Merak etmeyin, bugünlerde hepimiz korkuyoruz. Hepimizin kafası karışık, hepimizin ruhu darmaduman.
Tüm kişisel gelişim kitaplarını final vizelerine girecekmişiz gibi okurken, tüm nefes egzersizlerini fotosenteze bağlamış bir şekilde yaparken yine de enerjimizi istediğimiz seviyelere yükseltemiyoruz. Hakkımız var, haklıyız da…
Öncelerden böyle günlerde kendimi iyi hissetmeye çok zorlardım. Neden daha iyi hissedemiyorum diye derbeder olur, var olan iki gıdımlık enerjimi de hiç ederdim. Sonra deneyimlerimin kaçınılmazlığıyla ilginç bir egzersiz keşfettim: hiçbir şey yapmamak. Evet doğru okuyorsunuz. Gerçekten de hiçbir şey yapmadan, hiçbir efor göstermeden, mevcut zavallım enerjime zorla makyaj yaptırıp dışarı çıkartmadan bu egzersize başladım. Yanlış anlaşılmasın söylediklerim, hiçbir şey yapmayın, evde oturun asla demiyorum, demek istediğim şey kontrol edemeyeceğiniz şeyler için bir şeyler yapmaya çalışmayı bırakın.
Şimdi bu tekniğin nasıl işe yaradığını size anlatayım…
Kişisel gelişim ile uğraşanlar bilirler, buradaki teknikler aynı spor egzersizleri gibidir; bir anda kilolarca ağırlık basamazsınız, sonuçlarına da bir günde ulaşamazsınız. Yüksek dozda sabır ve hoşgörü gerektirirler, hem de kendimize karşı! Düşünsenize, siz bilmem kaç senedir kendinizi bir oraya bir buraya vururken bir gün a-ah n’oluyor, kendinizi anlamaya başlıyorsunuz. Anladıkça, dinlemeye, dinledikçe farkına varmaya, farkına vardıkça da sevmeye başlıyorsunuz. E hal böyle olunca kendinizi eleştirmekten çok dinlemeyi ve akabinde anlamayı bir pratik haline getiriyorsunuz.
Şimdi dönelim asıl konumuza; hiçbir şey yapmamaya. Az önce bahsettiğim gibi kişisel gelişimler yaşarken her gün anlayışlı, her gün farkındalık dolu olamıyoruz. Bazı günler olmadıkça olmuyor ve ne yapsak ne etsek de o enerji denen mereti bir türlü yukarılara çıkaramıyoruz. Eminim ki Dalai Lama’nın, Osho’nun, Rahibe Teressa’nın bile saçını beğenmediği, arabasını çizdirdiği, sevgilisiyle kavga ettiği böyle günler olmuştur. İşte böyle günlerde bizler çok minik bir detayı gözden kaçırıyoruz: akışa bırakmayı.
Peki neden akışa bırakamıyoruz?
Çünkü odağımız o anı değiştirmekle o kadar alakalı oluyor ki, bıraksak olay kendi kendine çözümlenecek olsa bile biz hala nasıl düzeltebiliriz diye kuyruğumuzu kovalıyoruz. Halbuki böyle durumlarda aklıma daima Dalai Lama’nın şu harika sözleri düşüyor: “Eğer bir problemin çözümü varsa, endişelenmeye gerek yoktur. Eğer çözümü yoksa da, endişelenmenin bir manası yoktur”. Bu nedenle şu an dış olaylarla ilgili canınızı sıkan ne varsa kendinizi birkaç saniyeliğine durdurun ve burada, şimdi de olun. Hiçbir şey yapmayın, daha doğrusu ne yapıyorsanız ona odaklanın. Yani biraz oto pilota bağlayın; kitap mı okuyorsunuz, sadece yazan cümleleri gerçekten anlamaya çalışın, çocuklarınızla mı oynuyorsunuz Kovboy rolünüze kendinizi içtenlikle kaptırın, çalışıyor musunuz o halde hakkıyla o anda yapmanız gereken sunumu hazırlayın. Kısacası yalnızca orada olun, dış etkenleri değiştirmeye çalışmayın.
Böylece hiçbir şey yapmamanın, nam-ı diğer zihninizde gelecek ve geçmişle boğuşmamanın verdiği rahatlıkla, ŞİMDİde kalmanın hediyesini kendinize verecek, kontrol edemeyeceğiniz dış olayları minimalde tutuyor olacaksınız. Ve gerisi, farkındalıkla yaşamayı seçtiğiniz her ANda akışla beraber usulca avuçlarınızın içine düşüyor olacak…