Yalnızlık kavramına bakarken yüzeyde “bedensel yalnızlık” ile ilgileniriz. Dolayısı ile, yalnızlık korkusu olan kişiler, eylemler yolu ile yalnızlıklarından sıyrılmaya çalışırlar.
Birilerine hizmet etmek, her konuda yardımcı olmaya çalışmak, yan yana durmak bu yalnızlık korkusunun doğurduğu davranışlardan olabilir.
Ruhsal olarak yalnızlık hissettiğimiz yerlerde ise daha çok bağımlılık yaratmak isteriz içten içe. Vazgeçilmez olmak, asla terk edilmemek, her zaman daha ulaşılmaz hedeflere doğru yol almak, korkumuzdan sıyrılmak için kullandığımız davranışlar arasında olabilir.
Zihinsel yalnızlık için ise, daha çok bilgilenmek, çokça dedikodu veya bağlantılı haberler peşinde koşmak en başta sayabileceğim davranışlardan olabilir.
Yalnızlık aslında her kişinin eninde sonunda geleceği kapının adıdır. Burası bir geçiş kapısıdır. Bedensel, zihinsel, ruhsal olarak çalkalandığımız ve çeşitli hallerini yaşadığımız bu korku diğer her korku gibi bizi belirli bir kapıya hazırlar. Ve bu kapı önüne geldiğinizde, kıskançlık, karşılaştırma, yarışma gibi kutuplaşma içeren her tür davranışın tabanında “yalnızlık” korkusunun olduğunu fark edersiniz.
Yalnız kalmaktan korktuğumuz için karşılaştırırız kendimizi, daha doğru bir tanımla yalnız olmadığımızı kanıtlamak için. Yarışa girmelerimiz de bu yüzdendir, aslında düşman, rakip bellediğimizi içimizde yoldaş belirlemişizdir. Bize var olduğumuzu gösteren, bizi buna ikna eden tarafımızdır rakibimiz, karşılaştırdığımız.
Dostumuzdur.
Gerçek bir yalnızlaşma, yani bu korku ile yüzleşip idrak etme, karşımızda rakip veya karşılaştırılacak bir merci bırakmaz. Çünkü teklik aynı anda eşsizliği getirir.
Eşsiz olmak, yalnız olmayı kabul edende can bulur.
Yalnızlığı sindirmeyen ve kabul etmeyen bir varlık, hiç karşılaştıramayacağı bir özelliği nasıl sunabilir ki dünyaya?
Bu yüzden, karşı karşıya olduğumuz her “rakip” bize bizim yalnız olmadığımızı söyler. Bize bizi “gördüğünü” söyler. Veya, biz rakip seçerek “görünür” olmayı kabul ederiz ve talep ederiz. Kıskanarak, yarışarak, varlığımızın orada olduğunu, o topluluk içinde olduğunu ispat etmeye çalışırız.
Belki de o hiç de hoşlanmadığımız kıskançlık, karşılaştırma duygularımızın aslında bize ne demek istediğini görsek bizim için hayat daha kolay olabilir.
Bu duyguların altında yalnızlık korkumuzun olduğunu ve yalnızlığın da yolculuğumuzun “mutlak” bir durağı olduğunu kabul edip dünyasal yalnızlık tanımını tekrar incelesek iyi olur.
Şimdiye kadar öğrendiğimiz çoğu sosyal kalıp, yalnızlıktan kurtulmak, yalnızlığı ötelemek ve yok saymaya çalışmak üzerine kurulu. Evlilik, ikinci ve üçüncü çocuk, kibarlık, yaştan gelen saygı… Baktığınız zaman hepsi bir noktada korku temelli. Farklı fikirler karşısında ayrışmaktan, bedensel olarak uzak kalmaktan, hayatın sorumluluğunu tek başına almaktan doğan korkularımızı bir nebze hafifletir görünür. Sabitlemek isteriz. Buna dair keskin kurallar da bizi bu sabitliğin olabilirliğine inandırır. Bu gerçek dışıdır.
Hiçbir kuralın bunu sağlayamayacağını bilmek zorundayız, hiçbir hazırlığın bizi güvence altına almadığını.
Yalnızlık bizim mutlak gerçeğimiz ve yoldaşlık yalnızlık korkusundan sıyrıldığımızda var olur. Yaşamımıza yoldaşlar, yol arkadaşları gelir. Ve her bir adımımızın şahitleri oluşur. Kuralların ve korkuların getirdikleri, şahitlik edemezler ve etmezler. Orada yaşayacağımız kendimizi görünür kılma arzusu içinde karşılaştırma, kıskançlık ve diğer kutuplu duygulardır.
Bunu aştığımızda beraber yürümeyi ve evrensel kardeşliği, eşliği, yoldaşlığı buluruz.
Burada yalnızızdır ama şahitlerimiz vardır.
Korku bizi, asıl birlikten alıkoyar.
Belki sanal güvenceler içinde kendimizi oyalamaktansa koşar adım kapıya gidip varlığımızın özgür çığlıklarını atmak bize gerçek bütünlüğü ve sonsuz birliği deneyimletir ne dersiniz?
İlginizi çekebilir: Yaşamı görebilmek için en önemli anahtar: Dingin bir görüş