Kendimi kötü hissettiğim zaman beni iyileştirebilecek birkaç şey var; uzun bir yürüyüşe çıkmak, herhangi bir spor yapmak, bazen kendime güzel bir yemek yapmak… Ve yapmayı başarabildiğim zaman beni en iyi hissettiren şeylerden biri yazı yazmak. Yapmakta en çok zorlandığım şey de yazmak. Belki en başarılı olmak istediğim şey olduğundan ve en çok yapmak istediğim şey olduğundan.
Kısaca üzerine bindirdiğim anlamlardan, isteklerden, beklentilerden dolayı en çok yapmak istediğim şeyi yapamıyorum. Size de tanıdık geldi mi? Bunu ne ilk defa yapıyorum ne de daha önce sadece yazarlık için yaptım. Gerçekten istediğim ve istediğim bir şey olduğunu bildiğim anda bunu yapmayarak kendimi engelliyorum.
Neden böyle bir şey yaptığım o kadar bariz ki. Bu bir korunma mekanizması. İstediğimiz bir şeyi gerçekleştirmeyi denemezsek hiçbir zaman gerçekleştirmemiş olmayız. Bunu yaptığımı bilmek ne kadar üzücü bir gerçek. Deneyip yıkılmak, bir daha denemek o kadar da korkunç olamaz ama gözümde büyüyor büyüyor kocaman oluyor. Halbuki her biri yazdığım bir şeyi beğenmediğinde yıkılmadığımı biliyorum. Ama iyi olacağımı bildiğim halde sözlerimi sayfanın üzerine sürüye sürüye getiriyorum.
Dediğim gibi bunu ilk defa yapmıyorum. Daha önce kendimi geliştirme ve değiştirme konularında da benzer şeyler yaptım. Yalnızlıktan şikayet edip, kimseyle tanışmaya efor sarf etmeyerek seneler geçti. Akıl dengi gördüğüm bir grup insanla konuşana kadar aylar geçti. Belki bir şeyi yapana kadar o olgunluğuna gelmemi beklemem gerekiyor diye kendime anlayış göstermeye çalışıyorum ama biliyorum ki suya ayağımın ucunu sokmak hiçbir şey değiştirmiyor. Atlayıp buz olabilirim, çıkabildiğim kadar çabuk çıkmaya çalışırım o zaman. Biraz titremek çok da kötü bir sonuç değil, en kötüsü dayanamam, en en kötüsü keyif almam. Bir şeyi gözümüzde büyüttüğümüz zamanı o şeyi yapmaya harcasak ne kadar daha az mutsuz oluruz düşünsenize. Bu hayatta en büyük mutsuzluğum yapmak isteyip de bir türlü kendime yaptıramadığım şeylerden geliyor.
Kendinizi basit şeyleri bile yapamazken bulursanız şunu düşünün, en kötü ne olabilir, utanmak mı? Yalnız hissetmek mi? Dün küçük bir partiye katıldım ve sadece organize eden insanı tanıyordum. Bir noktada herkes birileriyle konuşuyordu ve tek başıma durduğum için ilk kafamdan geçen düşünce usulca kaçmak oldu. O sırada organizatörle göz göze geldim ve bana aklımı okurcasına: “sakın gitme!” dedi. Bunun üzerine önceden azıcık konuştuğum bir insanın yanına gittim, tutuk tutuk konuştuk. Biraz daha peynir yedim, biraz daha şarap içtim. Sonra bir insanla daha tanıştım hoş bir sohbet ettik. Günün sonunda gelmişim 27 yaşıma, kimse 15 yaşında ergen değil ve benle dalga geçmeyecek, geçse de kimin umurunda. İki dakika kızarırım, üçüncü dakika unuturum. Kafamızda ne kadar büyütüyoruz her şeyi!
Hayatı kendimize hapis yapan, önümüze engeller koyan sadece ve sadece kendimiziz. Demin bir arkadaşımla başka bir arkadaşımızdan bahsediyorduk ve bana şöyle dedi: “Onu aylardır görmedim, çünkü sergisine gitmedim ve sonra çok utandım”. Bahsettiği sergi belki altı ay önceydi, o kadar uzun bir zaman ki bu basit durum için ben hangi sergi olduğunu bile hatırlamadım bir an için. Arkadaşımızın da hatırladığını hiç zannetmiyorum.
Demek istediğim şu ki lütfen ben de, her kimseniz siz de kendimize bahaneler bulmaktan vazgeçelim. Hoşlandığınız biri varsa (ve aşırı alakasız bir durum değilse) söyleyin! En kötüsü hayır diyecek ama bekleyerek bir yere varmayacaksanız. Dans dersine gitmek istiyorsanız gidin, en kötüsü biraz utanırsınız. Böyle şeyleri yapmayarak ve yapmak isteyerek kendimizi mutsuz hissetmekten koruyoruz gibi düşünüyoruz ama asıl bizi mutsuz hissettiren yapmayı düşünüp de yapmadığımız şeyler. Mesela bunu yazarken şunu hatırladım, aylardır burada sürücü kursuna yazılmam gerekiyor ve yazılmadım. Halbuki yapıp kurtulsam, aklımdan çıkacak ve ehliyetim olacak. Ne saçma bekletmek…
İlginizi çekebilir: Kararsızlıkla gelen uyumluluk