Mutlu olmak için hep sebeplere ve kişilere ihtiyacımız olduğuna inanarak hayatı öteleriz. Sorumluluk almak zor geldiği için şartları ve insanları suçlarız çünkü kafamızdaki konformist ve egoistin isteği bu yöndedir. Suçlu avına çıkıp sorumluluktan kurtulmak çok daha konforludur.
Mutluluk, mutluluktan değil acıdan doğar. Gölge altında durmanın değeri ancak sıcak güneş altında tüm gün dolaştıktan sonra anlaşılır.
Gerçek şu ki, hayat bize ne sunduysa tatmazsak tanımlayamayacağımız bir sofradır. İnsan kendini mutluyken tanıyamaz. Gerçek gücünüzü mutsuzluklar karşısında anlarsınız.
Hepimiz sosyal varlıklarız ve yalnızlık bizi üzen, örseleyen bir şeydir. Bizler paylaştıkça hayatımıza renk katıp yaşantımızı güzelleştiriyoruz. Yalnızlık ve tek başınalık farklı iki durum, aslında bizi üzen şey; tek başınalık değil yalnızlık.
Hayatımızdaki en önemli kişiler bağ kurduğumuz kişilerdir. Ailemiz, çocuklarımız, eşimiz, sevgilimiz, dostlarımız ancak bağ kurduğumuz kişileri borçlandırdığımızı fark ettim, onlara sımsıkı sarılmak yerine çoğu zaman bilmeden onları borçlandırmışız. Mutluluğumuzun önündeki ilk engelin bu olduğunu düşünüyorum. Maalesef ki borçlu ilişkilerde taraflar alacaklı olarak yaşar ve bütün alacaklılar mutsuz olur, mutsuz ölür.
Mutsuz insanlar, çevrelerindekilerden, dünyadan hep alacaklılardır. Öyle ya, çok şey vermişlerdir, şimdi sırada almak var! Hayata karşı kendini alacaklı hissediyorsan, durman ve düşünmen, belki de yeniden yapılandırman gereken bir yerlerde duruyorsun demektir.
Bir insan nasıl olurda kendi mutlu olma hakkını bile başkasına verebilir ki? Siz kendinizi mutlu edemiyorsanız, sizi kim mutlu edebilir? Nasıl saçma bir beklenti, nasıl bir ironidir bu böyle!
En çok birbiriyle karıştırılan şey ise, geçici hazları mutluluk sanmamız. Haz ve mutluluğu birbirinden ayırmak lazım, ben burada mutluluktan bahsediyorum, hedonizmden (hazcılık) bahsetmiyorum. Çok iç içe geçmiş ama aslında çok farklı iki kavram. Hedonizm ve mutluluk. Haz peşinde koşan maalesef mutluluğu teğet geçiyor, hem de hiç farkına bile varmadan.
Beyinde duygulardan sorumlu olan bölge yani limbik sistem, anında sahip olma sonucunda hissedeceği geçici hazza odaklanmıştır. Onu elde edene kadar hayatın başka gündemi yoktur. Peki elde edince? Sahip olunca? Abartılmış yüksek oktavlı neşe mutluluk mudur? Hayır, bu haz merkezli mutluluk geçicidir. Bu tür mutluluk şeklinde arzular, ihtiyaçlardan büyüktür. Daha iyisini ararken var olanla iyi şeyler yapma fırsatını kaçırdığımızın farkında olabilseydik, kayıplarımız ne kadar çok azalırdı.
Her yenilik (haz odaklıysa) elindeki ile olan ilişkine bomba gibi düşer ve aradığın mutluluk gözden kaybolur. Kendimizi kırık dökük hissederiz. Haz ararken anlam kaybı yaşarız. İçinde anlam barındırmayan hiçbir haz kalıcı değildir. Misafirinizdir.
Beyniniz içinde anlam barındırmayan şeyleri tüketir ve yenisini ister. Mutluluk pahasına hep yeniyi kovalamak yorucudur. Hedonizmin en büyük tehlikesi budur. Gerçek sanırsınız, tamam işte bu dersiniz, fakat bir sabah bomboş uyanırsınız ve yataktan kalkmak için bile bir neden bulamazsınız.
Mutluluğun peşinde koştukça ve tabi mutsuzluktan kaçtıkça sorun derinleşir ve döngü kısırlaşır. Mutluluk arayınca bulunan değil, seçimlerinin sonucunda kendiliğinden ortaya çıkan bir şeydir.
Farkına varın.. Sahip olduklarınızın, elinizdekilerin farkında varın… Mutluluk farkına varmaktır…
Kendinizin farkına varın, belki de yaşadığımız bu salgın sürecinin bize öğrettiği en önemli şeylerden biri mutluluğun paylaştıkça çoğaldığı, dertlerin ve tasaların ise azaldığı oldu.
O zaman sahip çıkın, sevdiklerinize, mutluluğunuza sahip çıkın, sorumluluk almaktan korkmayın, ancak hedefi olan insanlar mutlu olur ve son olarak “yan yana” ayrı yazılır siz “sımsıkı” olun.
İlginizi çekebilir: Bakış açınızı değiştirerek yönünüzü mutluluğa çevirecek 20 mantra