X

Yalnızlık ve anoreksiya: Müzisyen Yasenur’la yeni şarkısı Yalnız Anoreksi ve anoreksiya üzerine bir sohbet

BENİ ONUNLA YALNIZ BIRAKMA, dedim BU ŞARKIYI AL YANINA O ZAMAN, dedi.

Anoreksiya mı yalnızlaştırmıştı beni yoksa zaten yalnızdım da bundan korkup ona mı sığınmıştım, hiç bilmiyorum.

Ama tahammül edemediğim bir yalnızlık peyda olmuştu hayatımda işte. Filmlerde, kitaplarda hep yalnızlığı görür, okur olmuştum. Ne diyorlardı bana? Sevemediğin bu yalnızlığın temeli kurallardan ve dayatmalardan atılmış, anoreksiya da üstüne durmadan kaçak katlar çıkıyor mu diyordu acaba?

Dayanamamıştım sonra, sormuştum: Yalnızlık Güvenli Bir Sığınak mı Kırıp Atamadığımız Bir Buz Kalıbı mı? diye. Halen soruyorum. Artık cevabını aramıyorum belki ama bir çıkış yolu bakındığım muhakkak.

Neyse ki çabalarımda, çabalarımızda yalnız değilim, yalnız değiliz. Anoreksiya nervoza gibi ruhsal rahatsızlıklarla mücadele eden bizlere ses soluk olan güzel insanlar var. Bir de onların yazdığı şarkılar.

Yasenur’la Yalnız Anoreksi şarkısı ve müziği üzerine biraz sohbet ettik. Sizlerle de paylaşmak istedik.

Seninle konuşurken yalnızlık belki de bana en uzak duygu olmuştur her zaman. Bu yüzden elimizden gelir mi bilmiyorum ama birlikte yalnızlık, sosyal dışlanmışlık ve anoreksiya özelinde ruhsal rahatsızlıkları konuşacağız. Yeme bozuklukları dünya genelinde maalesef yanlış bir şekilde anlaşılıyor, hatta anoreksiyayı “zayıf kalma takıntısı” olarak görenler var. Ülkemizde durum daha da vahim. Farkındalık yaymak konusunda doğru dürüst girişimler göremiyoruz. Tedaviler ve bilimsel çalışmalar kısıtlı. Sen de tuttun anoreksiya hastaları için bir şarkı yazdın. Seninle paylaştıklarımın etkisi olduğunu biliyorum. Ama bu şarkıyı yazmana vesile olan başka şeyler var mıydı? Nasıl ortaya çıktığını biraz anlatır mısın?

Sen bu hastalıkla tanışmadan önce ben anoreksiyadan bihaberdim. Bırak farkındalık yaratmayı, bir anoreksiya hastası ile nasıl konuşulur; neleri söylemek, neleri söylememek gerekir, onu dahi bilmiyordum. Halen yanlış cümleler kurduğum oluyor, o ayrı. Seninle görüşmeden önce beynim ben farkında olmadan kendi kendini terbiye ediyor. “Yiyeceklerle ilgili bir şey söyleme, ‘iyi yedin mi, doydun mu?’ gibi cümleler kurma” tarzında kısıtlamalar getiriyor. Kaçınma olunca insan kendini bir anda koyuveriyor. İşler sarpa sarıyor. Sonra hatamı telafi etmek için başka cümleler kuruyorum falan. Kendimi bildim bileli, hayatımda şiir ve müzik vardı. Yine de şarkı sözü yazmayı son yıllarda geliştirdim. Yalnız Anoreksi yazdığım ikinci şarkı oldu. Uyumadan önce beni sıkıştıran birkaç dizeden ibaretti; sonraki günler tamamını yazdım. Şarkının son dizelerini şarkıyı düzenlerken eledim. Belki de içimden bir ses “bazı şeyler saklı kalsın, gizemini yitirmesin,” dedi.

Sanat bir taraftan kendimize saklamak istediklerimizi emanet ettiğimiz güvenli bir yer, doğru. Ama öbür yandan da paylaşmak için müthiş bir kaynak. Sanat saklı tutmak zorunda bırakıldıklarımızı ortaya çıkarma konusunda ne kadar güçlü sence? Bu noktada sanatın yıkıcı tarafı (başkaldırma anlamında al bunu lütfen) senin için ne ifade ediyor? Sınırları var mı?

Aslına bakarsan, birkaç uyumlu dize ve güzel bir melodi ile insanlara içimdekileri anlatabilmek bana çok güçlü bir his veriyor. Şarkı söylediğim zaman ne hissettiğimin ve kendimi hangi kelimelerle ifade ettiğimin hesabını yapamıyorum. Zaten hesap kitap olsa o duyguya giremem, dolayısıyla insanlara samimi gelmez ve tesiri olmaz. Sanatın çok güzel bir dili, zamansız ve mesafesiz bir yönü var bence; biz onu ölçüp biçmeye kalkışırsak hiç anlamamış oluruz.

Haklısın zamansız ve mesafesiz olduğu için bu kadar kapsayıcı sanırım. Şarkına gelirsek; Ben yalnız bir anoreksiğim, diyorsun. Yalnızlık ve ruhsal rahatsızlıklar arasındaki ilişkiye gelmek istiyorum ama lafı biraz dolandırmama izin ver. Anoreksiya benim için bir konfor alanı vadetmişti ve başta gözümü kamaştırıyordu. Bu alanın içinde olmaktan, sözde kontrolü elimde hissetmekten memnundum. Zamanla bu alan o denli genişledi ki kendimi göremez, sesimi duyamaz oldum. Herkese, her şeye karşı hissizleştim. Gittikçe o alanın içine çekildim. Anoreksik düşüncelere gömüldükçe utanır oldum bunlardan. Kimselere söyleyemedim bir süre, takıntılarımdan, “bozuk” yeme davranışlarımı dile getirmekten utandım. Reddedilmekten korktum yani. Rahatsızlığımın en yalnızlaştırıcı etkisini de hep böyle zamanlarda hissettim, hissediyorum. Sen bu şarkıyı yazarken anoreksiyanın yalnızlıkla olan ilişkisini nasıl görüyordun?

Aslında ben şarkımda yalnız bir anoreksi olmasını istemiyordum. Daha doğrusu, şarkıda anoreksik bir kızı anlatıyordum fakat o kızın yalnız olmasını istemiyordum. “O antipatik değildi, o sadece bir anoreksikti.” Ama yok, yalnız oluşundan utanmamalıydı. “Onu” oraya koymak zorundaydım. Anoreksiyanın yalnızlıkla ilişkisini; sen bana işten eve geldiğinde bir dilim elma yemek için mutfağa gittiğini, sonra mutfağa gittiğinde o elmayı da yemekten vazgeçtiğini, bazı günler güçsüz ve ağrılı bedeninle koltuğa gömüldüğünü, tek başına ve böyle hislerle yaşadığın dairende ne yapacağını bilemediğinden bunları hiç düşünmemek için masanın başına geçip daha da çok çalışmaya başladığını anlattığında resmettim.

Gerçekten de yalnızlığın en tahammül edemediğim şeklini senin bu resmettiğin halde yaşamıştım. Aklımdaki en canlı anıysa bir akşam işten dönerken küçük bir çocuğun köşedeki büfeyi gösterip “Abla, bana yiyecek alır mısın?” demesi olmuştu. O an onda öyle bir zenginlik gördüm ki, ona öyle imrendim ki. Çünkü ben o büfeden bir şey alıp yemekten acizdim. Eve gidip elime bir elma alıp kendimi aç bırakmaya devam edecektim. Sanırım ilk defa bu olaydan sonra yazmaya başladım. O günlerden beri de ruhsal rahatsızlıklarımızdan dolayı “ayrıksı ve hasta görülmek” riskini göze alıp konuşmamız ve paylaşmamız gerektiğine inanıyorum. Ama sosyal damgalama dediğimiz şeye katlanmak, hele de anoreksiya gibi hastalıklarla boğuşurken çok zor. “Ötekileştirilmemek” uğruna yüzümüze maskeler mi geçirmek zorunda kalıyoruz sence? Senin kendini benzer durumda hissettiğin oluyor mu? Ve bu, müziğine ne kadar yansıyor?

Anoreksiya hastalarının çevrelerindeki kişilerin onlarla ilgili düşünce ve yargılarından kurtulmak ve anoreksiyalarına daha sıkı sarılmak için plan, kurgu yapma gibi özellikleri olduğunu biliyorum. Öğünlerini yiyor gibi görünmek ama aslında yemiyor olmak gibi. Yanlış söylüyorsam, düzeltebilirsin.

Haklısın demek zorundayım. Başka neler biliyorsun merak ettim doğrusu.

Makarnanın kepeklisini seçmek, şekerli dondurmanın zararlı olduğuna ve onu şekersiz yemenin iyi bir şey olduğuna kendini ve başkalarını inandırmak, kilo almak için spora yazılmak, fakat nasıl oluyorsa bir türlü kilo alamamak kişinin anoreksiyasını korumak için kurguladığı ayrıntılar olabilir. Nitekim, anoreksiyada asıl mesele ayrıntılarda, ince ve bir sürü detayda gizli gibi geliyor bana. Belki ilk zamanlar o maskeyi kendin yaratıyor, ileriki süreçte anoreksiyanı savunacağın geçerli bir sebebin olmadığında, insanlar artık o mantığa dayandırdığın sebeplere inanmadığında o maskenin bir parçası oluyorsundur. Yüzümü sakladığım, sözümü sakındığım zamanlar elbette oldu. Sonrasında ben de senin gibi insanların beni gördüğünü, esasen kendimi kandırdığımı fark ettim. Şarkılarımı söylediğimde ve insanlarla paylaştığımda kendime ve başkalarına daha samimi olduğumu hissettim.

Maskelerle ne kadar uzun süre yaşarsan sanırım o kadar yüzüne yapışıyorlar. Günümüzde hemen hepimizin bir “Kurallar Kitabı” var gibi. Yediğimiz yemekten yaptığımız spora, uykumuzdan mesleğimize kadar her şeyi etkileyen. Bu kitabı yazarken nerelerden “ilham” alıyoruz dersin? Yeme bozukluklarında kişilik özelliklerinin yanı sıra medyanın ve güzellik sektörünün etkili olduğunu söyleyebilirim ben mesela.

İdealimizdeki sağlıklı ve mutlu hayatı yaşamak istiyoruz sanırım. Bu sebeple kurallar kaçınılmaz oluyor. İyi bir uykunun, beslenmenin kitabı oluyor. Bu alanda eğitim almış kişilerin yanı sıra, bu konuda başarılı olmuş, yaşam sevincini sağlıklı beslenmede ve düzenli spor yapmakta bulmuş bireylerin de birer sosyal hesabı ve yazdıkları oluyor. O kişi hayran olduğumuz, ne yapsa sempatik bulduğumuz biri de olabilir. Sosyal medyanın gücü tartışılmaz. Ne tesadüf, daha bu sabah takip ettiğim bir blog yazarının, ismini veremeyeceğim bir gıda takviyesi ile ilgili bir paylaşımını gördüm. Paylaşımda takipçisi bu takviyeyi aldığını ve artık spor yaparken daha zinde ve enerjik hissettiğini söylüyordu. Blog yazarı ise takipçisinin bu geri dönütünden, insanlara faydalı olabilmesinden yana çok mutlu olduğunu dile getiriyordu. Biz bu paylaşımlara o kadar kolay ulaşıyoruz ki, o takip ettiğimiz kişi hayatımızın bir parçası, arkadaşımız, güvendiğimiz bir büyüğümüz -veya o konunun uzman kişisi- oluyor. Sosyal medya hayatımızın doğal bir süreci oldu. Bizler de tatlı tatlı izliyoruz; zorlamaya bile gerek kalmıyor. Yanılsamalar doğal ve samimi bir süreçte gerçekleşiyor gibi geliyor bana. Ya da öyle mi görünüyor?

Açıkçası yanılsamaların, hatta izin verirsen çarpık fikirlerin diyeceğim, bu kadar zorlamasız ve doğal bir akışta oluşması, önümüze çıkması beni korkutuyor. Korkutuyor çünkü birçok insanın bu uyaranları benim gibi fazla ciddiye alma eğiliminde olduğunu, bunları zaman içinde bir saplantı haline getirdiğini biliyorum. Yani, sağlıklı beslenmede, sağlığın ve keyfin için spor yapmada ya da ne bileyim organik, katkısız beslenmede elbette bir kötülük yok ama bunlara olan bağın hayatını sekteye uğratmıyorsa. Bir gün şekerli bir şey yedin diye kendine eziyet etmiyorsan. Yani, denge meselesi sanırım. Ölçüyü kaçırmamak. Eklemek istediğin bir şey var mı bu konuda?

Motivasyon sağlaması açısından ben de faydalı buluyorum. Hayatımızda en ufak bir yoğunluk olduğunda sporu ikinci plana atma eğilimimiz var gibi geliyor bana. Yeme bozukluğu olmayan, sağlıklı kilosunda olanlar için söylüyorum bunu. Hâlbuki hayat hep yoğun bir tempoda gelip geçiyor. Spor bence birinci sırada olmalı. Böylece onu öteleyemeyiz. Ben kendimi böyle motive ediyorum açıkçası. Doğru beslenme ve doğru spor yapmaya gelince, her işin bir uzmanı var. Nasıl besleneceğini doktoruna danışmak, nasıl spor yapacağını antrenör ya da eğitmeninden öğrenmek bana mantıklı geliyor.

Amacım güzel olmak değil/Güzel değil biliyorum. Şarkın böyle başlıyor. Yeme bozuklukları yaşayan herkes “bunu kendime neden yapıyorum?” diye sormuştur sanırım. Bir taraftan eylemlerinin tahribatını iliklerine kadar hissediyorsun. Durdurmak, durmak istiyorsun. Hayatını geri almak istiyorsun. Yani hiçbir şekilde güzel olmadığını biliyorsun. Senin gözünde güzelliğin anlamı nedir merak ediyorum. Ulaşılması gereken bir şey mi? Bu uğurda bedenlerimizi ve akıl sağlığımızı feda etmeye değer mi?

Doğamız gereği güzel olmak istiyoruz. Beğenilmek, sevilmek, güzel olmak istememizin altında yatan o duyguyu yaşamak istiyoruz. Belki o duyguya sahip olunca, olgun bir yaşa geldiğimizde daha farklı düşünüyoruz ama o yoldan da geçmiş oluyoruz. Şimdi; “Güzellik şudur, benim için şunu ifade eder,” diyecek olsam çok kara kuru bir cümle kurmuş olacağım. Bak, “kara kuru” diyorum nedense. Bir örnekle ifade edeyim. Ben bazen metroda genç çiftler görüyorum. Birbirlerine nasıl bakıyorlar, gülümsüyorlar, bunu izliyorum. Birbirlerine benim yükleyemeyeceğim bir anlam ve güzellik yüklüyorlar. Bu da onları birbirleri için güzel kılıyor. Bu göreceli güzelliğin dışında ben etrafıma bakıp, herkeste bir güzellik bulan biriyim. Güzelliğin ulaşılamaz ya da biricik olduğunu düşünmüyorum.

Yeme bozukluğuyla mücadele edenler ve terapistler arasında meşhur bir kavram vardır: “Anoreksik/Bulimik ses.” Kişi kendisini o sesten ayırarak konuşur. O sesin hiç susmadığından, ona istemediği şeyler yaptırdığından yakınır. 

Psikolojik bir film gibi yani. 

Böyle bir benzeşme kurabiliriz, evet. Tabii şöyle bir şey var, filmi izleyip sinemadan çıkıyorsun ve belki hissettiğin gerilimin, tüm o psikolojik baskının bir süre daha etkisinde kalıyorsun. Ama anoreksik/bulimik ses dediğimiz şey feci derecede gerçek. Anlatması zor. Bir taraftan onunla öyle iç içe geçmişsin, ama bir taraftan da başka zamanlara ait bir benliğin olduğunu biliyorsun. Ben mesela artık gitgide unuttuğum bir hale geri dönmeye çalışıyorum. Hastalıklı düşüncelerin baskısı altında kalan taraf ile hastalık öncesi benlik ayrımı mantıklı geliyor mu sana? Bu ikisi birbirine ne kadar karışmış olabilir?

Seni anlayabilmek için kendi hayatımda bahsettiğine en yakın hissimi bulmaya çalışıyorum şu anda. Sanırım her ortamın, sürecin, hastalığın da olsun bir atmosferi var. Biz o atmosferin içine girince farklı hissedebiliyoruz. O atmosferde kendimizi çok sevdiğimiz de oluyor kendimizden uzaklaştığımız da. Seni anlamaya çalışıyorum diyorum çünkü bana anoreksiya ile kurduğun bir diyaloğu göndermiştin. Anoreksiya sana bir şey söylüyordu. Sonra sen ona cevap veriyordun. O seni alt etmeye çalışıyordu, devamında sen onu bir lafınla bozuyordun. Derken susuyordu. Belki de unuttuğun o eski haline geri dönmüyorsundur. Yeni bir atmosfer vardır kapında.

Evet, bunu zaman zaman yapıyorum. Elime kâğıt alıp iki sütuna ayırıyorum ve anoreksiyanın sesini kendi sesimden ayırmaya çalışıyorum. Kendimi endişeli hissettiğim anlarda biliyorum ki ona karşı gelerek hareket etmişim. O yüzden de hiç susmuyor. Endişenle oturup beklemek kolay değil ama en azından anoreksik sese uymadım diyorsun…

Bir işin içinden çıkamadığımda benim de yaptığım eylem yazmak olduğu için bu yaptığını faydalı buluyorum. Düşünceler insanın kafasında kasırga gibi dönüp duruyor. Yazdığımızda somutlaşıyor ve onlara bakıp, dokunabiliyoruz sanki. Çözüm bulmak daha kolay oluyor.

Bağ ve bağlılık kurmaktan bahsedelim biraz da. Bu ikisi farklı çağrışımlar yapıyor değil mi? İlkinde telaşsız, zorlamasız bir sevgi birlikteliği hissediyorum ben. Ama bağlılıklar sanki yalnızlıktan ya da korkularımızdan kaçmak için kurulmuş şeyler gibi geliyor. Yalnızlığından korkup birilerine ya da bir şeylere bağlı olmak zorunda hissettiğin zamanlar oluyor mu? Müziğinin bu noktada senin için özgürleştirici olduğunu tahmin ediyorum. Hem bağlılıklardan koruyor hem kendi sesini duymanı sağlıyor, ama bir taraftan da müzikle olan bağın sayesinde başkalarıyla ilişkiler kurabiliyorsun. Ne dersin?

Vallahi ne bileyim, ben her yere yalnızlığımı da alıp gidiyorum sanırım. O yüzden sorun olmuyor. Daha çok ortama uyum sağlamaya çalışan biriyim. Bağlılıklarım da oldu, oluyor. Yalnızlığımdan korkma lüksüm oldu mu, onu da bilmiyorum. Bir şarkımda şöyle diyordum:

Çocukken hep dünyaya tek başıma ve
Rastgele gönderilmiş olmak isterdim.
Tek başıma ve rastgeleyim.
Bunu şimdi fark ettim.

Görünüşe göre yalnızlığın seni dipsiz kuyulara çeken, kötü bir yalnızlık değil. Dışlanmaktan korkup sağlıksız ilişkiler, bağlılıklar kurduğumuz da oluyor çünkü. Geçen gün Tuğba Benli Özenç’in bir yazısına denk geldim. Anoreksiya hastalığını ele aldığı bu yazıda çevremizdeki insanlara şöyle diyor: “[anoreksik kişinin] Gözlerini aynadan, kendisinden ayırıp başka yerlere bakmasını, bencilce minicikleştiren döngüden çıkmasını sağlamak onlara acımaktan, gereksiz duygusallıktan çok daha iyi sonuçlar verir. En azından ilk adım için geçerli olabilir bunlar.” Yeme bozukluklarıyla mücadele edenler iyileşme yolunda ilk adımı atmakta epey zorlanıyorlar. İşte bunda bahsettiğimiz sosyal dışlanmışlık da rol oynuyor, kişinin ne kadar hasta olduğunu göremeyişi de. Ama bunlar ciddi rahatsızlıklar ve çoğumuz iyileşmek istiyoruz. Nasıl yapalım? Öyle bir şey söyle ki bize, ilk adımımızı tetiklesin. (Şarkı yazdım, daha ne söyleyeyim dersen de kabul…)

Şunu söyleyebilirim ki, atmosferinde pek mutlu olmadığım günlerimde dahi içimde güzel bir his vardı. “Evet ama neden böyle söylüyorsun?” “Durum tam tersi,” demiştim ona. Neden öyle söylediğini anlayamadan sabrettim, canım da yandı; bekledim. Beklerken de boş durmadım tabii. İlk adımınızı tetikler mi bilmiyorum ama, “Sabredin. Beklerken de boş durmayın. Biraz canınız yanacak.”

Şu an yandığı kadar yanmaz belki de… Son olarak sormak istediğim bir şey daha var. Şarkı yazıp söylemeye devam edeceksin diye düşünüyorum. Anoreksiya gibi hakkında farkındalık yaratılması gereken, saklanmaması gereken bir duruma dikkat çektin ve muhtemelen Türkiye’de anoreksiya hastaları için yazılmış tek ve ilk şarkı bu. Toplumsal meselelerden doğan başka şarkıların da var mı? Ya da yazmayı düşünür müsün? Mesela hayvanları çok sevdiğini ve ileride bir barınak kurma hayalin olduğunu biliyorum. Duyabilir miyiz senden bu konuda bir şarkı?

Dediğim gibi, plan yaparak hiç şarkı yazmadım. Öte yandan, o olay ya da duygu beni yakalarsa kaçma şansım olmaz. Barınak değil de bungalovları olan bir hayvan kasabası hayal etmiştim. Köpekler için yazdığım bir şarkı var. Kedime de yazdım. Doksanlı yılları hatırlatan eğlenceli bir şarkı oldu.

Belki yakında bu şarkıyı da dinleriz. Teşekkürler Yasenur!

Ben teşekkür ederim. Bu sohbeti yakın arkadaşımla gerçekleştirmiş olmanın sevinci bir yana dursun; bu fırsatı Türkçeye güzel eserler kazandırmış değerli bir çevirmenle yakaladığım için ayrıca mutlu oldum.

İlginizi çekebilir: Gerçek benliğimizi nasıl besleyebiliriz: 5 öneriyle ruhunuzu besleyin

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Geleneksel lezzetlerden vazgeçmeden bitki bazlı beslenmek isteyenlere: Fine Life Fermente Kajulu İçecek

Son yıllarda sağlıklı beslenme ve bilinçli tüketim alışkanlıklarının, daha önce hiç olmadığı kadar ilgi gördüğü kesin. Veganlık, vejetaryenlik, fleksitaryen gibi bitki bazlı beslenme türleri, sadece etik ve çevresel nedenlerle değil, aynı zamanda bütüncül sağlık açısından sunduğu çeşitli faydalar nedeniyle de dünya genelinde hızla yayılmaya devam ediyor. Bitki bazlı beslenme alışkanlıklarına yönelik talepler hızla artarken çok sayıda bitki bazlı ürün de raflardaki yerini alıyor. Özellikle süt ürünlerine alternatif arayanlar için çok sayıda ürün piyasaya sürülüyor. Bu konuda öncü isimlerden biri olan Metro Türkiye de “Sofrada herkese yer var!” mottosuyla tüketicilerin ihtiyaçlarına, yenilikçi ürünlerle cevap veriyor.



Raflarında 400’den fazla bitki bazlı ürün sunan Metro Türkiye, geleneksel lezzetlerden vazgeçmeden bitki bazlı beslenme alışkanlıklarına sahip olmanın en leziz yollarını sunuyor. Ve güzel haber; Türk mutfağının favori içeceklerinden ayrana bitki bazlı alternatif sağlıyor: Fine Life Fermente Kajulu İçecek.

Lezzetli, vegan, fermente: Ayrana bitki bazlı alternatif

Herkes için sağlıklı beslenme ve sürdürülebilirlik anlayışıyla hareket eden Metro Türkiye, beslenme trendlerine ve değişen tüketici taleplerine verdiği önemle Fine Life Fermente Kajulu İçecek’i raflara getiriyor. Geleneksel lezzetimiz ayrana bitki bazlı bir alternatif olarak öne çıkan Fine Life Fermente Kajulu İçecek, bitki bazlı beslenme alışkanlıklarını benimseyen ya da benimsemek isteyen herkesin beğenisine sunuluyor.

Metro Türkiye raflarında yerini almaya başlayan bu yenilikçi ürün, %27 oranında kaju fıstığı, tuz ve çeşitli probiyotikler içeriyor. Bunun yanı sıra katkı maddesi, koruyucu ve gluten içermemesiyle de dikkat çeken Fine Life Fermente Kajulu İçecek, hem bitki bazlı ürünleri tercih edenlerin hem de laktoz tüketmemeye önem verenlerin favorisi olmaya aday. Ayran alternatifi olarak soğuk tüketilebilen bu ürün, 250 ml’lik cam ambalajlarda satışa sunuluyor. Vlabel etiketiyle otel ve restoran gibi yeme içme işletmelerinde rahatça kullanılabilecek Fine Life Fermente Kajulu İçecek, menülere yeni vegan bir alternatif getirirken, müşteri memnuniyetini de artırma potansiyeli taşıyor.

Geçtiğimiz yıllarda süt ve yoğurt gibi hayvansal gıdalara bitki bazlı alternatifler sunmuş olan Metro Türkiye, Metro Chef Veggie Bademli ve Fındıklı içecekler ile yoğurda alternatif Metro Chef Veggie Fermente Süzme Kaju’yu ve Metro Chef Veggie Meze Serisi’ni tüketicilerle buluşturmuştu. Bu yıl ise Türk mutfağının vazgeçilmezlerinden ayrana bitki bazlı bir alternatif getirerek hem sağlıklı hem de yenilikçi bir seçeneği yani Fine Life Fermente Kajulu İçecek’i tüketicilerle buluşturuyor.

Elbette Metro Türkiye’nin raflara taşıdığı yenilikçi ürünler sadece süt ve yoğurt gibi hayvansal gıdalara bitki bazlı alternatifler ile sınırlı değil. Çok daha fazlası, raflarda çoktan yerini aldı.

Bitki bazlı geniş ürün yelpazesi: 400’den fazla çeşit



Metro Türkiye’nin raflarındaki vegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine; falafel çeşitlerinden pizzaya, ranch sostan çamaşır yumuşatıcısına kadar 50’ye yakın çeşitte gıda ve gıda dışı bitki bazlı ürün sunuyor. Eğer tüm bu ürünleri ve çok daha fazlasını incelemek isterseniz hemen tıklayıpvegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine;vegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine; Metro Türkiye’nin Bitki Bazlı & Vegan Katalogu’nu keşfedebilirsiniz.

Temel gıdadan temizlik ürünlerine, kişisel bakımdan atıştırmalıklara aradığınız her şeyi bulabileceğiniz Metro Türkiye ile sağlıklı ve sürdürülebilir bir yaşam tarzına ulaşmak artık çok daha kolay.

*Bu yazı Metro Türkiye katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlginizi çekebilir: Vegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’nin zengin vegan ürün yelpazesini keşfedinVegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’Vegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’

 

İlgili Makale