de tıkandığım yer neresiyse orasıyla ilgili açılım geldi, bilgisayara geçip yazmaya devam ettim. Nihayetinde de olduğunuz bu yazı tamamlandı.

Eril ve dişil prensip üzerinden anlamlandırdığımız hayat, elbette beyinle yaşanıyor. Hangisinin etkisi nerede başlıyor nerede bitiyor? Yahut tüm bu ayrımları düaliteyle biz mi yapıyoruz? Gerçekte hepsi bir mi? Bilmiyorum. Cevabını aramaya devam ediyorum.

İlginizi çekebilir: Dişil bir kalkan olarak meditasyon

Burcu Durmuşoğlu: Merhaba. Çocukluğumda saç fırçasını haber sunup röportajlar yapmak için kullanınca, ruhumun çağrısını dinleyip Anadolu Üniversitesi Basın ve Yayın Bölümü’nü okudum. Aynı yıllarda tutkum olan futbolla işimi birleştirip spor muhabirliği yaptım. Sektörün yıpratıcılığı sebebiyle ömür boyu medyada kalamayacağımı hissedip farklı alanlara yöneldim. Ayrılma kararını verirken yaşım 28’di ve telaşlı bir haldeydim. 30’undan sonra yeni bir kariyer kurulamayacağına dair köklü bir inancım vardı, ancak o inanç yıkıldı. 40’ıma yaklaşırken yolumu henüz buluyorum. Yogayla birlikte özüme indikçe, döndüm dolaştım ve yeniden anlatıcı oldum. Sormaya ve anlatmaya olan tutkum beni içerik üreticiliğine taşıdı. Dişil ve eril alan üzerine çalışıyor, kadın özgürlüğünü gözetiyor ve yogamı paylaşıyorum. Hayatımı içerik üreticisi, bireysel danışman olarak sürdürüyorum. Uplifers ailesinde kaleme aldığım yazılarımla, okuyucularda soru işaretleri uyandırmayı diliyorum. Sevgiyle…

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale