Yapabilirim inancı: İşte gerçeği değiştiren mesele bu
“Bütün hayallerimiz gerçek olabilir. Eğer peşinden gidecek cesaretimiz olursa.” Walt Disney
Çokça aldığım bazı sorular var; “bu motivasyonu nereden buluyorsunuz? Her sabah saat beşte kalkabilme gücünü nereden buluyorsunuz? Her akşam bir spor aktivitesine katılacak zamanı nereden buluyorsunuz? Kitap yazacak ilhamı nereden buluyorsunuz? Bu kadar çok seyahat edeceğiniz yere neden para biriktirmiyorsunuz? Bu kadar çok çalışıyorsunuz kendinize nasıl zaman ayırabiliyorsunuz? Peki, tüm bu yaptıklarınızı yapmaya çalışırken hiç pişman olduğunuz olmuyor mu? Enerjiniz bitmiyor mu? Hiç “yapamam” diye korkmuyor musunuz? Ya başarısız olursam diye düşünmüyor musunuz?”
Şimdi bir paragraf soruyu birlikte sıraladık değil mi? Hepsinin başı ve sonu “yapamamak” ile odaklı… Evet, işte ben bu yazımda sizlerle korkusuzca hayatımızda o diğerlerinin “Nasıl yapacak canım?” diye bir kenara ittiklerine “Olur mu öyle şey, zaman yok” diyerek kestirip attıklarına “Ben hiç inanmıyorum, başaramayacak nasıl olsa” diyerek kendi kendilerine bu dünyada bahşedilmiş muhteşem enerjiden yoksun kalmayı kabul ettiklerine bakalım istiyorum…
Yukarıdaki paragrafta gördüğümüz üzere hayatta kurduğumuz tüm cümlelerin öznesi (her kimin ağzından konuşuyor olursak olalım) “ben”dir. Ben eğer “zaman bulmaya” inanırsam, bunu yapabilirim. “Ben” eğer gerçekten başarılı bir sporcu olacağıma inanırsam gerekeni yapabilirim. “Ben” eğer kilo verebileceğime inanırsam, bunu da yapabilirim. Peki, yine de neden bu kadar zordur “ben yapabilirim” demek, neden bu kadar çok düşünce giriverir işin içine?
Hemen cevap vermeye çalışayım… Çünkü bunu “yapabilirim” demenin de “ödenecek” ve cesurca karşılanması gereken bir bedeli vardır… Çok başarılı olmak istiyorsak “hafta sonu” çalışmamız gerekir örneğin bir fark yaratmak için, daha fazla hesap yapabilmek için, daha fazla sunum hazırlayabilmek için. Eğer çok fit olmak istiyorsak, daha az sağlıksız beslenmemiz, daha çok spor yapmamız ve tüm buna ayıracağımız zamanlar boyunca daha az arkadaşlarımızla vakit geçirmek gibi bir bedel ödememiz gerekebilir…
Eğer çok başarılı, çok iyi bir anne olacağım diyorsak, belki çocuğumuzla daha fazla vakit geçirebilmek için işimizi değiştirmemiz, daha az para kazanacak olsak bile gün içerisinde saatlerimizi sevdiklerimize ayıracak şekilde hayatımızı düzenlemek gerekir ve ödediğimiz bedel kariyerimiz üzerinden geçer. Eğer çok iyi bir evlat olmak istiyorsak, örneğin yaşadığımız şehri değiştirerek anne ve babamızın yaşadığı şehre taşınmamız gerekebilir. Bunu gerçekleştirdiğimizde yaşadığımız güzelim şehri, arkadaşlarımızı, alışkanlıklarımızı ve en önemlisi kendimizi değiştirmek durumu karşımıza çıkar ve biz bir bedel öderiz…
Bunların tümü yapabilenler için geçerli olur, çünkü bunları yapabilenler korkusuzca bu bedeli yaşamaya, yaşayarak gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceklerini görmeye gönüllüdürler. Eğer gerçekten çocuk sahibi olmak istersek örneğin evleniriz, bu bile bir bedel ödemektir, çünkü tek bir eşe sahip olmayı ve hayatımızı mümkün olduğunca bir kişiyle geçirmeyi taahhüt etmekteyizdir. Bu risk almak ve aynı zamanda tüm olası diğer kişilerden vazgeçmek bedelini ödememizi gerektirir…
İşte tüm bu durumlarda, aslında gerçekleşenin bizim irademizde bulunduğunun, ilgili bedelleri ödemeye gönüllüysek hayatın önümüze serdiklerinin nasıl da muhteşem olduğunun farkına varamayız… Dışarıdan bakıldığında X için “tüm şartlar” yerinde olduğundan başarıya ulaşmıştır fakat “ben” yapamam deriz. Çünkü o yola henüz girememişizdir ve X için dünyanın kuşkusuzca ve direnmeden önüne getirdikleri “ben” için verilmemektedir; ortada bir “kurban” varsa o ‘ben’ olmuştur…
Bakın sevgili Neale Donald Walsch “yapabilmek” üzere nasıl donatılmış olduğumuzu Tanrı ile Sohbet Gerçek & Son Buluşma isimli eserinde hangi şekilde yorumluyor;
“…Tanrı’nın isteği belirli sonuçların gerçekleşmesi değil, Tanrı’nın isteği asıl evrendeki canlıların, istediklerini yaratabilme yetkisine sahip olmalarıdır. Evrenin tüm canlılarının, Tanrı’nın onlara emrettiği biçimde hareket etmenin dışında bir seçim hakkı olmasaydı, makinelerle dolu bir evrende yaşardınız. Otomatlar… Robotlar… Androidler…
…Benim isteğim insanlığın tamamen uyanması değil. Benim isteğim senin her zaman anlama, yaratma, ifade etme ve deneyimleme gücüne sahip olman; hem de neyi istersen…
…O halde onlara tekrar tekrar aynı şeyi söyleyeceğim: Tanrı’nın işlevi; sizi olmasını istediğiniz şeyi gerçekleştirmeniz adına yetkilendirmektir, onu sizin için yapmak değil…
Benim rolüm, size realitenizi yaratabilmek, geleceğinizi üretebilmek ve sonuçlarınızı meydana getirebilmek için gerekli özgürlüğü ve araçları vermektir…”
Bugün hayatınızdaki olasılıksızlara bakmanızı dilerim, hangi tanımları, hangi olayları ve en önemlisi hangi şeyleri dünyanızda “olasılıksız” olarak tanımlamaktasınız? Bugün kendi kendinize koyduğunuz bu “yapamam” bilinci gerçekten doğru mu? Bunu değiştirmek için bir yol mümkün değil midir? Dünyaya yeniden gelmek için bir şansınız daha olsaydı veya bugün yepyeni şekilde dünyaya gelen bir uzaylıyla karşılaştığınızda neyi “yapabileceğini” ve neyi “yapamayacağını” ona tavsiye olarak verseydiniz nasıl anlatırdınız? Neden başarılı olamayacağını, neden 100 kilometreyi koşarak bitiremeyeceğini, neden olimpiyatlarda madalya alamayacağını, neden güzel bir aileye sahip olamayacağını, neden bir uzay mekiğine dokunamayacağını veya neden kutupları göremeyeceğini ona gerçekten “anlatabilir” miydiniz?
Peki, bugün kendinize tüm bunları nasıl “anlatabiliyorsunuz? Ve bu anlattıklarınıza “siz” bile nasıl inanabiliyorsunuz?
Gelin bugün bir değişiklik yapalım…
İlginizi çekebilir: Tarafını seç: “Korktum deneyemedim” ve “Denedim gördüm” arasındaki ince çizgi